Doğuş Edebiyat Dergisi ve Yayımlanan İlk Yazım

Yazmak her şeyden önce bir tutkudur. Yazar nasıl olunur, yazarlık nerede başlar nerede biter? Bir filmde oynuyorsun oyuncu oluyorsun. Bir film yönetiyorsun adın yönetmen oluyor. Bir şiir yazıyorsun ama şair olabiliyor musun? Bir yazı yazınca yazar olabiliyor musun? Sanki en kolay görüneni en zoru oluyor. Bir kağıt bir kalemle şair ya da yazar olunamıyor.

Lisedeyken edebiyat ve tarih derslerine olan ilgim çok kitap okuduğum için miydi yoksa edebiyata ilgim olduğu için mi çok kitap okuyordum bilemiyorum. Erzurum Lisesinde okurken evimiz uzak olduğundan yemeğe gidemiyordum; ailemin verdiği yemek parasını kitap alımında kullanıyordum. Roman, hikâye ve şiir kitaplarını okumuyor adeta içiyordum. Cemil Meriç’in “Bu Ülke”sini defalarca okuduğum için kısa bölümlerini ezberlemiştim.

Üniversite sınavında edebiyat ve tarih bölümlerini tercih etmiştik lisedeki sıra arkadaşım Yunus Yılmaz’la beraber. Tabii bunda bize kitap tavsiyelerinde bulunan her zaman görüştüğümüz öğretmen Selçuk Kaya’nın yönlendirmesi de vardı.

Milli Eğitim ve Kültür adlı bir dergiyi takip ederdik. Orada bir ilan görmüştüm. Alper Aksoy yönetiminde “Doğuş” adlı bir edebiyat dergisi çıkarılacağını ve illere temsilcilik verileceğini yazıyordu. Yunus Yılmaz  ile buluştuğumuzda; “ben bu derginin temsilcisi olayım” dedim. O da “iyi olur ben de ‘Töre’ dergisinin temsilcisi olayım, beraber çalışırız”  dedi.

Alper Aksoy’a bir mektup yazarak Doğuş Edebiyat Dergisinin Erzurum temsilcisi olmak istediğimi belirttim. Gelen cevapta benden başka bir arkadaşın daha talip olduğunu bu nedenle temsilcilik görevini ikimize verdiklerini yazıyordu. Diğer temsilci arkadaş Yaşar Susam, Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesinde okuyordu. Bir süre beraber temsilcilik yaptık. Hastaydı kendisi, beyin ameliyatı sonrası vefat eti. (Allah rahmet etsin, güzel insandı.) Ben temsilciliğe devam ettim. Dergiler toplu olarak gelirdi ben de onları abonelere dağıtır ve kalanlarını da satarak parasını posta hesabıyla Ankara’ya gönderirdim.

O dönemde şiir ve öykü yazıyordum. Arada bir de Erzurum mahalli gazetelerinde takma isimle yazı yazardım. Doğuş Edebiyat Dergisine yazı ya da şiir göndermek hayalimden bile geçmemişti. Biz Anadolu’nun utangaç gençleriydik. Haddimizi bilir geri planda dururduk. Dergiye şiir ya da yazı göndermeyi düşündüğümüzde bile yüzümüz kızarabilirdi. Yazarlık ulaşılmaz bir şey, onur verici bir unvandı.

Bir gün bir mektup geldi. Doğuş Edebiyat Dergisinin sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Alper Aksoy göndermişti. “Kasım (1983) ayında çıkacak sayı Abdurrahim Karakoç özel sayısı olacak, sen de konuyla ilgili bir paragraf yazı gönder” diye yazmış. Bir edebiyat dergisinde yazım çıkacaktı. Anlatılamaz duygular içinde hemen Yunus Yılmaz’ı bulup durumu anlatarak heyecanımı, sevincimi paylaştım.

Yazı kısa olacaktı ama olsun altında benim adım yazacaktı. O gece pek uyuyamadım. Alper Aksoy, sanırım dergiye yaptığım hizmetlerden dolayı bana bir jestte bulunuyordu.

Şimdi bir telaş başladı, ne yazmalıydım? Abdurrahim Karakoç’un kitaplarını önüme koydum, “Vur Emri”, “Suları Islatamadım” arasında gidip geldim. Kararsızlığım üç gün sürdü, sonra birden “İsyanlı Sükut” adlı şiirde karar kıldım. Yazım kısa olacaktı ama olsun, önemli olan yazmaktı diye düşündüm. Yazdığım yazı bir cümle bile olsa adımın yazar kadrosunda geçecek olması beni fazlasıyla heyecanlandırıyor ve mutlu ediyordu.

On dokuz yaşın toyluğu ile önüme aldığım bir tomar teksir kağıdına bir şeyler karalamaya başladım. Beğenmedikçe buruşturup atıyor yeniden yazıyordum. Güzel olduğuna emin olunca çizgisiz beyaz kağıda dolma kalemle temize çekerek ertesi gün bekletmeden postaya verdim. Sanki geç kalırsa yazım dergiye girmez ya da dergide yer kalmaz benim yazımı koymazlar tedirginliğini yaşıyordum.

Bir ay değil sanki bir yıl geçti. Kasım ayında kocaman bir paket geldi. Hemen oracıkta paketi açarak bir dergi çıkardım, aceleyle sayfalarını karıştırarak yazımı buldum.

Uzun bir süre baktım, sonra tekrar baktım. Dergiyi ulaştırdığım herkesin hemen açıp yazımı görmelerini arzu ediyordum. Söylemedim, davranışlarımla belli ettim ama kimse anlamadı.

Yazar olmak ne gurur verici bir şeydi.

Mehmet Toygar ÖZDEMİR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir