Şeb-i Arus Mu Şeb-i Yelda Mı?

Dini vicdanın ve dâhi hem aklın hem de insaniyetin; Müslüman akıl, birey ve toplumlarda krize girdiği bu zeitgeistte, zamanın ruhu çamurla sıvanırken, ilahi olanın kapitalizmin mabetlerinde nasıl da “aşk” adına yana yakıla, tütsüler ve ney eşliğinde harcandığına şahitlik etmek bir cihetle “Ya Rabbi! Ben bunlardan beriyim.” hakikatini elzem kılarken diğer cihetiyle de kadim medeniyetimizin nasıl da gölgeleştirildiğinin, çölleştirildiğinin entropiye uğratıldığının acısını da ta yüreklerimizin derinliklerine işlemektedir.

Akdeniz-Mezopotamya havzasının tüm kadim birikimleri barbar siyasal batı ve batıcılar ve dahi muhafazakârlar tarafından talan edilirken, bizzat bu medeniyetin müntesipleri tarafından da sunak taşına yatırılarak kurban verilmesi bir daha bu krizin nasıl da kök saldığını gözler önüne sermektedir. Bu medeniyetin birikimleri açısından kapitalizme tahvil edilebilecek olanlar postmodern kapitalist pazara ve her tür iktidar biçimine medyatik, bürokratik, ekonomik yalakalık, rant, rüşvet sağlayıcı olarak sunulurken, kimisi de ya görmezden gelinmekte ya da tu-kaka ilan edilmektedir. Vakıa şu ki muhafazakârlık denilen ne idüğü belirsiz ideolojinin hiçbir şeyin muhafazasının umurunda olmadığı gün yüzüne çıkmış ve Şeb-i Arus’u ve semahı da asli manasından kopararak bir kez daha kendisini göstermiştir.

47850_1df13663-3447-49b7-b533-6b442592c1fb

Mevlâna‘nın 745. Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri 07-17 Aralık 2018 tarihleri arasında icra edilirken ortaya çıkan uygulama biçimlerinin Tanrı Mammon’un kapitalizmle olan aşkının nasıl da kavi olduğunu göstermektedir. Evet, bu aşk ilahi bir aşk değil; belki kutsal olan ile kapital olanın vuslat gecesidir!

Şeb-i Arus, ölümün bir “Düğün Gecesi” olarak kabulüdür. Kutsalı kapitale tahvil eden bir anlayışın, ölüm hakikatini ne kadar sevdiği, darphane makinesinin dişlileri arasındadır.  Mevlana, ölüm gününü “Hakk’a vuslat” saymıştır ve “Herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan” der. Ölüm, kulun aslına dönüşüdür. Aslını kaybedenin bu asla dönüşü sadece kapital ve show üzerinden gerçekleşiyorsa bu durum ölümün vuslatı değil, belki başka bir Şeb-i Yelda ve kendisini bu medeniyetin müntesibi sayanlar açısından bir medeniyetin ölümünün alamet-i farikasıdır.

images mum

Öyle de;

Koyun beni hak aşkına yanayım

Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Yolumdan dönüp mahrum mu kalayım

Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

şebi arsus

Ebu Hanife, İmam Maturidi, Sühreverdi, Mevlana, İbn-i Arabi, Molla Sadra ve çok dehanın yer aldığı bu dehalardan ve medeniyetinden bi-haber yaşayan bu zevatın entropisini neyle açıklarsak açıklayalım yetersiz kalacaktır. Çünkü kendisi olmayan, aynı zamanda konuşulmaya değer olmayandır. Belki yazdıklarımız ve konuştuklarımız tarihe olan kaydımız ve onlar cihetinden bir uyarıcılıktır. Bunun ötesinde “dönmek” onların da hakkıdır. Lakin bu dönüşün dönüş olmadığını belirtmek te fayda vardır. Mesele özgürlük meselesi olunca batı aydınlanmasının barbarlık olduğunu sadece onlara bu “Aydınlanma Diyalektiği”nin neye tekabül ettiği noktasında batılı bir referanstan vermekle iktifa edelim. Ne diyordu T. Adorno ve Max Horkheımer, modern aydınlanma –buna ben özgürlüğü de ekleyerek söylüyorum- bir tür barbarlıktır. Batılı “aydınlanmanın –demirden faşistlerin ikiyüzlülükle göklere çıkardığı ve her şeye uyum gösterebilen insanlık uzmanlarının hayata geçirdiği- durmaksızın kendisini tahrip etmesi düşünmeyi, zamanın ruhunun (Zeitgesist) getirdiği alışkanlıklar ve eğilimler karşısında kalan son masumiyeti de kendisine yasaklamaya zorlamaktadır… Eleştirel düşünce bugün, büyük tarihsel eğilimin karşısında güçsüzmüş gibi gözükseler de, özgürlük kalıntılarından ve gerçek insani eğilimlerden yana olmayı gerektiriyor.” (Adorno)

mev

“Şeb i Yelda” olarak da adlandırılan 21 Aralık, en eski tek tanrılı inanış olan Zerdüştlükte de kış mevsiminin başlangıcı, yeni yılın başı olarak da bilinirdi. Ancak en uzun gece olması sebebiyle de, gece bitip sabah güneş doğana kadar yemekler yenir, eğlenceler düzenlenirdi. Bugün bile başta İran olmak üzere birçok yerde, Şeb-i Yelda günü kutlamaları yapılmaktadır. Şeb-i Arus törenlerinde ortaya konulan gösterişçiliğin, Şeb-i Yelda’mızın daha da uzayacağını göstermektedir. Vakıda, kutlamaları yapılan bu Şeb-i Arus’un izzetine yapılan bu hürmetsizliği ancak yine geleneğin kendi şairi cevap verebilir. Lakin biz, bu gelenek devlerinin sadece cüceleriyiz ve bu hak bize ait değildir!

Şeb-i Yelday’ı müneccimle muvakkit ne bilir!
Müptela-i gama sor kim geceler kaç saat”…

şebi yelda

Bu post modern kapitalistlerin yaptığı müneccimliğin ne Mevlana’nın ne de Cenab-ı Hakk’ın huzurunda bir kıymeti harbiyesi olmasa gerektir. Biz gerçek gamın müptelasıyız. İnsanlığın ve Müslümanlığımızın en kadim şehirleriyle beraber harabeye çevrildiği ve bu harabelerde cesetlerimizin çiğnendiği konjonktürde, bu kapitalist gösterişçi dindarlığa söyleyebilecek tek sözümüz “veyl olsun size!” Lakin Şeb-i Arus’umuza kast edenler şunu bilsinler ki bu devler ayağa kalktığında utancınızdan yerin dibine girecek ve bu minvalde kalmış olan zerre-i miskal erdemi de kaybetmiş olacaksınız. Ne diyordu Pir İbn-i ArabiHer insan halife adayı olarak dünyaya gelir, ne ki çok azı bunu başarabilir. Geriye kalanlar hayvan-insandır.”

Sözümüzün haysiyetine kastı olan varsa karşı cepheden, öyle de; “Ben de bu yayladan şaha giderim! Kadılar müftüler fetva yazarsa, işte kemend, işte boynum asarsa; işte hançer, işte kellem keserse… Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan!”

(Bu yazı Konya merkezli törenler dışındaki Şeb-i Arus ve semahın istismarının eleştirisi olarak yazılmıştır. Konya’daki törenlerle bir alakası yoktur.)

blog-0247838001374571916

Gürgün KARAMAN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir