Azerbaycan’ın Kuruluşunda Aydınların Rolü

Nadir Şah’ın 1747 yılında bir saray darbesi sonucu öldürülmesinden sonra büyük bir coğrafyaya yayılmış olan imparatorluk, parçalanmaya yüz tutarak karışıklık devrine girdi. Meydana gelen anarşi ortamında, bugünkü Azerbaycan’ı oluşturan bölgeler, hanlık [beylik] adı verilen birer müstakil yönetimlere ayrıldı. İlerleyen süreçte, bazı hanlıkların zaman zaman bir araya gelerek tekrar büyük bir güç oluşturma teşebbüsleri, anlaşmazlıklar nedeniyle hep sonuçsuz kaldı. Kuzeyden gelen güçlü Rusya’nın, perakende olarak varlık göstermeye çalışan bu hanlıkları kısa sürede yutması çok da zor olmadı. Güçlü ve planlı Rusya, kimi hanlıklarla anlaşarak, kimilerine de zor kullanarak onları kendi bünyesine katmayı başardı. 1780’lerde başlayan işgal süreci, 1828 yılında varılan Türkmençay Antlaşması’yla tamamlandı. Bu antlaşmayla Azerbaycan Türklerinin yaşadığı geniş coğrafya ortadan bölünerek kuzeyi Rusya’ya, güneyi ise bugünkü İran’a bırakıldı. Böylece, Azerbaycan Türkçesiyle konuşan yarım milyon civarında Müslüman Türk, ilk defa kısmen Avrupalı Hristiyan bir gücün hâkimiyeti altına girdi. Bu coğrafyada yaşayan Müslümanlar, ilerleyen tarihlerde mektep ve medreselerde eğitim almaya devam edecek, bunun yanında yeni açılan Rusça okullarda ve Rusya’da eğitim alacaklardır.

1828’den sonra Güney Kafkasya bölgesi, Rusya’nın temsil ettiği Avrupa kültürü ile geleneksel İslam anlayışının buluşup tanıştığı bir mecra hâline geldi. Birbirinden pek hoşlanmayan bu iki zıt unsur, uzun yıllar bu bölgede çatışarak birbirine üstünlük kurmaya çalıştı. Her geçen gün, geleneksel anlayışın aleyhine işledi. Rusların bölgeye getirip yerleştirdiği Avrupaî eğitim anlayışı, geleneksel medrese eğitiminin sütunlarını kökünden sarstı. Bölge Müslümanları bu yeni eğitim tarzını benimsemekle beraber, bu kez onun Hristiyan kimliğinden rahatsız oldu. Ortodoks Hristiyanlığı adeta resmî bir ideoloji hâline getiren Rusya, bölgeyi kendi coğrafyasına kattığı gibi bölge halkını da bu ideoloji çerçevesine dâhil etmek istiyordu. Bu amaçla türlü metotlar geliştiren Rusya’nın uzun uğraşları, istenilen manada bir sonuç vermedi. Bölge halkı ve özellikle Rus okullarından neşet eden donanımlı aydınlar, yenilikleri Hristiyan kimliğinden soyutlayarak alma yolunu tercih ediyorlardı. Müslümanlar süregelen ve alışık oldukları din anlayışını sorgulasalar da İslam dairesinden çıkmama konusunda kararlılardı. Ruslardan ilim, kültür, teknoloji alacak ama Müslüman kalmaya devam edeceklerdi.

Mirza Kâzım Bey

Tolstoy ve Lenin’in Okulu

Gence gibi önemli bir kenti 1804 yılında, kanlı savaşlar sonucu ele geçiren Rusya, yine aynı yıl, bu kez 252 yıl önce işgal ettiği başka bir İslam kentinde, kuzeyin ilim merkezi Kazan’da, modern bir üniversite kurmayı başarmıştı. Romanları ve felsefi denemeleriyle dünya edebiyatının en seçkin simaları arasında yer alan ünlü Lev Tolstoy ve daha sonralar Lenin olarak ünlenecek olan genç Vladimir Ulyanov, bir dönem bu üniversite sıralarında dirsek çürütmüşlerdir. Tolstoy, maneviyatçı-devrimci yönüyle muhafazakâr Türk aydınları üzerinde müessir olurken Lenin de sosyalist Türk aydınlarının kılavuzu, merci-i taklidi olacaktır. Bu bağlamda, Azerbaycan’ın “ilk modern aydını”, Rusya Bilimler Akademisi’ne üye seçilen ilk Azerbaycanlı Mirza Kâzım Bey de Kazan Üniversitesine davet edilir. Henüz 17 yaşında iken Arapçanın Grameri’ni yazan Derbent kadısının oğlu, daha sonra Kuran-ı Kerim’in Ahengi’nden Uygurlar’a, Müridizm ve Şeyh Şamil’den Bâb ve Bâbîler’e kadar geniş yelpazeli eserler vücuda getirecek ve yine bir bakıma “ilk milli oryantalist” unvanına sahip olacaktır. 1802 yılında doğan bu zat, ilk kültürel temasın etkisiyle sarsıntı geçirerek Hristiyanlığı kabul etmiş ve bu sayede Rusya muhitinde irtifa etmesi kolaylaşmıştır.

Türk Moliere’i

Azerbaycan’da aydınlanma hamlesi 1850’lerde ivme kazanmıştır. Rus okullarından mezun olan aydınlar, Batılı anlamda eserler ortaya çıkarmaya başlamışlardır. Kafkasya genel valiliğinde mütercim olarak çalışan Mirza Fethali Ahundzade, 1850-1855 yılları arasında, ilk Batılı tiyatro örneklerini yazmıştır. Müslümanlara karşı ılımlı politikalarıyla anılan dönemin Kafkasya Genel Valisi Vorontsov, “Türkî” olarak beş tiyatro eseri vücuda getiren Ahundzade’yi Türk Moliere’i olarak niteleyecektir. Eserlerinde toplumun aksayan yönlerine mizahî bir üslupla ağır eleştiriler getiren Ahundzade, toplumun hastalığına şifa arayan bir aydın olarak başı çeker. Azerbaycanlı aydınlar artık ferdî ıstıraplara; aile, kabile, mezhep gibi mahallî ve ferdiyetçi sorunlara değil, ait oldukları toplumun, dilini konuştukları milletin derdine çare arayacaklardır. Mesele “kendi derdimiz” boyutunu aşarak “hüzn-i umumî”ye dönüşmüştür.

1870’lerde ikinci nesil aydınlar ortaya çıkar ve önem kazanırlar. Bireysel arayış ve çabalar, bu dönemde birlikteliğe dönüşür, topluluklar hâlinde hareket edilmeye başlanır. Ahundzade’nin başlattığı edebî uyanış, güçlenerek iki koldan ilerlemeye devam eder: Tiyatro ve gazetecilik. Halka ulaşmak, halkı içinde bulundukları çağdan haberdar etmek, toplumu yaşadıkları çağa uydurmak, ancak bu iki vasıtayla sağlanabilecektir. Tiyatroda Ahundzade’nin açtığı yolu, Necef Vezirov, Abdürrahim Hakverdiyev gibi yazarlar devam ettirir. Asıl önemli gelişme ise 1875’te yaşanacaktır.

Mirza Fethali Ahundzade

Milli Uyanış

Moskova Üniversitesi mezunu “halkçı” Hasan Zerdabî, nihayet 1875 yılında Bakü’de Türkçe bir gazete çıkarmayı başarır. Rusya bünyesinde yaşayan Türklerin ilk milli gazetesi olan Ekinci, sade ve kolay anlaşılır bir dille yayımladığı yazılarıyla, milli uyanışın önemli bir temel safhasını oluşturur. Osmanlı’ya “sempati duyduğu anlaşılan” gazete 1877 yılında, Osmanlı-Rusya savaşı sırasında kapatılır. Ekinci’yi, Ünsizade kardeşlerinin yönetiminde çıkan Ziya, Ziyâ-yı Kafkasiye, Keşkül gibi kısa ömürlü gazeteler takip eder. Çarlığın ağır baskısı, gazetelerin kapanmasına, Ünsizade kardeşlerinin de güvenli bir liman olan Osmanlı’ya iltica etmelerine sebep olur. Ünsizade kardeşler, ünsiyetleriyle Türkiye’de de ün kazanırlar. 1842 yılında Şamahı’da doğan Sait Ünsizade’nin kabri, Fatih Câmii haziresindedir. Kafkasya Türk matbuatında Keşkül’ün 1891’de kapatılmasıyla başlayan fetret dönemi, 1903 yılında Tiflis’te canlanan Şark-ı Rus gazetesiyle son bulur. Muhammed Şahtahtlı yönetiminde neşre başlayan Şark-ı Rus, “ehl-i Kafkas’ı zeban-ı Türk” ile aydınlatmaya çalışır.

1905 yılı, yeni ve aynı zamanda umut verici bir dönemin habercisidir. Çarlık Rusya Japonlara yenilir ve güçten düşer. Bu gelişme Rusya’yı “taviz manifestosu” ilan etmeye zorlar. Birtakım haklar, kazanımlar elde edilir. Türkçe eğitim olanakları genişler, maarif cemiyetleri kurulur, okullar açılır, Türkçe gazeteler, dergiler çoğalmaya başlar. Petrol sayesinde sanayileşen Bakü, Kafkasya’nın merkezi Tiflis’i gölgede bırakarak yeni cazibe merkezi hâline gelir. Bakü’ye, yüksek eğitimlerini Rusya, Avrupa ve Osmanlı’da tamamlamışfaal bir aydın zümresi toplanır. Dönemin en etkili silahı olan gazete neşrine ağırlık verilir. Rusça neşredilen Kaspi gazetesi yanına Türkçe Hayat gazetesi eklenir. Okumuş ve varlıklı kişiler, milli menfaat uğruna el ele verirler.

Petrol zengini Hacı Zeynelabidin Takiyev, Azerbaycan’ın maddi ve manevi imarını adeta tek başına üstlenir. Gazeteler onun himmetiyle Hayat ve Füyuzat bulur, maarif neşreden anadilde okullar onun sermayesiyle açılır, kızlar onun bin bir zahmetle açabildiği ilk kız okulunda eğitim alırlar. İklimi çorak Bakü, Hacı sayesinde temiz suya kavuşur. Milli menfaat gözetilerek yazılan kitaplar, onun sermayesiyle basılır. Öğretmen okuluna İstanbul’dan iş bilen bir yönetici, bizzat onun çabalarıyla davet edilir, maaşı onun kasasından ödenir. Birçok aydının hamisi, destekçisi olur. Azerbaycan Cumhuriyeti’ne giden yolda Hacı’nın açtığı okulların, neşrine destek olduğu yayın organlarının ve himaye ettiği aydınların yadsınmaz bir katkısı vardır.

Azerbaycan’da yayıncılığın, ilim ve maarif hayatının en canlı ve en verimli olduğu zaman dilimi 1905-1911 yılları arasıdır. Bu devirde Kaspi, Hayat, Debistan, İrşad, Molla Nasreddin, Füyuzat, Terakki, Hakikat, Güneş, Seda, Malûmat gibi yayın organlarında Ali Merdan Topçubaşı, Ali Hüseyinzade, Ahmet Ağaoğlu, Üzeyir Hacıbeyli, Muhammed Hâdi, Ali Abbas Müznib, Ali Ekber Sabir, Ömer Faik Numanzade, Abdullah Sur, İbrahim Tahir Musayev, Celil Mehmetkuluzade, Hâşim Vezirov, Mehmet Emin Resulzade, Feridun Köçerli, Kırımlı Hasan Sabri Ayvazov, Ahmet Kemal, Yusuf Ziya Talibzade gibi aydınların aktif olarak rol aldıkları görülür. Bu önemli yayın organları ve aydınlar hakkında ayrıntılı bilgi verebilmek için birer müstakil sayfa açmak gerekir.

Hacı Zeynelabidin Takiyev

Sadece yukarıda adı geçen bir isme, Osmanlı tebaası bir aydına özel bir paragraf açmak yerinde olacaktır. 1908 Meşrutiyet’inden sonra Azerbaycan-Osmanlı ilişkileri canlanır. 1907 yılında Ali Hüseyinzade’nin daveti üzerine Jön-Türk olarak Bakü’ye gelen Ahmet Kemal, 1909 yılında bu kez Talat Paşa’nın özel talimatıyla ikinci Bakü seferine çıkar. Ahmet Kemal, Bakü basınında faal olarak çalışmış, aydınlar üzerinde etkili olmuştur. Hüseyinzade ile beraber Osmanlı aydınlarının Kafkasya’da tanınmasını sağlamıştır. Dahası okul müdürlüğü yapmış, ders kitabı hazırlamış, Türkçe kurslar açmış, gazeteler yönetmiş, adeta bir devlet gibi çalışmıştır. Bu velut ve cevval Türk, başarılı çalışmalarından dolayı 1911 yılında Çarlık yönetimince tevkif edilmiş, hakkında idam kararı çıkarılmasına rağmen tesadüf eseri kurtulup İstanbul’a dönmeyi başarmıştır. Azerbaycan Ahmet Kemal’i unutmamış, 1918 yılında Cumhuriyet kurulduktan sonra Bakü’ye giden Ruşen Eşref’e (Ünaydın), Ahmet Kemal’in Azerbaycan Cumhuriyeti’ne yaptığı katkılar anlatılmış, dolaylı olarak teşekkür edilmiştir.

Aydınların Zor Yılları

1910-1912 yılları Azerbaycan’ı ayakta tutan aydınların zor yıllarıdır. Artan Çarlık baskısı, Ahmet Ağaoğlu, Ali Hüseyinzade, Mehmet Emin Resulzade, Muhammed Hâdi gibi aydınları ülkeyi terk etmeye zorlamıştır. Ali Abbas Müznib’in Hilâl’i kapatılmış, kendisi Sibirya’ya sürülmüştür. Sabir ile Sur’u kara toprak kucaklamıştır. Yusuf Akçura ile aynı kentte doğan Sanatullah Aynullah İbrahimov, 1912 yılında Bakü’de adeta tek başına kalmış, İkbal gazetesini yönetmiştir. 1913 yılında ilan edilen genel aftan sonra birçok aydın geri dönebilmiştir. En faydalı dönüş, Mehmet Emin Resulzade, İkbal’i devralmış, Açık Söz’le Cumhuriyet’e doğru ilerlemiştir. Birinci Cihan Harbi, Kafkasya Türkleri ile Osmanlı’yı daha çok yakınlaştırmıştır. Kafkasya Türkleri, Anadolu harp-zedelerine ve Nargin adasındaki Osmanlı askerlerine “kardeş yardımı” yapmıştır.

28 Mayıs 1918 tarihinde Azerbaycan Cumhuriyeti Tiflis’e ilan edilmiş, Nuri Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun yardımıyla Azerbaycan’ın bağımsızlığı güçlenmiştir.

Mehdi GENCELİ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir