Kış Nağmeleri

Kara kış adım adım gelişini hissettiriyor artık. Kaçışlar beyhude. Her şey olacağına varacak, yazgımız ‘levh-i mahfuzda’ yazıldığı veçhiyle kaza ve kader denkleminde eriyecek, kısalan günler ‘Şeb-i Yelda’ hasretiyle yağmurlara karışacak, mülevves bir tortu mahalle aralarında serseri bir raks ile arz-ı endam ederek renkli rüyalarımızın sinematografik düzleminde gizli kameralara merhaba diyecek, günler usulca geceye devrilecek, geceler buğulu şafaklara çiğ düşürecek.

Adım adım hissettiriyor gelişini kara kış. Sonu bahar olmayan sonbaharlardan süzülen hazan iklimi karabasanlara malzeme devşirirken güvercin ağıtlarına karışmış merhamet ezgileri serpilmekte zamana. Hangi demler lâl, hangi demler sermest bilinmez gayrı. Zaman uzlete müntesip, sohbetler karanlığa münteşirdir. Serde şairlik, desen ‘had bilmezlik’, demesen ‘ikrardan kaçış’ der elâlem. Gayrı ‘şem ile pervane’, ‘deli ile divâne’ aynı halkada bir nokta olma derdinde. Bütün müktesebatıyla gramer yollara düşmüş eli yüzü düzgün birkaç parça şiir aramakta, edebiyat feryat figan ile kaybettiği romanının öyküsünü kurgulamakta. Bir adımlık mesafede barışlar, yüzyıllık savaşlara davetiye bastırmanın telaşında, anlamsız harplerden yorgun düşmüş metruk ve mağlup ve mahzun şehirler bayramlık mütareke derdinde. Zembereği boşalmış öfkeler kuytularda vahşetin pençesinde çırpınırken kan ve göz yaşı bir tarih olup kadim kentlerin suskun surlarına kazınmakta. Kurbanlık koyunlar gibi birbirini boğazlarken ademoğulları Kabil’in ruhu sırıtmakta namluların ucunda. Ve en uzun geceler en koyu karanlıklara gebedir bu mevsimde.

Gelişini adım adım hissettiriyor kara kış. Tenhalığını yüreğimizden ödünç almış sokaklar bin bir telaşın izdüşümünden yorgun ve sıkılmış sükunet aramakta. Geceye sığınan insanlığımız bir Habil düşü görmekte. ‘En sevgiliye’ sunabileceğimiz ne varsa elimizde dua olup ‘aminlere’ karışmakta. ‘Ya Rab! Huzur istiyoruz /sen ateş yağdırıyorsun’ çaresizliği dilimizde ‘bayram gelmiş neyimize / kan damlar yüreğimize’ demesek de bir buruk tat dilimizde.

Elimizdeki bütün taşları irili ufaklı şeytanlara attık da içimizdeki şeytana atacak taş kalmadı. Karanlık labirentlerde o kadar nafile dolandık ki yorgunluktan kalpten kalbe giden yolları bulamadık. Yanlış adresler biriktire biriktire susuz çöllerde biçare seyyahlara döndük. Yaz bitti, yollar bitmedi. Kısalan günler ‘şeb-i yelda’ hasretiyle yağmurlara karıştı. Kirli bir dünyanın tam ortasında ‘canlı yayınlar’ ve ‘son dakikalarda’ Kabil’in ruhu sırıtmakta dev ekran yalan makinelerinde. Ve en uzun geceler en koyu karanlıklara gebedir bu mevsimde. Kaçışlar beyhudedir. Her şey olacağına varacak, sular akıp yatağını bulacaktır. Ömrümüz levh-i mahfuzda yazıldığı veçhiyle kaza ve kader denkleminde eriyecek, günler usulca geceye devrilecek, geceler buğulu şafaklara çiğ düşürecek….

Fadıl KARLIDAĞ

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir