Sütlü Kahvenin ‘Kişisel’ Tarihi

‘Artık ortaokula başladım. Hâlâ kahve içemez miyim?’ sorusunu geniş aile meclisinde Babaannem’e sormamın ‘politik’ bir tavır olduğunu kabul ediyorum. Hele bunu süklüm püklüm, kedi gibi sokulgan, uçmaya hazırlanan kanatları yeni tüylenmiş bir yavru serçe tavrıyla yapmak! O vakitler daha mahirmişim anlaşılan! 

Kesin kanaatleri olan ve keskin davranış biçimleri sergileyen ataerkil-kalabalık aile çocuğuysanız gayri ihtiyari ‘geçim yolları’ bulmanız gerekir daha küçük yaşlardan itibaren. Şahsi fikirleriniz pek önemsenmez, merak ve taleplerinizin büyük çoğunluğu da. Veya siz öyle hissedersiniz. Ailenin genel geçer kurallarına sadakatle bağlı olmanız mühimdir. ‘Olmaz bu çocuk’ denilenlerden değil de ‘Aferin çocuğuma’ diye takdir görenlerden olmayı arzu edersiniz genellikle. Ve fakat… 

Kahve mevzuunu hangi cesaretle açmıştım tam hatırlayamasam da hanede bütün yüzlerin güleç olduğu bir vakte denk geldiği dün gibi aklımda. Yahut getirdiğim. Babam gözlüklerinin üzerinden ciddiyetle bana bakarken, dedeme biraz daha yakın otursaydım keşke diye düşünmüştüm mutlaka. Annem kalın şişleriyle ördüğü yeleğin ilmeklerini şaşırıp baştan saydı. Babaannem elindeki çetik örneğini yanına koydu. Dedem tesbihinin koca taşlarından birini daha tetik misali şakkadanak düşürdü. Acı kahvesinden höpürdeterek bir yudum daha aldı. Ağzı mı kalaylıdır nedir, hiç yanmaz mı insan kaynak kahveden? ‘Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar’ deyiverdi. İşte tünelin ucunda ışık görünmüştü.

Dede ve Babaanne himayesini, ana-babanın yılmaz ve katı terbiye sistemine siper edebilmeyi böyle böyle öğrenmiştim galiba. Aslında hepsinin ‘danışıklı dövüş’ olduğunu ise pek yakınlarda kavradım sanırım. 

‘Kalk hemen, doğru dersinin başına’ komutu annenden geldiğinde ‘Elleme uşağımı, misir haşladım. Yesin öyle gider’ diyecek babaannen varsa başında ağa da sen olursun paşa da. Bu dengeyi kurmaksa zaman, yaş ve tecrübe işi anlaşılan. Hele hele yaptığınızı ‘çocuğun şımarmasına’ yol açmadan, sezdirmeden yapmak. Ustalık o vakit belli oluyor. 

Dedemin atağından sonra Babaannem hiç durur mu: ‘Uşağıma sütlü kahve yapem madem ben. Oğlan çocuğu canı çeker.’ Bu ikinci işaret fişeğiydi işte. Beklenen gün gelmişti demek benim için. Kahvenin kokusunu duymaktan, tadını almaya geçmek ciddi merhale. Ehline ayan. Anam bir yandan, yengem bir yandan davrandıysa da ‘Oturun oturun siz. Ben zaten kalkacaktım kızım peynire bakmaya. Suyu süzülmüştür kaldırıverem. Hem keçi sütü artmıştı biraz. Onunla yapayım kahvesini uşağımın.’ Babam ‘Boşver anacığım, içmez o! Bakma konuştuğuna! Çocuk işte!’ dese de noktayı ‘suhulet ve katiyyetle’ koyan her zaman ki gibi Dedem oldu: ‘Kalktı artık ananız. Yapıversin. Sevinsin çocuk.’ 

Bu ‘çocuk sevindirme sevabını’ başkalarına bırakmamak aile büyüklerinin hayattaki tek ‘hodbinliği’ olsa gerek! En azından torun gözüyle. Zira yazılı olmayan kuralların bu kadar sudan sebeplerle askıya alınması ancak kıyamet alameti sayılabilir. 

Tepsinin içinde gelen kahve fincanı herkesin fincanından neden büyüktü bilmem. Şimdilerin ‘duble’ sayılanlarından. O an öğrendiğim bir meselede tepsiden fincan almanın bile maharet gerektirdiğiydi. Silme dolu olan süt takımı fincanını tabağa dökmeden alacak kabiliyete henüz erişmediğimi düşünmüş olmalı ki anamın ‘lahavleli’ nefesini başucumda hissettim. ‘Döker o şimdi ben alayım!’  Küçük sehpa önüme kadar çekilip bir fincan sütlü kahve tak diye konduğunda ‘kazık kadar çocuk’ olan ben, ‘vazgeçtim, içmek istemiyorum bunu!’ diye ağlamanın eşiğindeyim neredeyse! Belirli bir kahve içme ritüeli olan geniş ailede ‘içme kara çocuk olursun’ diyerek büyütülmüş olmanın baskısıyla, beklenmedik bir anda ‘içiversin toleransına’ sahip olmanın yaşattığı ‘duygu durumu bozukluğu’ tam olarak bu olsa gerek! İçemiyordum. Fincan bir yandan hadi diyor, kahve öbür yandan benden soğuyordu. Nihat Hatipoğlu tanınan biri değildi o vakitler! Ama bunlar oluyordu! Elim ayağıma, kolum bacağıma dolaşıyor, dolaşıyordu! 

Kahve fincanı ile bakışmakla geçen bir dakika boyunca içleri gülen bir sürü gözün beni izlediği fikri o dakikayı neredeyse bir asra çevirmişti. Biteceği yoktu bu işkencenin. Nereden beladan istemiştim! 

‘Eğil’ komutuyla kendimi sipere atacaktım neredeyse. ‘İç bakalım üzerinden bir yudum’ Sorgusuz sualsiz içtim. Çünkü komut dedemden geliyordu. Sizin hiç ‘damağınızın derileri’ elinize geldi mi? Benim o an ilkti! Meğer dökülmesin diye alınan o ilk yudumu yüzeyden almak icab edermiş. Kaymak tutan üst kısmı büsbütün ‘vakumlamak’ tam bir acemilik! İki gözümden birer damla yaş pıtladı. Bence aileler çocuklarıyla daha fazla konuşmalı yeniliklerin arifesinde. Bu kahve içmek olur, kurban kesmek olur, kardeş yapmak olur! İletişim az olunca hatalar çok oluyor. O nasıl bir yanmaktı Allah’ım! Cehennemde böyle bir azap çeşidi bile olabilir. Tarifi mümkün değil affedin. Yaşayan bilir. 

Biz bu konuya nereden düştük ki durup dururken demeyin. Hepsi benim gecenin birinde sütlü kahve içmeye niyet etmemle başladı! Bütün mesele ben yandım eller yanmasın! Kırk yaşını geçtim, hâlâ kahve içmeyi beceremiyorum. Damağıma yapıştı yılların kaymağı. Ağzım mı kalaylı ne? Artık o kadar yanmıyorum.

Sinan TERZİ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir