‘O Belde’nin Güzel, İnce, Sâf ve Leylî Kadınları…

19. yüzyılın en önemli Fransız şairlerinden Charles Baudelaire’nin (1821-1867) bir sözü vardı. Derdi ki Baudelaire; “Ekmek yemeden üç gün hayatta kalabilirsiniz. Şiirden mahrum kalarak bir gün bile yaşayabilmeniz imkânsız ve bunun aksini her kim iddia ederse hata içindedir.’’

20.yüzyılın en büyük Fransız şairlerinden Paul Valery (1871 – 1945) de ‘’çeviri şiiri öldürür’’ derdi… Ben de bu nedenle hep şiirleri kendi lisanından okumak isterim. Almancam nedeniyle Alman şairlerinden bu konuda sıkıntım yok. Arapçam nedeniyle de Osmanlıca yazılmış şiirlerde de Divan edebiyatında da bir sıkıntım yok… Ancak sırf Baudelaire’ni anlamak için Fransızca öğrenmek isterdim…

Daha önceleri bu sitede uzun uzun şiir üzerine yazdım, şiirler anlattım… Ancak bir süre şiirlere ara verdim…  Artık sizleri daha fazla aç ve susuz bırakmak istemedim… Attila İlhan’ın ‘’Böyle Bir Sevmek’‘ isimli bir şiiri vardı… Bugün de sizlere Attila İlhan’ın bu şiiriyle hemen hemen aynı konuyu işleyen, aynı anlamı veren bir başka şairimizin ve benim çok ama çok sevdiğim bir başka şiirini anlatmak istiyorum.

Charles Baudelaire Fransız edebiyatının en hüzünlü, en melankolik, en yalnız ancak Fransız şiirinin en büyük, en yüce ve piri olan bir şairidir. Baudelaire’nin  “Uzak İklimlerin Kokusu” isimli bir şiiri var. Baudelaire bu şiirinde kendi melankolik dünyasını anlatırcasına; “Acı, uzak iklimlerin kokusu gibidir…” der… Bu şiirden alınmış bir dörtlük:

“Doğanın bahşettiği görülmemiş ağaçlar
Ve tatlı meyvelerle bu bir uyuşuk ada
İnce, güçlü kuvvetli erkekler var orada
Temiz kalpliliğiyle şaşırtıcı kadınlar”

Baudelaire bu şiirinde temiz kalpli kadınlarla dolu ütopik bir adadan bahseder…

Kendisi de Baudelaire gibi melankolik olan, yüzünde hüzün neşidelerinin gizli çığlıkları hiç eksik olmayan Ahmet Haşim ise Türk şiirinde bir şaheser olan “O Belde” isimli şiirinde de Baudelaire’nin temiz kalpli kadınlarla dolu adası gibi temiz kalpli kadınların olduğu ‘’O Belde’’yi anlatır. ‘’O Belde’’de; o belde, kadın ve şair anlatılır… ‘’O Belde’’de; hüzün, akşam ve kadın vardır… ‘’O Belde’’ de Baudelaire’nin adası gibi ütopyadır, hayaldir. Bu hayal ürünü beldede masum, ince, huzur veren kadınlar vurgulanır. “O Belde” kadınları güzel, ince, saf ve leylîdir. Hepsinin gözlerinde hüzün ve sükûn vardır.

”Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-i şâma bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!”

Hepsi de kız kardeş ya da sevgilidir, annedir. Şair daha yedi yaşında çocukken annesini Bağdat’ta kaybetmiştir. Şiirde geçen akşamlar ile Bağdat’ta Dicle kenarındaki akşamlar arasında benzerlikler vardır.

Şair yaşadığı hayattan mutlu değildir ve ‘’O Belde’’de hayale sığınmaktadır. “O Belde” ile daha mutlu olacağı, düşsel bir dünya kurar şair. ‘’O Belde’’de her şey yerli yerindedir, insan daha mutludur. ‘’O Belde’’ ideal bir liman, eşsiz bir sığınaktır.  Ama ‘’O Belde’’de yine de bir hüzün vardır. Kadınların leylî olması, kamerin hüzünlü, denizin hasta olması şairin iç dünyasını da yansıtır. Deniz için kullanılan “hasta” sıfatı üzüntü hâlini göstermektedir.

Şiirde akşam, çirkinliklerden, ikiyüzlülüklerden ve kötülüklerden arınmış bir dünyanın başlangıcıdır. Bu nedenle “O Belde”de şair de kadın da özlemle akşam ufuklarına bakarlar. 

Şiirde kadın güzeldir. Ancak bu güzellik maddi değildir. Kadın güzeldir; akşam ufuklarına özlemle bakabilen gözleri vardır. Kadın güzeldir; çünkü yüreğinin en hassas yerinde ince bir hüzün taşımaktadır.

”Kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylîdir,
Hepsinin gözlerinde hüznün var.”

Şiirde akşamla kadın bütünleşir, özdeşleşir. Bu bütünleşmenin, bu özdeşleşmenin bir sonucu olarak akşam, kadının güzelliğinde toplanır.

Akşamın ilerleyen saatlerinde, acılara sığınak olan, düşüncelere liman olan mavi bir deniz, sevimli yüzünü bize gösterir.

Ancak bütün bu kavramlar; kadın, akşam, deniz ve şair, hüzünden anlamayan, yalnızca maddeyle ilgilenen insana yabancıdır:

“Melali anlamayan nesle âşinâ değiliz.”

Çünkü bu tür insanlar, şairi böyle hayallenmeleri için “budala”, kadını ise yalnızca genç bir kadın olarak, maddi olarak değerlendirir. Oysa anlam gözlüğünden bakıldığında, kadın gençliği için değil, içinde taşıdığı hüzün için güzeldir:

“Sana yalnız bir ince taze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer
Bu sefil iştihâ, bu kirli nazar
Bulamaz sende bende bir mânâ”

Deniz ve akşamın da bir ruhu vardır. Onlar da insan gibi acı çeker, kıskanır ve gücenir. Onlardaki bu duygulanmayı, ancak hüzünden anlayanlar bilebilir. Somut hayat görüşü taşıyan insanlar, ne denizde, ne akşamda, ne kadında, ne de şairde bir anlam bulabilir. Akşamdaki hüznü, denizdeki gücenikliği ve isteksizliği ise hiç göremez.

Şair ve kadın için, akşamla başlayan ve mavi gölgeli bu beldeden uzak ve ayrı yaşamak bir gurbettir. Bu ideal beldeye ulaşmak mümkün değildir. Hayal edilen bu belde, dünya üzerinde olmayan bir yerdir. O beldenin yanı başında duran deniz ruhlara sürgit huzur verir.

”Durur menâtık-ı dûşîze-yi tahayyülde;
Mâi bir akşam
Eder üstünde dâimâ ârâm;
Eteklerinde deniz
Döker ervâha bir sükûn-ı menâm.”

Oradaki kadınlar hep güzeldir. Çünkü geceye aittirler. Akşam, yüzümüzdeki bütün ayrıntıları ortadan kaldırdığı için, akşamla birlikte her şey güzeldir. Geceye karışan, geceyle bütünleşen bütün kadınlar da o beldede güzeldir. Çünkü hepsinin gözlerinde hüzün bulunmaktadır.

Hissetmesini bilen kadın güzeldir.

Attila İlhan, ”Böyle Bir Sevmek” isimli şiirinde ”Ne kadınlar sevdim zaten yoktular” diyerek hayalindeki kadını aradığını söyler… ”O Belde” isimli bu şiirinde de Ahmet Haşim hayalindeki ülkeyi ve bu hayal ülkesinde hayalindeki kadınları arar, ancak bu arayışın sonu yine hüsrandır. Sonunda şair, gerçeğe teslim olur ve evrensel bir gerçeği anlatır:

“Ve mâi gölgeli bir beldeden cüda kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz.”

(Ve uzak mavi bir ülkeden ayrı kalarak
bu yerde bu sürgün ve hasrete ebediyen mahkûmuz.)

Evet…

Eyyyy ”O Belde”nin hissetmesini bilen, yüreğinin en hassas yerinde ince bir hüzün taşıyan, güzel, ince, sâf ve leylî kadınları! Bizler, bizler, bizler bu yerde, bu sürgün ve hasrete ebediyen mahkûmuz!

Gerçek hayat; karanlık, mağmum, boş, çorak bir çölden ayırt edilemez. Aşk uğruna her şey feda edilir, kimselere yaranılmaz, derken ”O Belde”de ve ”O Belde”nin gözlerinde hüzün ve sükûn olan, güzel, ince, sâf, leylî kadınlarının özlemi içinde sonsuz bir melankoliyle ezilip kalır insan…

Uzak

Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre, müebbed bu yerde mahkûmuz…

Osman AYDOĞAN

Şiirin aslını vermeden önce genç arkadaşlarım için küçük bir sözlük ve sonra da şiirin aslını ve Mehmet Fuat’ın düzeltmesiyle günümüz Türkçesini veriyorum:

Melâl-i hasret ü gurbet: Hasret ve gurbet üzüntüsü
Ufk-ı şâm: Akşam ufku
Mesâ: Akşam
Âlâm-ı fikir: Acılı, hüzünlü düşünceler
Mersi: Liman, sığınak
Melal: Hüzün, keder
Âşinâ: Tanık
Gam-ı nermîn: Hafif üzüntü
Muğber: Gücenmek
Lerze-î Istitâr: Gizli dalgalanma
Menâtık-ı dûşîze-yi tahayyül: El değmemiş hayal bölgeleri
Ârâm: Durmak, dinlenmek
Sükûn-ı menâm: Uykusuz gece
Nefy ü hicre: Sürgün ve ayrılık

İşte şimdi Türk şiirinde bir şaheser olan ‘’O Belde’’

Denizlerden
Esen bu ince havâ saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-i şâma bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
Ne sen,
Ne ben,
Ne de hüsnünde toplanan bu mesâ,
Ne de âlâm-i fikre bir mersâ
Olan bu mâi deniz,
Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.
Sana yalnız bir ince tâze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefîl iştihâ, bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir ma’nâ,
Ne bu akşamda bir gam-i nermîn
Ne de durgun denizde bir muğber
Lerze-î istitâr ü istiğnâ.

Sen ve ben
Ve deniz
Ve bu akşamki lerzesiz, sessiz
Topluyor bû-yi rûhunu gûyâ,
Uzak
Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz…

O belde?
Durur menâtık-ı dûşîze-yi tahayyülde;
Mâi bir akşam
Eder üstünde dâimâ ârâm;
Eteklerinde deniz
Döker ervâha bir sükûn-ı menâm.
Kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylîdir,
Hepsinin gözlerinde hüznün var
Hepsi hemşiredir veyâhud yâr;
Dilde tenvîm-i ıstırâbı bilir
Dudaklarındaki giryende bûseler, yâhud,
O gözlerindeki nîlî sükût-ı istifhâm
Onların ruhu, şâm-ı muğberden
Mütekâsif menekşelerdir ki
Mütemâdî sükûn u samtı arar;
Şu’le-î bî-ziyâ-yı hüzn-i kamer
Mültecî sanki sâde ellerine
O kadar nâ-tüvân ki, âh, onlar,
Onların hüzn-i lâl ü müştereki,
Sonra dalgın mesâ, o hasta deniz
Hepsi benzer o yerde birbirine…

O belde
Hangi bir kıt’a-yı muhayyelde?
Hangi bir nehr-i dûr ile mahdûd?
Bir yalan yer midir veya mevcûd
Fakat bulunmayacak bir melâz-i hulyâ mı?
Bilmem… Yalnız
Bildiğim, sen ve ben ve mâi deniz
Ve bu akşam ki eyliyor tehzîz
Bende evtâr-ı hüzn ü ilhâmı.

Uzak
Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre, müebbed bu yerde mahkûmuz…

Mehmet Fuat’ın Türkçesi ile ‘’O Belde’’

denizlerden
esen bu ince rüzgar saçlarınla eğlensin.
bilsen
özlem ve gurbet sıkıntısıyla akşam ufkuna bakan
bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne güzelsin!
ne sen
ne ben,
ne de güzelliğinde toplanan bu akşam,
ne de düşünce acılarına bir liman
olan bu mavi deniz
iç sıkıntısını anlamayan kuşağa yakın değiliz.
sana yalnız bir ince genç kadın,
bana yalnızca eski bir budala
diyen bugünkü insan,
bu düşük açlık, bu kirli bakış,
bulamaz sende bende bir anlam,
ne bu akşamda ince bir kaygı,
ne de durgun denizde bir gücenik
içine kapanma ve isteksizlik titreyişi.

sen ve ben
ve deniz
ve bu akşam ki, titreyişsiz, sesiz,
topluyor ruhunun kokusunu sanki,
uzak
ve mavi gölgeli bir beldeden ayrı kalarak
bu sürgüne ve ayrılığa sonsuzca bu yerde mahkumuz…

o belde?
durur el değmemiş hayal bölgelerinde;
mavi bir akşam
hep dinlenir üstünde;
eteklenir deniz
döker ruhlara bir uyku durgunluğunu.
kadınlar orada güzel, ince, temiz, geceye bağlıdır,
hepsinin gözlerinde hüznün var,
hepsi kızkardeştir veya sevgili;
gönüldeki üzüntüleri yatıştırmayı bilir
dudaklarındaki ağlayan öpücükler, yahut,
o gözlerindeki çivit rengi soru sessizliği.
onların ruhu gücenik akşamdan
yoğunlaşmış menekşelerdir ki
durmadan durgunluk ve susmayı arar;
ayın hüznünün ışıksız alevi
sığınmış sanki yalnız ellerine.
o kadar çelimsiz ki, ah, onlar.
onların dilsiz ve ortak hüzünleri,
sonra dalgın akşam, o hasta deniz
hepsi benzer o yerde birbirine…

o belde
hangi bir hayal anakarasında?
hangi bir uzak ırmak ile çevrili?
bir yalan yer midir, veya var olan,
ama bulunmayacak bir hayal sığınağı mı?
bilmem … yalnız,
bildiğim sen ve ben ve mavi deniz
ve bu akşam ki uzun uzun titretiyor
bende hüzün ve ilham tellerini.

uzak
ve mavi gölgeli bir beldeden ayrı kalarak
bu sürgüne ve ayrılığa sonsuzca bu yerde mahkûmuz…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir