Kendisi Olan İnsan

Toplumumuzda insanlar kendilerini objektif olarak değerlendirip geliştirecek kadar gerekli sosyal etkilere sahip değildir. Bunda daha çok toplumun sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel travmaları sonucu ortaya çıkan kimliksizleşme ve edilgenleşmiş karakteristik düşünce alışkanlığı etkendir. Yani bireyler doğuştan sahip oldukları yeteneklerini, aklını ,kabiliyeti çeşitli toplumsal hezeyanlara kurban vermektedir. Bir nevi ”toplumsal ego”da diyebileceğimiz çarpıtılmış, korku temelli zihin alışkanlıkları bireyi, sonrasında toplumu tek tipleştirip edilgen hatta kanaatkarlık adı altında ”mutlak boyun eğen” hale getirmektedir.

Ve insan evrenle bütünleşecek, diğer canlılarla aynı varoluş değerini kavrayacak, eşitlik bilincine varacak anlayışa sahip olduğunda acılarından kurtulup illüzyondan çıkacaktır. Bu noktada insanın ”yüzleşme” ihtiyacı kendisini, doğasını, başka insanları sağlıklı anlamada önemli özelliktir. İllüzyondan çıkmadan acıdan kurtulma olmaz. Toplum bu süreçte bireyleri zihinsel çarpıtmalara uğratarak insanları kendi içsel doğalarına, dolayısıyla başka canlılara yabancı hale getirmektedir.

Gelenek, normlar, sosyal yaşam alışkanlıkları bir zaman sonra sorgulanmadıkça bireyleri türlü bireysel, sosyal travmalara itebilmekte. Sosyalleşme kişinin kendi potansiyelini her türlü sosyal etkiye rağmen, en etkin biçimde ortaya çıkaracak kadar cesur olanların özelliğidir. Unutmayın başka insanlar değil sizi pasif yapan veya sizde hata görüp hemen suçlamak isteyen, sizin kendinize inandırdığınız yanlış inançların duygusal etkileri doyumlu, huzurlu yaşamanızı etkiler.

İnsan ancak kendi derinliği, kendi yüzleşme ihtiyacı kadar yaşamda var olur. İnsan kendisini, evreni keşfettiği sürece gerçek manada yaşamaya başlar. Toplumsal travmalar çözümü için artık çok bilgili insanlardan ziyade, duygusal zekası gelişmiş veya onu koruyabilmiş kişilikler önemli. Çok bilgili olmak demek aynı zamanda evrensel düşünen, sağlam karakterli insan demek değildir. İlim irfanla vücut bulunca hakikatler yaşanır,

Ne kadar sosyal öğrenme için uygun olan ”Üzüm üzüme baka baka kararır” sözü toplumda karşılık bulup okumama eğilimi artıyorsa da var olan öğrenilmiş çaresizliğe direnmek, cesaretle ”Ben bilmiyorum” demek yaşam içinde kişinin içindeki derin potansiyeli çıkarma adına güçlü bir adımdır. Hakikaten ”Bilmemek Mutluluktur” derken kişi kendi içini fark ettiği için gelişme ihtiyacı duyar. Kendimiz için okuduğumuz zaman başkalarını da çok daha iyi anlarız, o zaman ortaya harika yaşam oluşumları çıkar.

Ve kişinin başkalarını, başka düşünceleri, fikirleri objektif olarak algılaması için kendi içsel doğasının gerçeğini, yapısını, özelliklerini bilip var olan potansiyelini kullanması gereklidir ki kendi farklılığının farkındalığını bilmeyen kişi hangi sıfatlara sahip olursa olsun dış dünyayı görmek istediği gibi görür, başka pozitif durumları görse bile kendi dünya algısına uymadığı için görmemezlikten gelebilir. Tabi bu süreç kişi de negatif duyguların, düşüncelerin oluşumuna neden olur, bireyde egosal düşünceyi besler, yapıcı bütünsel algılama yerine kutuplaşmacı, ötekileştirmeci, tek tipçi bağnaz durumlara sevk eder kişiyi.

Bu noktada birey okumada önce kendi içsel doğasını tutarlı olarak görmeli, neyi düşünmesi gerektiğinden önce ”Nasıl Düşündüğünün” farkına varmalı. Bir bakıma okumak önce kişinin kendi içsel donanımını, kendi fabrika ayarlarını tanımasını sağlamalı. Diğer türlü kişi yanlı, tutarsız, evrensel olmayan, dar bir bakış açısıyla mantık yürütür. Başkalarını anlamadan veya anlamak istediği gibi anlayarak hayata yön verir ki bu ruhsal boyutta kişide çatışmalara neden olur, negatif izler bırakır.

Okumak aynı zamanda sosyalleşmek için de hayati öneme sahiptir. Yeteri kadar bilgilenme olmadan sosyal hayat deneyimleri gerçekten kişiyi sosyal yapmaz, kişi için bu noktada sosyallik belli bir takım kısır döngü alışkanlıkların tekrarı olur. Sosyallik çokça gezmek, yer görmekten ziyade bireyin kendi içsel dünyasına mana katacak, onun kendisiyle yeniden bütünleşme ihtiyacına cevap verecek durumları içerebilmeli. Okuma alışkanlığı insanın sosyal hayatta amaçlı olmasına, zamanı verimli etkin kullanmasına harika olanak sağlar.

Hayatın çok kısa olmasından şikayetçi olan insanların temel özellikleri hayatı boş yaşamalarıdır. Hayat ne kısadır ne uzundur, olduğu kadardır. Hayatı anlamlı yaşarsan zaman seni eskitemez, hayatı anlamlı kılmak için hayat amacına bağlı olarak anlamlı işlerle uğraşmak gereklidir. Boş işler yaparak dolu dolu ömür yaşanmaz.

Ve iyi iş yapmanın büyüğü, küçüğü zamanı yeri olmaz. Az iş yaparak büyük başarı elde edinilmeyeceği gibi sabırla yoğrulmamış işlerden de kıymetli sonuçlar çıkmaz.Bizler zamana değil, kendi çaresizliklerimize, eksik – yanlış bilgilerimizin hayatımıza olan etkilerine yenik düşeriz. Etiketi seven toplumuz, içerikten çok ambalaja önem veriyoruz, bunun temelindeyse derin komplekslerimiz var. Bir şey çok değerli de olsa bedeli yoksa değer görmüyor, daha basit bir şey farklı şekilde cilalanıyor veya farklı yolla sunuluyorsa değer görebiliyor. Kalitesiz şey çoğu zaman aptalca toplumsal algılar, veya farklı ilişkiler sürecinde kaliteli gösterilebiliyor.

Bu toplumda her çok talep gören şeyin gerçekten kaliteli olduğunu, ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum. Pazarlama, reklam, tanıtım stratejileri kapitalist algıyla oluşturulunca yozlaşma kaçınılmaz, gerileyiş bitmez, narkoz devam eder. Kalite nicelikten çok nitelikle, kabuktan ziyade özle, içerikle ilgilidir. Toplumun istekleri her zaman gerçekten ihtiyacı olan şey değildir. Modern zamanlar da farklı şekilde rant temelli algıda, insanları mutsuz eden ürünler, yapılar ihtiyaçmış gibi empoze ediliyor, zamanla bu döngü kitleleri bağımlı yaşamlara itiyor. İstek her zaman gerçekten ihtiyaç değildir, istekler genellikle topluma farklı şekilde dayatılan durumların sonucudur.

Toplumsal bilinç zamanla gerçekten neye ihtiyacını bilemez, kendisine sunulanı ihtiyacı gibi görebilir. Bu bilinçsiz tercih istek olur, gerçek ihtiyaç olmaz. İhtiyaç sorun çözerken istek kişide kısırdöngü yapar, bilinç zafiyeti yapar, toplum algısı öğrenilmiş çaresizlik içinde kıvranır. İhtiyaca cevap vermek etik olarak gerekli ki bu olunca kitleler gerçekten isteklerini gerçekçi yapabilir.

Talep yaratmak her zaman ihtiyaç olanı karşılayacak ürünü ortaya koymaz, arz- talep dengesinin arkasında süslenmiş biçimde derin rant varsa kalite diye sunulan şey sömürü aracı olur. İşin fayda kısmı ise yara almış egolara, vicdani yapıdan uzak odaklara yönelir.

Halil KIRIK

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir