Bedava Çökelek Verirlerdi; Ekmek, Su, Yemek…

Kültürümüzün henüz bozulmadığı yıllarda birçok yerde olduğu gibi Elbistan’da da bazı şeylere verilen bazılarına da verilmeyen değer şaşırtacak boyuttaydı. Mesela Ceyhan ve Söğütlü nehirlerinin kıyısında veya arklarla sulanabilir uzaklıkta olan sayısız bahçe veya bostana uğrayan birinin, orada çalışırken veya otururken gördüğü bir hanımdan Deyze/hanım abla, ıcık alma verii? ya da Biricik açir ver heeri diye isteyip de elinin boş döndüğü görülüp duyulan şeylerden değildi. Para istemeyi düşünmek bile ayıp karşılanırdı. Bir de elma ya da acur isteyenin gerçekten aç, fakir, dilenci, yolcu olduğu anlaşılırsa başka yiyecekler de verilir, dahası yolculuğuna azık da eklenirdi.

Bir yolcu acıktığı halde parası yoksa veya istemeye utanıyorsa, habersiz almaya mecbur kalmasın, alıp karnını doyursun diye tarla, bahçe ve yol kenarlarına, cami avlularına, meydanlara, sahipsiz yerlere Kuşların, çocukların, yolcuların hakkı niyetiyle başta dut olmak üzere meyve ağaçları dikilirdi. Dikerken peşinen alacak olanlara helal edilirdi. Buna rağmen, aklına düşeni işleyen kaşarlanmış döllerin ille bir bahçeye girip dallarını kıra kıra alma, armıt ya da erik yolmadan duramamaları başka bir şeydir. Bir de aynı döller, vakti gelince tarlanın neresinde neyin ekili olduğunu sahibinden daha iyi bildikleri bostanlara dadanırlardı. Koca bir nahananın/lahananın içiynen hepisi doyacakken, her biri birinin hatta ikisinin ortasını oyup oyup yerlerdi ki düşman talan etse ancak o kadar zararı olurdu. Bostandaki hıyarınan, tomatis evlekleri de benzer talandan geçerdi helbet. Halbısaaki, yolmayıp, sahibine gitseler “Emmi bir nahana verii deseler, alırlardı. Gönlü olmasa bile adamcağız “Şinci bu döllere vermezsem anam avradım ossun tarlayı harap ederler…” korkusundan verirdi.

Böyle bostan yolanlardan birine sormuştum:

‒ Yahu neden yolardınız, isteseydiniz vermezler miydi ki?

Tam bam teline parmak basmışım gibi cevap vermişti:

‒ Get la get; eyle dadı mı olur. Şeyle garanlıkta gorha gorha bostana giricin, ortası demir gimi olan nahanayı bulucun, pıçaan yoosa tam ortasına bannaklarını daldırıp avuc avuc çıharıp yiicin ki dadı gele

Yabancı birisinin yolu bir köye düşecek de misafir edilmeyecek; karnı doyurulmayacak, hayvanı varsa ona bakılmayacak ve de giderken azık verilmeyecek! Bu hiç görülüp duyulan şeylerden değildi. Hatta o misafiri ben götüreyim, sen götürme münakaşası bile olurdu.

Aynı şekilde Elbistan’ın hemen her mahallesinde zenginlerin oluşturduğu odalara da gelip misafir olan yolcular, kalacağı gün kadar ağırlanır, yatırılır, yedirilir, içirilir ve azığı verilip uğurlanırdı.

Bunlar bir yana, mesela bir mahallede ekmek edilse onun mis gibi kokusu üç sokak öteden duyulurdu. Yani şöyle Löddük, Gosguç ya da Çelik-Çomak oynarken yorulup acıkan çocuklar, kokuyu duyar duymaz hareket geçecekler, ne kadar uzak olursa olsun ekmek edilen tandırlıı/ ekmeklii elleriyle koymuşlar gibi bulacaklar ve kapısını açıp şöyle bir göründükten sonra Deyzee bize ıcık çaldırma verin heeri” diyecekler de o teyze(ler) Aman gadanızı alıyım, durun, ıcık bekleyin de size bazlama (veya çaldırma veya dearmi) bişirek demeyecek. Hatta piştikten sonra tandırın yanında bir küçük yığın olmuş ekmekleri evde kuruması için hazırlanan yere götürüp sermek için alabildiği kadarını alıp kırmadan ilerleyen kızına veya gelinine seslenipGızım, çökelek derisini getir de şu döller katık etsinler… demeyecek; mümkün mü? Vallaha herkes kınardı. Öte yandan elleri boş dönerse o döllerden o kadının çekeceği vardı; artık tavuğunu mu çalarlar, yemek pişirirken bacasından bir avuç toprak mı atarlar, ya da bacasının hefeğini kapatıp evi dumana mı boğarlar, Allah bilir.

Sokaklarda satıcılar dolaşarak armıt, alıç, alma, meşe odunu, soolcen çiçea, dağdağan, pambık şekeridatlı, sülük, çağla satarlardı çerçiler tuhafiye malzemeleri. Bunlar, yemek vakti geldiğinde hangi evin önündeyseler o evin hanımı ya örtmeye çıkarak, ya da pencereden bakarak Gardeş, şo ağacın dibine otur da saa yimek getiriyim… derdi. Dilencileri söylemeye hiç gerek yok…

Çocuklar, piknik yapma veya balık tutup pişirme niyetiyle yola çıkıp da akıllarına tuz, biber almadıkları düşerse rastladıkları ilk evdenDeyzee amman bize ıcık duzunan biber ver gı diye veya çarşıdan geçeceklerse bakkal dükkânın birinden “Emmi ıcık duzunan biber ver heeri?” diye istemeleri kâfiydi. O teyze veya o emmi, hemen bir gazeteden iki parça kopartıp birine tuz diğerine kına biber kor, her birini iki katladıktan sonra açık olan tarafın bir tarafından başlayıp mini mini katlamalarla adeta fermuar gibi örerek son ucuna gelir ve onu da bir katın içine sokardı. Artık havaya atıp tutsan, kolayca içendeki dökülmezdi. Merak edenler veya şöyle takılmak isteyenler sorardı:

Nireye gediyorsuuz laa?

Yemeği yenir.. Cömert.. Kapısına gelenin eli boş dönmez.. Sofrası açık… bilinmek; fakiri, yolcuyu, muhtacı ve dilenciyi eli boş çevirmemek övgüye ve hayranlığa sebep olurdu…

Ben görmedim; ama anlattılar: Fırıncılar, fırının önünde ve gelip geçenin göreceği bir yere koca bir deri tuluk dolusu çökelek koyarlarmış. Çökeleği, iş için köyden gelmiş veya fakir biri ekmek alıp kuru kuruya/ katıksız yiyecekse -ki hemen herkesi tanıdıklarından bilirlermiş- onu fırında hazırlanan bir köşeye oturtup  katık olarak da bedava çökelek verirlermiş. Fakirse hepsi bedava, ekmek alacak parası varsa çökelek bedava… Şunu söylemek gerekir, o yıllarda çökelek neredeyse hiç satılmazdı. Konu komşuya, peynir alana iki üç kilo kadar çökelek de hediye edilirdi. Fırıncılar da çökeleği çok ucuz alırlarmış.

Köylerden veya komşu ilçelerden askerlik, hastalık, mahkeme, iş takibi ve ticaret gibi nedenlerle Elbistan’a gelip de dini bayramlardan birini burada geçirmek zorunda kalan vatandaşlar olurmuş illaki. Başka misafirler de.. Bunlar camiye geldiklerinde misafirperverler tarafından gözetilir ve bayram namazından çıkarken gözüne kestirdiği birinin veya ikisinin koluna girerek Gardaşlar, bayram yimeani bizde yiyek, buyurmaz mısıız… der ve itiraz etmelerine meydan vermeden eve götürürmüş. Tabii ki yemek yenilir, ikramlarda bulunulur; fakir olduğu anlaşılırsa bahşişin yanında hediyeler verilirmiş…

Böyle cömertlik, başkasını düşünme, ihtiyacı olana el uzatma ne kadar azaldı! Varlık, tüketim, kazanç ve imkânlar arttıkça cimrilik de artar mı ki?

Arif BİLGİN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir