Ben bir manav Türkü’yüm. Sakarya‘da şehrin yerlilerine biliyorsunuz manav denir. Türkmen, Yörük ve manavların Türkçe’den başka dilleri olmaz. Bu anı da manav Türk köy yaşantısı, manav şivesi olan bir paylaşımdır, bir örnektir.
Önce bana mutlu çocukluğumu yaşatan, başta haminnem ve gocabam olmak üzere annecime ve babacıma, amcalarıma, yengelerime bütün akrabalarıma rahmet diliyorum. (Yukarıdaki resim 45 -50 yıl öncelerine ait. Bu anım baba tarafımdan Adapazarı’ndan Dağdibi köyünden.)
Bu gördüğünüz ev (yazının başındaki resim) benim babamın doğup büyüdüğü ev. Güzel bir sarı renkle dış cephesi boyanmış, bakımlı, estetik görünümü mükemmel, iç mimarisi de içinde yaşayan insanların yaşam tarzına göre yapılmış, ferah yüksek tavanlı, şahane bir evdi. Depremde yıkıldı maalesef ama bu resim bütün anılarımı capcanlı tutuyor.
Gördüğünüz üst balkonda her daim açmış olan, aşağıya doğru sarkan çeşitli çiçekler bulunurdu. Keşke resim renkli olsaydı daha iyi görünürdü ama o zamanın teknolojisi bu kadar. Buna da şükür. O balkonun altında çift kanatlı yüksek bir misafir kapısı vardı. O kapının üzerinde, mevsimi geldiğinde her yıl kırlangıçlar gelir yuva yapardı. Evin insanları da o kırlangıçları sakınır, korurdu. Hatta kapı açık olduğunda evin içine de girer tur atar çıkarlardı. Bir masal gibiydi…
Bahçelerde elma, armut, incir, erik, muşmula ağaçları o kadar çoktu ki yemekle bitmezdi. Elmalık dediğimiz sadece elma ağaçlarının olduğu bir bahçemiz vardı. Elmalar ahırdaki hayvanlara da verilirdi. Hatta yonca tarlaları da olurdu yem için. Şimdi mahalle oldu köyümüz. Ne ahır, ne hayvanlar ne de yonca tarlaları var. Yonca tarlasında tırpanla yonca biçilirken o kokuyu duydunuz mu hiç, ciğerleri bayram ederdi insanın. Yonca, elma vs. yiyen hayvanların sütünün lezzetini, kokusunu da siz hayal edin artık, diyecek yok.
Bu gördüğünüz binanın önünde resimde görülmeyen büyükçe bir ilave vardı. Orası da mutfaktı. Oranın da ayrı, tek kanatlı bir kapısı vardı. Ev halkı daimi olarak o kapıyı kullanır, direkt mutfağa girerdi. Mutfağın içinden bir kapıyla da asıl binaya oturma odasına geçilirdi. Mutfakta tabi ki büyük bir ocak vardı. Yemekler orada odun ateşinde pişerdi. Haminnem ocakta, üzerinde delikler açılmış yağ tenekesinin içinde pıt pıt mısır patlatırdı. Yağ tenekesinin ucunda uzun bir sapı olurdu o sap sayesinde ateşin üzerinde teneke rahatça hareket ettirilirdi. Haminnem bize masallar anlatırdı. Şimdi düşünüyorum da ne kültürlü bir insanmış meğer. Tepegöz, er erle çorçor, dev, kırmızı sakal, keloğlan anlattığı masalların kahramanlarıydılar. Hatta savaş yıllarında çetelerin köylere gelip yaptığı soygunları da anlatmıştı gocabam. Kültürü, yaşanan olayları çok güzel aktardılar bizlere.
Sofra bezi üzerinde büyük sofralarda yemek yenirdi. Herkesin sığması için sofranın çevresine yan yan dizilirdi. Tabi ki de ayrı tabaklar yoktu. Ortadan yenirdi. Bereketi de orada mıydı ne?
Bahçede, tarlada üretilen organik ürünler tüketilirdi. Ne güzelmiş, masalmış meğer yaşadığımız. Mutfağın penceresinin önünde sıra sıra renk renk kanarya (sardunyalar) çiçekleri olurdu. O çiçeklerin taç yapraklarından tırnaklarımıza tükürüğümüzle yapıştırır, ojeli uzun tırnak görüntüsü verirdik. Bakar bakar kendimizi beğenir sevinirdik. Bahçelerde yıldız çiçekleri, kına çiçekleri kartopları olurdu. Resimde görünmüyor ama bu evin önünde su sarnıcı vardı. Orada yağmur suları toplanır kullanılırdı. Özellikle Nisan ayında yağmur suyu ile saçlarımızın yıkanmasına özen gösterilirdi.
Evler tabi ki de sobalıydı. Gördüğünüz ev 2 katlı gibi görünse de 3 katlıydı. Altta mutfak, oturma odası, kiler bir de içine düşerseniz kaybolacağınız bir buğday ambarı vardı. Buğday ambarı 1.5 metre genişliğinde 3 mt. boyundaydı. Biz çocuklar toplanır büyükler görmediği zaman gizlice içine atlardık. Şimdinin top dolu oyun havuzu yerine kullanırdık bir bakıma. Kiler dediğimiz yer de 15 mtkare civarında kocaman karanlık bir yerdi. İçinde pekmezi, pestilleri, kışlık kavunları, ayvaları, bakliyatları, kuru yufkaları, tarhanası, salçaları, turşuları, unu vs. ne aransa bulunan bir yerdi. Yazları elmalar doğranır kurutulur bunlara kak denirdi. Erik kurularına buruş denirdi. Özellikle ramazanlarda ev makarnası yanında bunların hoşafı olmazsa olmazdı. Bunlar gibi mutfağa lazım olacak her malzeme bulunurdu orada. Kilerin içinde cadı dediğimiz bir su küpü vardı. Çok büyük, derin ve zemine gömülü bir testi gibi bir şeydi. Üstünde tahtadan bir kapağı vardı. İçme suyu alınır ve tekrar kapatılırdı. Ben de içine düşerim diye çok korkardım. Hatta yere uzanır yatar, yaklaşır sadece kolumu elimi uzatarak içinden suyu öyle alırdım. Ya kayar içine düşersem diye ödüm kopardı. bahçemizde su kuyumuzda vardı. Kuyu suyu içilmez çamaşırda ve sulamada kullanılırdı. Yazın içine karpuz salındırılır, buzdolabı işlevi görürdü.
Ahşap merdivenlerden orta kata çıkılırdı. Orada bir misafir odası bulunurdu. Misafir odası kanaviçe işli örtülerin serildiği sedirlerin bulunduğu bir odaydı. Sedirlerin altında her daim meyve olurdu mevsimine göre. Kavun, ayva vs. Evler yapısı itibariyle hava aldığı için meyveler de çürüme olmazdı. Misafir odası mis gibi meyve kokardı. Üst katta yatak odaları ve hayat denilen bir büyük salon vardı. Hayatta kocaman bir konsol ve üzerinde ahşap oymalı bir ayna vardı. Ayna ve konsol oranın mobilyasıydı. Orada da yine üzerinde kanaviçe işli örtülerin serildiği sedirler, süslü yastıklar vardı.
Tavanlar çok yüksekti, ev çok ferahtı. Hayattan kapıları açılan 4 yatak odası vardı. 4 elti aynı katta olurdu. Her odanın içinde kendine ait dolaplı banyosu bulunurdu. Odalarda hep güzel bir sabun kokusu duyulurdu. Annem ve eltileri hiç abartmıyorum, kardeş gibiydiler. Ben amcamlarda haftalarca kalırdım, onların çocukları da bizde kendi evi gibi kalırdı. Şehir merkezinde oturduğumuz için amca kızlarımız bizde kalır, kışın terzilik öğrenmeye gelirlerdi. Dayanışma mükemmeldi, kusurlar görmezden gelinir, saygı sevgi önde tutulurdu.
Resimde (Yazının başındaki) gördüğünüz kasketli insan, canımın içi benim dedem yani gocabam. Öyle zarif bir insandı ki bizleri yanaklarımızdan dahi öpmeye kıyamazdı. İki elinle başımızı tutar, kendine yaklaştırır, başımızın tam üzerinden, saçlarımızdan koklayarak öperdi. Kimseyi kırmayan bir yapısı vardı. Köstekli saatinin zincirini de görüyor musunuz? Evde otorite daha çok haminnemdeydi. Annem de kayınpederini öyle sever sayardı ki, ilk torununa gocabamın adını verdi, Ali konuldu. Yine bu resimdeki saçları örgülü olan da benim amcamın kızı Hacer ablam. O da öz ablam gibidir.
Hacer ablam bize hep guzum diye hitap ederdi. Hala da öyle der. Her zaman çantasında sakız şeker olur, çocuklara ikram için. Hacer ablam, yaz günleri bizleri bahçede toplar toprağın üzerine kilim serilir yere otururduk, sırayla saçlarımızla ilgilenirdi. Saçlarımıza sıra örükler yapardı 5’li 6’lı. O sıra örüklerin ucuna da saçlar çözülmesin diye, renk renk dikiş artığı kumaş şeritleri ile bağlardı. Örüklerimizin uçları rengarenk ne neşeli olurdu. Köyde kına gecelerinde şitari diye bilinen bir kumaştan dikilen çizgili, parlak sırmalı şalvarlar giyerdik. Şitari şalvar Manav köylerinde giyilen bir giysidir. Şitari yıkamaya gelmez. Kumaşın dokusu yıkanınca bozulur. o yüzden özel zamanlarda giyilip itina ile saklanır. Başlarımıza krep dediğimiz ipek, parlak, albenili, canlı renklerdeki küçük çemberleri keplemecek dediğimiz şekilde takardık. Krep kaymasın diye yanlarından tel tokalarla tuttururduk. Evli kadınlar büyük dikdörtgen örtme dediğimiz ince pamuklu kumaştan iğne oyasıyla ve kanaviçe ön alın süsü yapılmış başörtüleri takarlardı.
Büyüklerimiz de çok edepli insanlardı, bizler de öyleydik. Hâlâ da bu edebi muhafaza ediyoruz. Daha çok yazılacak var ama sonraya da kalsın.
Gönül KESKİN
Gönül pınarınızdan çağlayan bu harikulâde yazılarınızı daha geniş kitlelere ulaştırmak adına bu girişiminiz çok isabetli olmuş Gönül KESKİN Üstadım. Hayırlı uğu4lu olsun, okuyucusu bol olsun. Eğer bir gün yazılarınızi derleyip kitap halune getirirseniz ki bunu çok isterim, ilk olarak bana kitap imzalamanız şımarıklığı içinde olacağımı biliniz. hanım sultanım. Hep azınız lütfen çünkü yazılarınız muhteşem! Kalbi zengin ve guzel olan birinin yazılarının başka türlü olması mümkün değil ki zaten. İyi ki dostumsunuz. İyi ki yazıyorsunuz. Kalbi saygı ve sevgilerimle…
Gönül pınarınızdan çağlayan bu harikulâde yazılarınızı daha geniş kitlelere ulaştırmak adına bu girişiminiz çok isabetli olmuş Gönül KESKİN Üstadım. Hayırlı uğurlu olsun, okuyucusu bol olsun. Eğer bir gün yazılarınızı derleyip kitap haline getirirseniz ki bunu çok isterim, ilk olarak bana kitap imzalamanız şımarıklığı içinde olacağımı biliniz. hanım sultanım. Hep yazınız lütfen çünkü yazılarınız muhteşem! Kalbi güzel bir deryaya sahip ve zengin donanımlı olan birinin yazılarının başka türlü olması mümkün değil ki zaten. İyi ki dostumsunuz. İyi ki yazıyorsunuz. Kalbi saygı ve sevgilerimle…