Kızamıyoruz Hiçbir Şeye ve Sevinemiyoruz Sevinilmesi Gerekenlere…

Her gün yüzlerce kitap yayınlanıyor, onlarca sosyal medya iletişim araçlarında milyonlarca kişi iletişiveriyor. Yüzlerce binlerce dergi, gazete, dijital platform insanların emrinde. Canlı yayınlar, uzaktan konferanslar, yakından seminerler… Ama gel gör ki insanoğlu anlaşılamamaktan, yalnızlıktan şikâyetçi… Ama herkes her dem sosyal medya sayfalarında mutlu fotoğrafını paylaşıyor, yazısını, dergisini, kitabını… 

Hiçbir şeye kızamıyoruz ve öfkelendirmiyor artık hiçbir şey bizi. Ve sevinemiyoruz sevinilmesi gerekenlere. Bizi koruyacak, bize sığınak olabilecek dili yitirdiğimizden etrafımızda dönüp duran sahteliklere ve medianın gündelik manipülasyonlarına açık haldeyiz. sürekli bir enformasyon bombardımanına maruz kalmaktan ve sahici duruşumuzun bulanıklaşmasından dolayı duyularımız bütün insani tepkilerden, hassasiyetlerden arınıyor. Tepkisiz bir organizmaya, duyargalarını yitirmiş bir canlıya benziyoruz. Bizi başkalarına bağlayan, başkalarının da bizimle ilişkide olmasını sağlayan damarlar sanki kurumuş, hayatla aramızdaki bütün köprüler atılmış gibi. Bir başkası için endişelenmek, bir başkasının bizim adımıza kaygı duyması, insanların birbirini dilin dünyasında meskun kılmaları yok artık. Otomat sosyal medya takipçileri, like bağlı sevinçler, tıklanmayla orantılı tebessümler… Yaşam fenerleri sönmüş bir sokağa benziyor ve biz de düşe kalka yürüyor gibiyiz. Düşe kalka… Bize yapılan, bizi hedef alan iyiliğe ve kötülüğe hep aynı pasif tavır alışla karşılık veriyoruz ve bizim yaptıklarımıza karşı da başkaları hep aynı yeknesaklıkla yanıt veriyor. Dünyanın önünde durmak yerine hızla kaçıyoruz kendimizden ve başkalarından. Akıl almaz hızla dolaşıyoruz dilden! Gelişimiz yalan, gidişimiz asılsız… Zaten iyiliği de kötülüğü de ete kemiğe büründürebilecek bir gerçeğe sahip değiliz. Kurgu, sanal…

Bütün yapılanlar, söylenen bütün sözler bir boşluğu hedef alıyormuşçasına sarf ediliyor. Sarf edilen sözler başkasına değip geri dönmüyor tekrar. Hep başkasının boşluğunda yitip gidiyor. Başkası da bizim boşluğumuzdan uçurumlara yuvarlanıyor. yaşamımız ve ilişkilerimiz Karşılıksız mektuplar gibi ya da adressiz… Kurduğumuz ilişkiler ve bizimle kurulan ilişkiler karşılıklı hassasiyeti, duyarlılığı, dostluğu derinleştirmekten çok uzak. Birbirimize yakınlaştığımızı sandığımız oranda birbirimize olan uzaklık biraz daha artıyor aslında. Kendimizle ve bir başkasıyla ünsiyet kuramıyoruz. Birbirimizden kaçan, kaçmak için birer boşluğuz aslında. Birer kara delik… Sözler, sözlerimiz ve içinde doğduğumuz dil birbirimiz için korunak değil ve gönülden gelerek söylenmiyor. Hep kendi ıssız gölgemizde yitip gidiyoruz. Yitip gidiyoruz sözlerin kalabalığında. 

Hayatımızdaki her şey hızla sıradanlaşıyor, anlamını yitiriyor. Ve biz aynı hızla dehşet bir sıradanlığa, anlamsızlığa doğru sürükleniyoruz. Bizi heyecanlandıracak, düşündürecek ve rahatımızı kaçıracak şeylerden ışık hızıyla kaçıyoruz ve aynı zamanda dışımızda olup biteni de aynı hızla kanıksıyoruz. Anlamsızlığa direnebilecek, bir direnişi örgütleyebilecek dilin içinde ikâmet etmiyoruz. Konuştuğumuz dil, söyleştiğimiz sözler samimiyetini, sıcaklığını, dolaysızlığını yitirerek ulaşıyor bir başkasına. Bir farkındalıkla söylenmiyor sözler, biz farkında olunca konuşmuyoruz. Hep asılsız suretler geçip gidiyor yüreklerimizden. Söz kimseyi kızdırmıyor, öfkelendirmiyor, sevindirmiyor hiç kimseyi… Tıkır tıkır her şey… Mekanik… Hiç birimiz hiç birimizi tepkiye, eleştiriye, takdire, iltifata layık görmüyor aslında. Biz hiçbir sözü ciddiye almıyoruz ve edilen bir söz de bizi ciddiye alarak sarf edilmiş olmuyor.

Söz bir ikâme alanıdır oysa. İnsan kendini sözle açar ilkin. İnsan söyleşiyorken dilde varlık bulur, varlığını dilin dünyasında yurtlandırır. Dil insanı bir oluşa, bir manaya açar. Ve insan dille bir direnişi, kaygıyı ve gerilimi örgütler. Konuşmak insanı zinde kılar ve aynı zamanda bu zindeliği, hassasiyeti ve direnişi başkalarına da yansıtır. 

Dil, insana varolanın, nesnelin ve günübirlik yaşamın ötesinde sonsuzluğa kapı aralama imkânını verir. Bu imkân sınırları katı çizgilerle belirlemiş maddi bir yaşam alanında insana sınırları parçalayabilme fırsatı doğurur. İnsan konuşma eylemini gerçekleştiriyorken dilin bu maneviyat tarafıyla ve imkânlarıyla diğer insanlarla karşılıklı hassasiyet pekiştirir ve insanlar birbirlerini derinlemesine tanıma şansına sahip olurlar.

Bugün konuştuklarımız, sözlerimiz varolanın, maddi dünyanın ötesine kapı aralama olanağı vermiyor bize. Kurulan iletişim bizi hep reel dünyanın sıradan gerçekliğine çiviliyor. Birbirimizde derinleşmekten, bu derinlikte boğulmaktan korkuyoruz. hepimiz sığlaşan bir hayat alanındayız ve korkutuyor derinlikler. Bir sitemli söz yaralamıyor şimdilerde bizi. 

Hiçbir şeye kızamıyoruz ve öfkelendirmiyor artık hiçbir şey bizi. Ve sevinemiyoruz sevinilmesi gerekli olanlara. Belki tepkiden, refleksten bu kadar arınmış olmamızın altında yaptığımız her şeyin tepkiye yol açmasından korkmamız yatıyordur. Başkalarının sözlerine, anlattıklarına değer vermememiz kendi yaptıklarımızın ve yaşadıklarımızın anlatılmaya layık olmamasından dolayı. Başkalarıyla “hassasiyet bağı” kuramamak, hayatı karşılıklı değere dönüştürememek hepimizin hassasiyeti yitirdiği ve hayatın da asıl gayesinin unutulduğu anlamına geliyor herhalde.

Muaz ERGÜ

3 Yorum

  1. Osman alakel Cevapla

    Susmak lazım bu alemde,
    gün değişti devran döndü
    sözün özü uçtu söndü…

    Dilce susup bedence konuşulan bir çağda biliyorum kolay anlaşılmayacak kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın yanık yağda boğulan yapıların arasında delirmek hakkını elde bulundurmak…

  2. Hatice Yusuf Cevapla

    Muaz Ergü Değerli ve yerinde tespitler ve analizlerle dolu güzel bir yazıydı, elinize sağlık.👍🏼
    Küresel Dijitalizm ve kapitalizm psikolijimizi bozdu sistematik şekilde. Bizi doğadan ve varoluş amacımızdan uzaklaştırıp yalnızlaştırdı!
    Insanlık tarihinin bu KIRILMA noktasında uzmanlar ve son araştırmalar günümüz insanlarında NARSÏZMİN hızla artış gösterdiğini söylüyor ve bu kaygı verici bir durum, sizin de vurguladığınız tespitlerinizi teyid ediyor bu durum çünkü duyarsızlık ve empatisizlik bir narsistik özelliktir, narsistlerde başkalarının duygularını hissetme, empati ve sevmek yetisi yoktur maalesef.
    Onca yıl süren sistematik beyin kontrol teknolojilerinin toplum mühendislik oyunları bir yanda, ailevi ve ahlaki değerleri alt üst eden bir medya kirliliği diğer yanda…
    Zaten yeryuzu varolalı bu insanlık tarihimizin bir ” kötülük sorunsalı” vardı; şimdi elimizdeki teknolojilerle bu hepten zıvanadan çıktı veya iyice görünür hale geldi.
    Bence sorunun çözümü, kötülüğün ve kötülerin köküne eğilmek! Dünya bir grup küreselci denen sapkın sanrılı milyoner elitin elinde oyuncak olmuş…bunların kökü kazınır ve ellerindeki devletler üstü güç geri alınabilirse şayet, belki o vakit insanlık halas ve ıslah olur yeniden ve kalıcı olarak. Empatisiz ve ahlaksız bir dünya cehenbemden farksız zira…bir de şimdi kor*na aşısı, lockdown PLAN-DEMİ deyip anayasal özgürlüklerimize tecavüz edilmekte…mikrosoftun kölesi olmamız dayatılmakta…
    Kötüluk üreten, kötükleri besleyen ve özendiren bu sapkın ruhlu merhametsiz zeki delilerden dünyayı kurtarmak için bir fırsat belki de bu sahte pandemi belası!👍🏼
    yoksa insan insanı niçin sevmesin…?

    1. Muaz ERGÜ Post author Cevapla

      Teşekkür ederim öncelikle. maalesef insanlık kendi elinden çıkma aletlerin esiri oluyor. kuramlar, teorilerin hayatın ve insanın üstünü örtüyor. Daha güzel günlerin umuduyla…

Osman alakel için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir