Gecenin Kanatları Var, Yeryüzünü Soyutlayan…

-I-

Bir bulut izliyor yolumu, bir gölgeye kısılıp kalmışım; güneş uğramayı mı unuttu yoksa ışık artık orada değil mi? Melankoli işte bildiğin gibi, nereye bakarsan gördüğün kadarını yaşamın muhtevasını tekabül edecek şekilde yorumlarsın, ardından geçersin kağıdın başına ve büyük sözlerle meramını aktarırsın. Kağıt kirlendikçe zihnin berraklaşır, kağıda aktıkça zehir, ışık daha da parlaklaşır. Yazmak dediğin eylem insanın kendi bedenine soktuğu toksini imhası değil midir zaten. Hangi yazar ya da şairin hayatı yazmanın faydasını, erdemine yeğlememiş? Işığın vurduğu yüzey soğruldukça ortaya görüntü çıkar; yazarın içinde toplanan zehir de ortaya yazını çıkarır.

-II-

Bazen kapını sonuna kadar açarsın, dönüp bakan dâhi olmaz; bazen de kilitler vurursun boydan boya, kapının çalındığını duyarsın. Kapıyı açmak mı yoksa duymazdan gelmek mi gerekir? Dünyanın en büyük romanlarından Savaş ve Barış’ın yazım süreci, aslında basit bir makaleden tarihi bir romana sürükleniş hikâyesidir. Tolstoy, yazmak istediklerini öğrenirken daha da fazla bilmeyi arzulayınca, önünde ardı ardına kapılar açılır. Ailesinden kalan kütüphanesinde yirmi binden fazla kitabı olan bir kitap kurduna eğer doğru bir hedef sunulursa neler yapabileceğinin ispatıdır. Isaac Asimov kitaplarla ilişkisini yemeklerle ilişkisine benzetirmiş. Zihnini bedeni kadar beslemeye gösterdiği özeni anlıyoruz böylelikle. Babasının kendisine aldığı ilk üyelik ile kitapla tanışan Isaac, dünyası ötesinde dünyaları keşfettiği ilk günden yaşamını yitirdiği güne değin atan damarı sağaltmak çabasında değil miydi?

-III-

Gecenin kanatları vardır, bir anda yeryüzünden soyutlar. Sesler büyür, düşünceler belirginleşir. Duygular ve özellikle yalnızlık kemikleşir, batar durur. Özlem eski bir yara misali sızlar, nefret tüm bedeni katederek zihni yoklar. Gemsiz bir at koşturur damarlarında ve ister ki tükenene kadar durmasın. Bu oyunun kazananı yoktur, bağımlılık yapar. Delilik çıkarır kafesi aniden ve kafese girenin sürgünü başlar. Oyunun kuralları ve oyuncuların niteliği, oyunun her durağında değişir. Delilik bir an değil, belirli geçişlerle sürekliliği arayan ama bulamayan kişidir. Acının yoğunluğu değil yani sürekliliğidir ve acıyı kesmek için, acının bilinmezliğiyle sarmalanmış hayatlar inşa edilir. Kelimeleri salar, başıboş bir halde koşmaya başlarlar. Ve bir anda cümleler inşa olur. Sarsıntılar, yıkıntılar arasında keşfedilen anılar: Damarları kuruduğundaysa, yaşama dönme imkanı bulunur.

Emre BOZKUŞ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir