Doğan Cüceloğlu ve Korku Kültürü

Bir müddet önce kaybettiğimiz Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu psikoloji alanında ülkemizin en önemli bilim adamlarından biri idi. O, yazdığı kitaplar, düzenlediği seminer, atölye çalışmaları ve televizyon programları ile Türkiye’deki insanların hayatlarına dokunmuş, yeni ufuklar açmış kıymetli bir akademisyendi. 

Türk halkının onu sevmesi ve benimsemesi, onun güler yüzle, anlaşılır bir Türkçe ile bilimsel gerçekleri anlatması yanında, yoksul halkımızın içinden gelmiş, milletimizin kültürel değerlerine yabancılaşmamış bilim adamı olması yüzündendir. 

Doğan Cüceloğlu Kimdir? 

Doğan Cüceloğlu 1938 yılında Silifke’nin Mukaddem Mahallesi’nde 11 çocuklu bir ailenin son ferdi olarak dünyaya geldi.(1) Elektriği, suyu olmayan, aynı kaptan yemek yenilen fakir bir evde büyüdü. İlkokul birinci sınıfa başladığı gün ciddi, asık suratlı öğretmeninden korktu. Sıtmaya yakalandı, Sarhoş sağlık memurunun yaptığı yanlış iğne yüzünden topal kaldı. Bir yıl okula gidemedi. Sevgi ve merhametiyle onu sarıp sarmalayan annesinin tedavisi sayesinde bacağına yeniden kan gitti. Bir yıl sonra yeniden başladığı okulda yeni öğretmeni Muazzez Aktolga’nın başını okşaması, güler yüzle konuşması ona okulu sevdirdi; kendine güvenmeyi öğretti. 10 yaşında iken annesini kaybetti. Bir söyleşisinde bu büyük acısını; “Annen yoksa kimsen yok!” diye ağlayarak anlattı. Ortaokulu bitirdikten sonra babasına okumak istediğini söyledi. Babası bu isteğine karşı çıktı. O da Ankara’ya kaçtı. Orada subay ağabeyi ve yengesinin yardımıyla Atatürk Lisesi’nde okumaya başladı. Bu okulda hayatına yön veren değerli öğretmeni Cahit Okurer ile karşılaştı. Bir söyleşide bu önemli eğitimciyi; “O, gönülden öğretmenlik yapan bir insandı. Bana değer verdi. Gözümün içine bakarak ne olmak istediğimi sordu.” diye anlattı. Cahit Okurer ona ileride psikoloji alanında bilim adamı olma hedefini gösterdi. Liseden sonra İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü’ne kaydoldu. Burada değerli bilim adamı, Prof. Mümtaz Turhan’ın öğrencisi oldu. Üniversiteyi bitirdikten sonra Erol Güngör ile birlikte Mümtaz Turhan’ın asistanı oldu. (Bu iki bilim adamı hakkında www.zekionsoz.com internet sitemde Mümtaz Turhan ve Erol Güngör başlıklı iki makaleme bakınız) ABD’de Illıonis Üniversitesinde doktorasını yaptı. Türkiye’de Boğaziçi ve Hacettepe üniversitelerinde görev aldı. 1980-1996 yılları arasında ABD’de Kaliforniya Eyalet Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı; bilimsel makaleler yayınladı. 

1996’dan sonra Türkiye’de anne ve babalara, öğretmenlere, iş adamlarına yönelik seminer ve konferanslara ağırlık verdi. Türk insanının düşünce, duygu ve davranışlarını bilimsel psikoloji kavramları içinde inceleyen onlarca kitap yazdı. 

Türkiye’nin bu değerli evlâdı 16 Şubat 2021’de İstanbul’da evinde 83 yaşında hayatını kaybetti. 

Korku Kültürü

Doğan Cüceloğlu’nun daha önce bazı kitaplarını okudum. Bu yazımda onun üçüncü basımı Şubat 2018’de yapılan “Korku Kültürü” isimli eserini tanıtmak istiyorum.   

Kitap, on günlük bir Türkiye yolculuğu sırasında günlük gözlemlerle toplumumuzdaki insanların davranış ve yaşam biçimleri hakkında yapılan değerlendirme ve başka toplumlarla karşılaştırma konuşmalarından oluşuyor.  

Yazar ve yol arkadaşları: “Evimizin temizliğine titizlikle dikkat ettiğimiz halde, nasıl oluyor da yollarda, kaldırımlarda, parklarda kumsalda arkamızda bir çöplük bırakıyoruz? Neden engelliler için ayrılmış park yerlerine engelli olmadığımız halde aracımızı bırakıyoruz. Sadece ben diyen insan nasıl yetişiyor? Kötü insanlar değiliz, ama birbirimize kötü davranıyoruz. Bizim gibi düşünmeyenleri dinlemek bile istemiyoruz ve hemen ötekileştiriyoruz.” diye soruyorlar. Bu ve benzer soruların cevaplarını bulmak için yol boyunca sohbete devam ediyorlar. 

Bu eserde 3 kahraman var. Doğan,  yukarda hayat öyküsünü verdiğim kitabın yazarı Doğan Cüceloğlu’dur. Timur, yazarın Amerikalı eşinden olan, Amerika’da mühendis olarak yaşayan oğludur. Öğretmen Arif, yazarın hayatında özel bir yeri olan, Cahit Okurer’ın soyadını verdiği sanal bir kişidir. 

Doğan Cüceloğlu’nun bu eserde ve bazı eserlerinde öğretmenleri kahraman olarak seçmesinin nedeni; Atatürk gibi Türkiye’nin geleceğinin sağlıklı, çağdaş ve uygar bir toplum olmasında öğretmenlerin özel bir yeri olduğuna inanmasındandır. 

Yazar, kitabının tanıtım yazısına Erasmus’un şu sözleriyle başlıyor: “İnsan, insan olarak doğmaz oluşturulur.” Bu cümleyi şu soru ve cevaplarla açıklıyor: “İnsan nerede oluşturulur? İçine doğduğu ailede. Aile nerede oluşturulur? O toplumun kültürü içinde.” Ve buna bağlı olarak; “Toplum olarak “biz” kimliğimizi keşfetmek ve yaşamak zorundayız. “Ben” değil “biz” diyen güçlüdür Barış, huzur, üretim, gelişme içinde özgürce yaşamamız, biz diyebilmemize bağlı.” diye ekliyor. 

 Korku Kültürü Nedir? 

Yazar korku kültürünü şöyle açıklıyor: “Korku, kaygı kalıplayıcı yaklaşımın temelidir. Korku temel olduğu için bu dünya görüşüne “korku kültürü” adını veriyorum. Böyle bir dünya görüşü içinde korkmak, itaat etmek, otoriteye karşı sesini çıkarmamak, söyleneni sorgusuz sualsiz yapmak meziyet kabul edilir.”(s.150)

Korku kültürünün karşıtı saygı kültürüdür. Yazar bu iki dünya görüşünü niyet-bilgi-beceri-eylem- sonuç döngüsü içinde aşağıdaki satırlarıyla karşılaştırıyor: “Korku kültürünün niyeti, bireyi önceden karar verilmiş bazı düşünce ve davranış kalıplarının içine sokmaktır. Birey ancak bu şekilde otoritenin istediği biri haline gelir. Bekledikleri sonuç otoriteye bağımlı, kendi başına bir şey yapamayan, sürekli otoriteye danışan, itaat eden, otoritenin beklentilerini yerine getirmeyi yaşamının en yüce hedefi sayan, söylenenleri sorgusuz sualsiz kabul eden, sözden çıkmayan, birbirine benzer protip insan yetiştirmektir. Kalıplayan korku kültürünün bilgisi gelenek ve göreneklerin içinde sakladığı inanç ve dogmaların ötesine geçmez. Eyleme geçmek için kullanabilecek yegâne motivasyon kaynağı kaygı ve korkudur.” (s.155)

Geliştiren saygı kültüründe ise niyet, kişiyi yetenekleri doğrultusunda geliştirmektir. Çocuğun, kendini bulmasına ve onun bu bireyselliğini bozulmadan gelişmesine özen gösterilir.

Saygı kültürünün beklentisi ilkinden farklıdır. Onun istediği insan tipi kendine güveni olan, girişimci, kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi seçimleriyle yaşamını oluşturan ve yaptığı bu seçimlerden sorumluluk alan, vicdanına hesap verendir. Bu insan yaratıcı, üretici ve paylaşımcıdır ve kendi gereksinmeleri ile toplumun gereksinmelerini dengelemiştir.

Geliştiren saygı kültürünün bilgisi bilim ve sanat temelli gerçeklere dayanır. Bilgi, insanın biyolojik, psikolojik, toplumsal yönlerini sürekli araştıran, gözlemleyen bir tavır içinde irdelenir, sorgulanır.

Bu kültürün eyleminin temelinde, kişinin öğrenme ve gelişme isteği yatar. Şevk, istek, merak, sebat, azim, gelişimin temel basamaklarıdır. Bilgi bunlarla özümsenir ve onun bir parçası haline gelir. ( s.157)

Kitapta insan yaşamında korku ve saygı kültürünün ilginç bir muhasebesi var. İnsan yaşamının sonlarına doğru şu soruyu sorar. “Bu yaşamda ben ne kadar vardım? Bu benim yaşamım mıydı? Ben ben olarak yaşadım mı?”

Bu soruya kabaca iki şekilde cevap verebiliriz. İlki hayır, ben yaşamadım; bu benim yaşamım değildi biçiminde bir cevaptır. Benden beklendiği gibi yaşadım. Çocukken doya doya oynamadım, haydi dersini yap, ödevini yap dediler; doyduğum halde zorla yemek yedirdiler; doya doya koşmadım, koşma düşersin dediler; mesleğimi, evleneceğim kişiyi, evlendikten sonra nerede oturacağımı, çocuğumun ismini kendim seçemedim. Benden beklenenleri yaptım. Ve şimdi ölüyorum. 

İkincisi evet, bu benim yaşamımdı biçiminde bir cevaptır. Onu tribünlerden seyretmedim, sahadaydım. Karlı, yağmurlu, çamurlu günlerde, sıcakta, toz toprakta sahadaydım. Hata yaptım, öğrendim. Sevdim, sevildim, mutlu oldum; acı çektim. Yenildim, zayıf yönlerimi görmek zor geldi, mücadele ederek başarı kazanmak coşku verdi. Kendi ayaklarımın üstünde yürüdüğüm ve bu yol gerçekti, benim yolculuğumdu. Bu yolculukta ben vardım. (s.194)

Yazar, Türk toplumunda korku kültürü ile yetiştirilmiş anne ve baba, öğretmen ve yöneticilerin yaptıkları yanlışlara örnekler veriyor.

Bu kültürle yetişmiş anne ve babalar çocuklarını dışarıdan verilmiş niyetle yaşamasını öğretiyor. Koşma düşersin, doydum deyince “Hayır doymadın!” ”Bırak onu karıştırma, kırarsın, koy yerine” deniyor. Küçücük bir bebekken çıkardığı bebek sesleri bile,” Hışt, hışt denerek bastırılıyor.(s.243) 

“Bazı eski öğretmenler, yeni öğretmenleri öğrencilere nasıl davranacağını bilmemekle suçlar. Bu, daha ziyade uyarı mahiyetindedir; deneyimli öğretmen yeni öğretmeni uyarırken, “Güler yüz gösterirsen öğrenci şımarır, senli benli olmamalısın.” der. (s.284) Bu satırları okuyunca, aynı uyarıyı mesleğe ilk başladığımda yaşlı meslektaşlarımdan aldığımı hatırladım.

“Niçin polisle bir nedenle karşılaştığımızda sürekli korku duyuyor ve güvenemiyoruz.” (s.41) Ne burada oturanlar, ne de bu yöreyi yönetenler estetik kaygı taşıyor. Kent planı desen hak getire…” (s.36) Türk insanı doğumdan itibaren ailede, okulda, toplumda, devletle ilişkisinde sürekli bir acizliği öğrenme sürecinde. O nedenle, başka bir toplumda bir vatandaşın kolayca ve rahatlıkla düşünüp yapacağı bir şeyi, benim vatandaşım çözme çabasına girmek yerine “ kaderi” kabul edip onunla yaşayabiliyor. (s.23) 

Doğan Cüceloğlu kitabının son bölümünde genel bir değerlendirme yapıyor. “Bana göre sorun iki anlam verme sisteminin birbirinin içine bölük pörçük karışmasından kaynaklanmaktadır. Çocukluğu korku kültürünün aile ortamı içinde geçmiş biri, büyüyüp polis, öğretmen veya bürokrat olunca, saygı kültürünün öğretmeni, polisi, bürokratı gibi davranmasını istiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin yasaları öğretmenin, polisin, bürokratın saygı kültüründe yetişmiş bir insan gibi davranması beklentisi içinde yazılmış. Ama gerçek şu ki, çocukluğunda korku kültürü olan bir kişi yetişkin olunca, çocukluğu saygı kültürü içinde oluşmuş biri gibi davranamaz.

Yani niyeti bir kültürden, bilgi ve becerisi bir başka kültürden gelince, “mış” gibi durumlar oluşuyor. 

Yazar, Türk toplumundaki tarihsel gelişmeyi analiz ederek şu sonuca varıyor:” Uygarlıklar bilgi değil, farkındalıklar üzerine kurulur. Eğer farkında olmazsak, yani ne yaptığımızın tam bilincinde olmazsak, içinde yoğrulduğumuz korku kültürünün farkındalıklarıyla, çağdaş, uygar, özgür bir toplum oluşturmaya çalışıyor olabiliriz.” (s.328)

Doğan Cüceloğlu son olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu  Atatürk’ün Türk toplumunda yaptığı dönüşüme dikkat çekiyor: “Atatürk dogma temelli korku kültürü uygarlığından, bilim temelli saygı kültürü uygarlığına geçiş için çabaladı; bu uğraşı için de tüm ömrünü verdi. Güçlü bir süreç başladı ve şu an o süreç devam ediyor.” (s.328)

Bu kitabı özellikle anne ve babalar, öğretmenler ile yöneticilerin okumasını öneririm.

ZEki ÖNSÖZ

Kaynakça

1- Doğan Cüceloğlu, Damdan Düşen Psikolog, (Canan Dila İle Söyleşi) Remzi Kitabevi, 7.Basım,  İstanbul, 2020
2- Doğan Cüceloğlu, Korku Kültürü, Remzi Kitabevi, 3.Baskı, İstanbul,2018  

1 Yorum

  1. Seyit R.ÖZER Cevapla

    ‘İtaat et, sorgulama’ diye özetlenebilecek korku kültürü içinde yetişmiş bireylerin yaşam tarzı tam da Türk toplumunu gösteriyor. Sorumsuz kişiler yetiştiriyoruz. Bu yüzden gelişemiyoruz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir