Soğuklar ve Belediye Otobüsü

Yetmişli yılların ortalarına doğru yavaşça ilerlerken mevsim zemheride karar kılmıştı. Erzurum’un soğukla beraber anıldığı günlerdi. Evlerin ve işyerlerinin camlarının buzlu cama dönüştüğü, şebeke sularının ve arabaların motorlarının donduğu zamanlardı. Çatılardan mızrak gibi buzlar sarkar, ıslanan her şey kaskatı kesilirdi. Ayakların ve ellerin  mosmor kesilerek sızım sızım sızladığı yıllardı. Ayazın jilet gibi kestiği, soğuktan göz pınarlarından kopan yaşın yanaktan aşağı inmeden buzlaştığı görülürdü.

Yerlere bastıkça yerden gırç gırç sesleri geliyordu. Araç trafiği fazla yoğun değildi. Ulaşımda daha çok faytonlar kullanılıyordu. Bu da aslında tehlikeyi büyütüyordu, buzda atların kontrolü daha zor oluyordu. Böyle bir zamanda beş-altı arkadaş kızaklarımızla Kâzım Yurdalan Mahallesi’nden İstasyon’a doğru yol alıyorduk.

Ayağımızda mes-lastik, başımızda tiftik papak, ellerimizde yün eldivenler, üstümüzde üst üste giyilmiş kazaklar vardı. Kabanlarımız var mıydı, bilemiyorum.

Şehrin bir ucundan diğer ucuna kızakla gitmek zevkliydi ama yorucuydu. İstasyon’a doğru meyil olduğundan kızaklar yağ gibi kayıyordu buz üstünde. Yapmamız gereken kızağa sağ yanımızın üstüne sağlamca uzanmak, yüzümüzü ayazdan korumak için başımızı kızağa doğru eğerek yolumuza devam etmekti. Sol ayağımız arkada hem fren vazifesi görür hem de sağa sola dönüşleri sağlardı.

Kızaklardan inip ayağa kalktık, paçalarımızdaki kar ve buz parçalarını temizledik. Kızaklarımızın ipini bileğimize bağladık, ellerimizi cebimize sokarak Gürcükapı’ya doğru yola çıktık. Yaklaşık bir saatte mahallemize varabilirdik.

Kenan, “ya arkadaşlar bende biraz para var, sizde de bozukluklar varsa otobüse binelim” dedi. Bu fikir herkese sıcak geldi. Otobüs de ne sıcaktır şimdi. Cepler yoklandı on kuruş, elli kuruş, beş kuruş derken otobüse binecek kadar paramızın olduğunu gördük, hatta yirmi kuruş kadar da fazlalık vardı.

Ayaklarımız mosmor, ellerimiz artık soğuğu hissetmiyor, burnumuz düştü düşecek. Ama içimiz sıcak, şimdi otobüs gelecek ve binip ısınacağız. Uzun bir zaman bekledik 3 nolu belediye otobüsü karşıdan göründü. Gözlerimizdeki ışıltılardan bir sürü galaksi inşa edilebilirdi.

Otobüse arka kapıdan bindik, hemen biletçinin karşısında boşluk bir alan vardı, oraya kızaklarımızı güzel bir şekilde yerleştirdik. Sıcak görünce mayışmıştık. Biletçinin sesiyle kendimize geldik; “hadi, çocuklar biletlerimizi alalım”  dedi. Bütün bozuk paralarımızı biletçinin masasının üstüne koyduk. Paraları tek tek saydı sonra parmağını dudağında ıslatarak biletlerimizi lastikle sıkıştırılmış koçandan koparıp verdi. En arka koltuk boştu, hepimiz kelaynak kuşları gibi arkaya sırayla oturduk.

Epey bir zaman kendimize gelemedik, buzlar yavaş yavaş çözülmeye başladı. Otobüs de Yenikapı’dan Taş Ambarların önünden geçerek Tebrizkapı’ya varmak üzereydi. Taş Mağazalarından Kongre Caddesinden dolaşarak Köse Ömer’den Gülahmet’e döndü. Mahallebaşı’nda iyice kalabalıklaşan otobüs, Tosya’dan çevre yoluna çıkınca iki durağımız kalıyordu; Gürsel Evler ve Belediye Evleri. Belediye Evlerinden yukarıya yüz metre kadar yolumuz kalıyordu yürüyeceğimiz.

Gürsel Evlere gelince Mehmet Şirin; “arkadaşlar daha yeni ısındık, biraz daha kalalım, bir tur daha atıp gelelim” dedi. Dışarıya baktık tipi başlamak üzere,  rüzgâr yerlerden karı kaldırıyor Karskapısı’na doğru serpiştiriyordu. Akşam yaklaşınca ayaz da artmış. Hem işimiz ne bir tur daha atsak kıyamet mi kopar diye düşündük. Otobüs kombinaya gidip nasıl olsa dönecekti. Gülüşerek herkes onayladı bunu. Otobüs son durak olan  Belediye Evlerinden geldiği yöne doğru yöneldi. Karayollarından dönüp  Tosya’ya varmıştık ki; “önümüzdeki durakta inin ulan” diye sert bir ses işittik. Bu otobüsün biletçisiydi, bir sürü söz sayarak arada küfürle karışık sözler söyleyerek Mahallebaşı’nda bizleri otobüsten indirdi.

Aşağı inince soğuktan gözlerimizden yaş akıyordu. Hava buz gibi, ayaz bıçak gibi kesiyor. Bu fikri veren arkadaşa bağırıp durduk ama en azından kombinada  inmediğimize şükrettik. Yirmi dakika sonra evlerimize varabiliriz diyerek yola koyulduk.

Kızakların iplerini kollarımıza bağladık, tiftik papaklarımızla yüzümüzü iyice koruduk. Önde biz arkada kızaklarımız olduğu halde “12 Mart İlkokulu”nun önündeki yokuşu türkü söyleyerek tırmanmaya başladık. Karayollarından karşıya geçince biraz daha hızlandık. Bitik bir durumda mahallemize varınca herkes evine koştu.

Eve vardım, sobada kok kömürü yanıyor, sobanın yanları nar gibi kızarmış, belki fırınında patates bile vardır kim bilir.

Sobanın arkasındaki minder ve yastığa kendimi atacağım ama önce moraran ellerimi ve ayaklarımı soğuk suda bir süre bekletmem lazım, yoksa sıcağı görünce sızım sızım sızlayacak.

Mehmet Toygar ÖZDEMİR

2 Yorum

  1. Ramazan Özer Cevapla

    Ben de bilirem Erzurum’u soğuğini. Altı yılım orada geçti. Çok güzel bir yazı, beni eski günlere götürdü.
    Tebrik ediyorum.

  2. Mehmet Toygar Özdemir Cevapla

    Teşekkür ederim Ramazan Özer Bey.
    Anıların kıymeti işte, insana soğukları bile özlettiriyor.
    Umarım güzel anılar biriktirmişsinizdir o altı yılda.
    Selam ve muhabbetle.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir