Cengiz Dağcı’nın “Söyleyin Duvarlar” Şiirindeki Değişmeler-II

22 Eylül 2011 tarihinde Londra’daki evinde vefat eden, hiç beklemediğimiz bir şekilde 1 Ekim 2011 tarihinde Kırım’ın Akmescit şehrinde cenaze namazını kıldığımız ve 71 yıl ayrılıktan sonra köyü Kızıltaş’ta anne toprağın koynuna yatırdığımız CENGİZ DAĞCI’nın aziz ruhuna Fatihalarla…

Önceki yazımızda Cengiz Dağcı’nın “Söyleyin Duvarlar” şiirindeki değişmeleri şiirin birinci bölümünde bitirmiştik. Bu yazımızda şiirin diğer bölümündeki değişmeleri ele alıyoruz.

II

Söyledi divarlar, o buyük divarlar…

Qalbime sarıldı burçaqlı bulutlar.

Dedim men, bu saray çoq künler keçirdi.

O künler topraqqa köz yaşlar içirdi.

Bu çilter sofalar boyunda bir zaman,

Qayğığa kömülip tespiler çekti han.

Bu yerde at mindi o deli azmanlar,

Qan içip namlandı Şirinler, Mansurlar.

Oynadı küldiler aremler boyunda,

Zevq-safa keçirdi hanımlar qoynunda.

Geraynıñ atlısı qorqu ne bilmedi,

Atlarnıñ tübünde taş-topraq inledi.

Kesildi insanlar, töküldi al qanlar,

Qalqanlar tübünde qırıldı qılıçlar.

İç aman körmedi şu Pontnıñ yalısı,

Ne Polâk toprağı, ne Tuna yalısı.

Saraydan İdilge, İdilden Tunağa

Barğancek yolları boyadı al qanğa.

İnanıñ dostlarım, körgenim – bu saray,

Keçmişi qaradır değenim – bu saray.

……………………………………

Şiirin ikinci bölümünden itibaren şairin duvarlardan öğrendiği bilgileri, edindiği izlenimleri görmeye başlarız. 20 mısradan – 5 dörtlük- oluşan bu bölümde, duvarlar konuşmaya başlar. Daha doğrusu, şair düşündüklerini duvarlara söyletir. Dağcı’nın Kırım tarihi konusunda resmi tarih dışında müktesebatının bulunduğunu buradaki bir takım telmihlerden anlarız. Şair sarayın içine duygulu, coşkun bir ruh hâli ile girer. Kalbi heyecanla çarpmaya başlar. Yağış yüklü bulutlar gönlünü doldurur. Sarayın geçmişini hatırlamak, onu bir duygu sağanağı altında bırakır. Bu giriş kıtası Dağcı’nın atalarının izleri ile buluşmaktan duyduğu heyecanı yansıtır. Ama büyü yine dördüncü mısrada bozulur:

O kunler topraqqa koz yaşlar içirdi.

Sarayın, Dağcı’nın gözleri önünde canlandırdığı tarih, Kırım Hanlarının Kıpçak bozkırlarına, Karadeniz kıyılarına ve Avrupa’ya atları ile akınlar yaptıkları dönemlerdir. Sonraki dörtlüklerde bu bakış açısı açıkça görülür. Ancak editör, dörtlüğün son mısraını değiştirerek Cengiz Dağcı’yı muhtemel bir cezadan kurtarır. Kırım hanlarının saltanatı, o toprakları acı ve üzüntü içinde bırakmıştır. Ülkeye kötülükten başka bir şey vermemiştir. Böylece Sovyet görüşü şiire bir kere daha girmiş olur.

Şair daha sonra sarayın sofalarına, odalarına girer. Bu süslü, işlemeli mekânlar içinde yaşayan Hanlarla bütünleşir. Hayat her zaman güzellikler ve başarılarla dolu değildir. Kırım Hanları da kederden arınmış bir hayat sürmemişlerdir. Neşeli zamanları da olmuştur kaygılı zamanları da. Kaygılı anlarında Han, işte bu sofalarda tespihler çekmiş, dualar etmiş ve Tanrı’dan yardım istemiştir. Hanın, gözünü budaktan esirgemeyen korkusuz süvarileri bu yerlerde at binmişlerdir. Dörtlüğün son mısraı tekrar Sovyet anlayışına göre düzenlenir. Şirinler, Mansurlar kan içerek ün kazanmışlardır:

Qan içip namlandı Şirinler, Mansurlar.

Şirin ve Mansur aileleri, Kırım’a önemli hizmetler yapan ve savaşlarda yararlılıkları görünen büyük ailelerdir. Zaman zaman bu aileler yönetimde büyük nüfuz elde etmişlerdir. Bu telmihlerden Dağcı’nın, Kırım tarihi hakkında daha başka kaynaklardan da bilgi sahibi olduğunu anlıyoruz. Şirin ve Mansurlara Şamil Alâddin tarafından verilen “kan içicilik” özelliği elbette devletin Kırım Hanlığına bakış açısını yansıtır.

Üçüncü dörtlük bir önceki dörtlükte yer alan kaygı atmosferini telafi eder. İlk iki mısrada Hanların, haremde oynayıp güldükleri ve güzeller ile zevk ve sefa âlemleri yaptıkları söylenir. Bu mısralar, bir nevi önceki kaygı tasvirinin kontrastı gibidir. Üçüncü mısradan bölümün son mısraına kadar, kahramanlık ve savaş tasvirleri ile karşı karşıya kalırız. Girayların atlıları korku bilmezler, atlarının ayakları altında taş ve toprak inler. Savaşlarda insanlar kesilir, al kanlar toprağa dökülür. Kılıçlar kalkanlar üzerinde kırılır. Pontus (Karadeniz) kıyıları, Polonya toprakları ve Tuna boyları bu akınlardan nasiplerini alırlar. Kırım Hanları ve askerlerinin kahramanlıkları bu bölgelerdeki düşmanlara aman vermez. Bahçesaray’dan İdil (Volga) nehrine, oradan Tuna kıyısına kadar büyük bir coğrafya Kırım Hanlarının hâkimiyeti altındadır ve bu topraklar al kana boyanarak elde edilmiştir. İşte Dağcı’nın 20 yaşında iken gördüğü sarayın duvarları, ona tarihle ilgili bu kahramanlık tablolarını anlatır. Saray ona bütün bir Kırım tarihini gerçek yönü ile hatırlatır. Bölümün son mısraında yine editör devreye girer:

İnanıñ dostlarım, korgenim – bu saray,

Keçmişi qaradır değenim – bu saray.

Daha önceki mısralarda anlatılan şanlı ve övünç duyulan tarih tablosu, son mısrada yapılan değişiklikle haydutların çapullarından oluşan bir tarih anlayışına evrilmeye çalışılır: Bu sarayın geçmişinde kötülükler vardır, bu sarayın geçmişi karadır. Kanaatimizce buradaki son mısra, daha önceki mısralarda oluşturulan imajı silmek için yeterli etkiyi göstermez. Bölümün sonunda nokta işaretleri ile imlenmiş bir mısra daha vardır. Buradan bazı mısraların atılıp atılmadığını ne yazık ki bilmiyoruz. Bu noktalı satır, şairi tarafından bölümün anlamını daha pekiştirmek amacıyla da konulmuş olabilir.

III

Mına şu mezarlıq, mına şu Geraylar…

Sarıqlı baş taşlar közüme qaraylar.

Sessiz ve soluqsuz men kirem… dolanam,

Mezarlar taşına tayanam, oylanam…

Közüme baqalar duyğusız dürbeler,

Bizlerni qurtar, dep ellerin bereler.

Çekiliñ kenarğa! Men başqa insanım!

Canım da qanım da başqadır, inanın!

Asırar keçtiler, asırlar keçerler,

Asırnı quvalap asırlar kelirler!

Lâkin sen de Geray, mezardan turmazsıñ,

Turıp da bir daa sarayğa barmazsıñ.

Minmezsiñ bir daa o cüyrük atıña,

Kiyinip-quşanıp çıqmazsın yatıña.

Aremler boyunda hanımlar beklemez,

Derdini sökerek, türküler söylemez.

Özüñnen beraber künüñ de yanıñda,

Yaşa sen onıñnen zevq-safa sür anda.

Üçüncü bölüm 3 dörtlük 1 altılık olmak üzere 18 mısradan oluşur. Şair artık sarayın içinden dışarı çıkmış, Hansarayı Camiinin kıble tarafında yer alan hazireyi dolaşmaktadır. Bu mezarlıkta Giraylar yatmaktadır. Sarıklı mezar taşları şairin gözüne bakarlar. Bu mısralarda bir trajedi dile gelir. Mezarlarında yatan Giraylar ve diğer ölülerin, ülkenin düşman elinde bulunduğundan haberdar olduklarını hissederiz. Mezar taşları kendilerini ziyaret eden Dağcı’dan imdat umar gibi onun gözüne bakarlar. Dağcı, ataları ile bu mezarlıkta göz göze gelir. Onların ruhlarını incitmeden ziyaretini sürdürür. Sessiz ve soluksuz, huşu içinde onların arasında dolaşır. Mezar taşlarına dayanır, oyalanır, düşünür. Bir an gelir, orada yatan cetlerinin ruhları ile bütünleşir ve o türbelerde yatanların ondan yardım isteyen sesleri ruhunda çınlamaya başlar. Onlar kurtuluş ümidiyle ziyaretçinin gözüne bakmakta ve ellerini uzatarak “Bizi kurtar” diye feryat etmektedirler.

Denilebilir ki Dağcı’nın atalarının ruhu ile bağ kurduğu en güçlü mısralar bu bölümün ilk 6 mısraıdır. Cetlerle göz teması sağlamak imajı önemlidir. Bu mısralarda 2 defa “gözüme bakarlar” sözü geçer. Yüzüme bakarlar diyebilirdi, ama duygusal bağın kuvvetini daha iyi ifade eden bu sözü, şairin özellikle seçtiğini düşünüyoruz. Zaten Bahçesaray ziyaretinden çok etkilendiğini Dağcı hatıralarında ifade etmektedir. Bölümün geriye kalan 12 mısraına Şâmil Alâddin’in önemli müdahaleleri olduğunu düşünüyoruz. Zira buraya kadar atalarla kurulan güçlü ruh bağının etkileri, aynı derecede güçlü inkâr tonu taşıyan sonraki mısralarla yok edilmeye çalışılmaktadır. Rejim tarafından yasaklanan, suç sayılan bir fiili işleyen insanın “suçluluk psikolojisi” ile dile getirdiği mazeretler, bölümün sonraki mısralarına hâkimdir. İkinci dörtlüğün son iki mısraı suçüstü yakalan bir mücrimin inkâr psikolojisini yansıtır:

Çekiliñ kenarğa! Men başqa insanım!

Canım da qanım da başqadır, inanın!

Şair kendisinden yardım isteyen atalarına bu mısralarla seslenir. Onlar artık tarihte kalmıştır. Bir daha dirilmeleri, gelip sarayda oturmaları mümkün değildir. Sarayda o eski günleri yaşamaları, haremde hanımları ile buluşmaları hayal-i muhaldir. Yürük atlarına binip sarayın dışına çıkamazlar artık. Yaşadıkları hayatları ile birlikte mezarlarına gömülmüşlerdir. Artık zevk ve sefayı –sürebilirlerse- ancak mezarlarında sürerler. Bu düşünceleri taşıyan 12 mısra ile cetlerle kurulan bağ koparılmış olur.

IV

Çoq defa dolanıp aremler boyunda,

Oturup oylanıp mezarlar yanında,

Men keldim o “Köz yaş çeşmesi” qarşına,

Men baqtım o qıznıñ tökken köz yaşına.

Dedim men:” Mariya! Aydı, tur, ağlama,

O qanlı köz yaşnen tilimni bağlama…”

Dördüncü bölüm 6 mısradan oluşur. İlk iki mısradan şairin sarayın içini ve türbeleri tekrar tekrar gezdiğini öğreniriz. Şair, Kırım tarihinin Bahçesaray’da ayakta kalan bu tek yadigârı ile buluşmuş, onunla doyasıya vakit geçirmektedir. Sonunda Gözyaşı Çeşmesinin bulunduğu yere gelir. Bölümün 4 mısraı saraydaki Gözyaşı Çeşmesine ayrılmıştır. Kırım Giray’ın genç yaşta ölen karısı Maria (Dilara Bikeç Hatun) için yaptırdığı bu zarif çeşme, hatırlattığı aşk hikâyesinin hürmetine rejimin oklarından kurtulur.[1] Şiirin belki müdahale edilmeyen tek bölümü burasıdır. Dağcı çeşmenin sularında Mariya’nın gözyaşlarını görür. Ona “Artık yeter ağlama, gözyaşlarınla beni üzüntülere salma.” diye seslenir. Şairin bu ziyareti, ona bazen gurur bazen hüzün veren hatırlayışlarla yüklüdür. Ziyaretin sonunda ataları ile canlı bir bağ kurmanın tatlı yorgunluğu içinde bulur kendini.

İki dörtlükten oluşan beşinci bölüm Dağcı’nın bu ruh halini yansıtır. Şair saraydaki bir çeşmenin taşına oturarak, gördüklerinin ve hatırladıklarının muhasebesini yapar. Geçmişten bugüne gelir. Artık tarihi atmosfer yerini 

Otırdım mermerden çeşmeler taşında,

Camiler utanıp baş eğdi qarşımda.

Deñişti er taraf, denişti divarlar,

Deñişti istekler, denişti duyğular.

Saraynı dolanmaz Osmanlı Sultanlar,

Sarayda toqtalmaz aytuvlı kervanlar.

Olğanlar ölgendir, bir daa tirilmez,

Tur da, kel deseñ de, bil ki sen, o kelmez.

gerçek hayata bırakır. Camiler utanıp başlarını eğerler, duvarlar değişir, istekler farklılaşır. Duygular değişir. Artık bu sarayda Osmanlı Sultanları dolaşmaz, sarayda ünlü kervanlar konaklamaz. Sarayın dışarı ile ilgisi kesilmiştir. Bir tecrit yeridir. Halihazırda burada yeni ve başka bir dünya kurulmuştur. Yeni ve insanları mutlu (!) eden bir rejim vardır. Mevcut rejimin gerçekleri, tarihi gerçeklerin yerini almıştır. Yeni rejimin tarih anlayışında bu sarayın ve Kırım tarihini yapanların yeri yoktur. O yüzden geçmişe özlem duymak boşunadır. Daha önce var olanlar ölmüştür. Onların dirilmeleri mümkün değildir. İnsanların temennileri, onları geri getirmeye yetmez. Şiir şu iki mısra ile biter:

Olğanlar ölgendir, bir daa tirilmez

Tur da kel desen de, bil ki sen, o kelmez.

Şâmil Alâddin’in şiire yaptığı müdahaleler, Cengiz Dağcı’yı muhtemel bir hapis veya sürgün hayatından kurtarmıştır. Söyleyin Duvarlar şiiri bütün olarak okunduğunda, yapılan değişikliklerin, bu metnin geçmişe bir özlem şiiri olduğu gerçeğini yok edemediğini görürüz. Nitekim bu düzeltmelerin yapılmış olması, Cengiz Dağcı’nın şiir tarzının eleştirilmesine engel teşkil etmemiştir. 1939 yılı sonbaharında yapılan Kırım Tatar Yazarları Birliği toplantısında yönetici Kemal A., Dağcı’nın şiirlerinde Komünizme ilerleyen Sovyet insanını değil; dağları, sisleri, duvarları ve mezarlıkları anlattığını söyleyerek, onun şiir tarzını ve düşüncelerini eleştirmiştir.

1940 yılının sonunda askere alınması ve hayatının bambaşka bir mecrada akması Dağcı’yı Sovyet tahakkümünden kurtarmıştır.

Özetle, Şâmil Alâddin tarafından şiirde yapılan değişiklikleri ayırt etmek nispeten kolaydır. Metnin bağlamına uymayan mısraların, değiştirilen mısralar olduklarını var sayabiliriz. Ancak bu mısralarının orijinal şekillerini tam olarak tahmin etmek mümkün görünmüyor. Belki kelime bazında değişiklikler yapıldığını düşündüğümüz mısralar için bazı tahminler yapılabilir. Şiire en çok müdahalenin üçüncü bölümün 7. mısraından itibaren yapılmış olduğu görünüyor. 18 mısralık bu bölümün 12 mısraı değişiklik yapıldığı izlenimini verir. Şâmil Alâddin neredeyse şiirin üçüncü bölümünü yeniden yazmıştır. Cengiz Dağcı’nın yayınlandıktan sonra şiirinin tanınmaz hale geldiğini söylemesinde, bizce değiştirilen bu 12 mısraın etkisi büyüktür. Elbette bu mısraların orijinallerini bilmemiz mümkün değildir.

“Söyleyin Duvarlar” şiiri, Kırımlı aydınların yaşamak ve katlanmak zorunda oldukları ikilemi bütün acılığı gösteren bir örnek metindir. Şiirde Cengiz Dağcı ile Şâmil Alâddin’e ait mısralar çok belirgindir.

Dağcı’nın hatıralarında yapılan değişikliklerin şiirin ruhunu yok ettiğini söylerken haklıdır. Yalnız komünist bir idarenin ağır şartlarında yayıncılık yapan bir editörün içinde bulunduğu durumu da anlamak gereklidir. Şamil Alâddin tarafından eklendiğini düşündüğümüz mısraların şiirin ruhuna ters olduğunu Dağcı da söylüyor. Bizim düşüncemize göre eklenen mısralar, şiirde kontrast bir etki meydana getirmiştir. Şiirde milliyetçi yönde akan, tarih sevgisi taşıyan mısraların bir yerde kesilerek tam aksi bir söylemin ortaya konulması Dağcı’nın duygularını daha etkili hâle getirdiği de söylenebilir. Okuyucu bu müdahaleleri kolaylıkla fark eder ve bunların rejimin baskısı nedeniyle yapıldığını anlar. Bu durum şiiri okuyanlarda alttan alta millî duyguların beslenmesine yardımcı olmuş olabilir. Millî tarihe ait hatıraların ifade edilmesinin bile yasak oluşu, okuyanlarda milli duygulara bağlılığı daha arttırabilir. Nitekim şiirin yazılışından yarım asır sonra Kırım’a dönmeyi başaran ve çeşitli zorluklara katlanan Tatar Türkleri millî duygularının ne kadar güçlü olduğunu dünyaya göstermişlerdir.

Dağcı’nın “Söyleyin Duvarlar” şiirindeki değişmeleri gözden geçirirken, bir anlamda totaliter rejimlerin sanatçı üzerinde uyguladığı sansür ve baskılar ile bunların kişi ve toplum üzerinde uyandırdığı etkileri de görüp anlamış oluruz.

İsa KOCAKAPLAN

KAYNAKLAR

-Çonoğlu, Salim, (2017),  “Cengiz Dağcı’nın Şiirleri Üzerine Bir Değerlendirme”, Vatanı Dilinde Cengiz Dağcı Kitabı (Haz.: İbrahim Şahin-Salim Çonoğlu), İstanbul: Ötüken Neşriyat, s. 265-298.
-Dağcı, Cengiz, (1988), Anneme Mektuplar, İstanbul: Ötüken Neşriyat.
-Dağcı, Cengiz, (1990), Yansılar 2, İstanbul: Ötüken Neşriyat.
-Dağcı, Cengiz, (1998), Hatıralarda Cengiz Dağcı, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1998.
-Fazıl, Rıza, (15.06.2012), Sevdiğim Yalta, Simferepol.
-Kocakaplan, İsa, (2017), “ Dağcı’nın Şiiri yahut Tabiatın Hüzünlü Şarkısı”, Vatanı Dilinde Cengiz Dağcı Kitabı (Haz.: İbrahim Şahin-Salim Çonoğlu), İstanbul: Ötüken Neşriyat, s.299-318.
-Koçar, Çağatay,  (Ocak-Aralık 2012),  “Cengiz Dağcı’nın Bilinmeyen Şiiri”, Emel Dergisi, S. 238-241,  s. 32-36.
-Qandım, Yunus, (16.07.2012), Hatıralarda Cınğız Dağcı, Aqmescit.
http://www.vatankirim.net/yazi.asp?yaziNo=83 (Erişim:12.07.2018)
(Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı’ya Armağan,
-Ed. Alev Sınar Uğurlu, Selçuk Kırlı-, Bengü Yayınları, Ankara, Mart 2019, ss. 91-102.)
[1] Kırım Giray Han ö. 1769/ 17581764 ve 17681769 yılları arasında hüküm sürmüş olan Kırım hanı) çok sevdiği ve genç yaşta ölen eşi Dilara Bikeç anısına “Dünya durdukça bu çeşme de benim gibi ağlasın” diyerek Bahçesaraylı bir taş ustasına (kimilerine göre İranlı Ömer usta’ya) 1763 yılında bu çeşmeyi yaptırmıştır.
Başka bir söylenceye göre ise; Kırım Hanı Kırım Giray, hareminde Maria Potocka adında Leh asıllı genç bir kadını görür görmez âşık olur. Maria, Kırım hanının aşkına karşılık vermez ve ölür. Giray öylesine üzülür ki, aşkını ifade etmek için en iyi heykeltıraşına taştan bir ağlayan heykel yapmasını emreder. Ve böylece şiirlere konu olan dillere destan Bahçesaray taş çeşmesi yaratılmış olur.
Çeşme asıl yerindeyken her bir su damlasının çıkardığı ses, akustiğin de yardımıyla insana ağlama-hıçkırık sesi gibi gelir ve dinleyeni derinden etkilermiş. II. Yekaterina’nın direktifleriyle çeşme bugünkü yerine konulunca, çeşmenin bu orijinalliği de ortadan kaybolmuştur. Çeşmenin üzerindeki şekillerin anlamları da çeşmenin yapılış hikâyesini destekler mahiyettedir. Mermerden yapılmış çiçek, gözyaşlarıyla dolu bir göz anlamına gelir. Gözyaşları kalp kurnasını (üstteki büyük kurna) kederle doldurur. Zaman bütün acıları hafifletir (çift küçük kurna), ama zihinde kalanlar tekrar acıyı hatırlatır (ortadaki büyük kurna) ve hayat böylece devam edip gider (zemindeki spiral).
Yapılış hikâyesi ve tarihte bıraktığı izler, bu mütevazı selsebilin ziyaretçilerini derinden etkilemiş ve ününün dört bir yana yayılmasını sağlamıştır. Çeşme yapıldığı tarihten itibaren “Gözyaşı Çeşmesi” olarak anılmıştır. İşte o günden beri çeşmenin su haznesine konulan ve her gün tazelenen sarı ve kırmızı güller, birbirini seven bu iki insanı simgelemektedir.
Ünlü Rus şair ve yazar Puşkin (1799-1837), 1822 yılında sürgünde iken gezdiği Hansarayı’ndan ve çeşmenin hikâyesinden çok etkilenmiş ve “Bahçesaray Çeşmesi” (Bahçisarayskiy Fontan) adlı eserini kaleme almıştır. Şiir, o dönemde Çarlık Rusya’sında ve Avrupa’da meşhur olmuştur. Gözyaşı Çeşmesi’nin yanı başında Puşkin’in de bir büstü yer almaktadır. Çeşme, daha sonraları Boris Asafyev’in aynı adlı bale eserine de ilham kaynağı olmuştur. Adına çeşmeler yapılan, şiirler yazılan Dilara Bikeç’in türbesi Bahçesaray’da Hansaray’ın duvarına bitişiktir. Bazı kaynaklarda Gözyaşı Çeşmesi’nin türbenin duvarına bitişik olarak yapıldığı da belirtilmektedir.
(http://www.vatankirim.net/yazi.asp?yaziNo=83 Erişim:12.07.2018)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir