Fahri Kayahan ve “Uyan Sunam Uyan”

Fahri Kayahan ile özdeşleşen hepimizin bildiği ancak yanlış bildiği bir türküyü anlatayım istiyorum: ‘’Uyan Sunam Uyan’’

Bu türkünün söz yazarı ve bestesi Malatyalı sanatçı Fahri Kayahan olarak bilinir. Ancak gerçek öyle değildir. Türkü Fahri Kayahan ile tanındığı ve anlatacağım olayla özdeşleştiği için sanki söz yazarı ve bestesi Fahri Kayahan’ınmış gibi anılır olmuştur.

Bu türkü TRT kayıtlarına göre 3163 repertuar numaralı, Erzurum yöresinden Haydar Telhüner’e aittir. Derleyen ve notaya alan Ali Canlı’dır. Hüseyni makamında ‘’aşk sevda’’ türküsüdür. Bir başka rivayete göre yöre olarak Sivas ve kaynak kişi olarak Halil Sarıoğlu olduğu da söylenir…

Şimdi gelelim Fahri Kayahan’ın hikâyesine…. Hikâyeyi okuyunca türkünün sözlerinin ve bestesinin de neden Fahri Kayahan ile anıldığını daha iyi anlayacaksınız.

Fahri Kayahan’ın hayatı muammalarla doludur, bu nedenle hakkında anlatılanlar zaman içinde birer efsaneye dönüşür. Kısıtlı bilgiler etrafında oluşturulan senaryolar Fahri Kayahan’ın gerçek hayat hikâyesine ulaşmayı imkânsız kılar. Bu yüzden Fahri Kayahan hakkında bahsedilenler çoğunlukla rivayetten ibaret kalır…

Fahri Kayahan 1918 yılında Malatya’da doğar, orta ve lise tahsilini Malatya’da tamamlar. Babası Malatya’nın en büyük manifatura dükkânına sahip olduğu için genç Fahri bu dükkânda çalışır. Bu nedenle de çok şık giyinir.

Fahri’nin gözü müziktedir. Her zaman bir enstrüman çalmak, türkü söylemek ister. İlk önce bağlama çalmaya heves eder ve bir süre bağlama çalar. Daha sonra Karaköylü Reşat Dayı’dan tambur dersleri alır. Fahri Kayahan’ın müzik yaşamındaki en önemli olaylardan biri de bağlamayı bırakıp tambur çalmasıdır.

Genç Malatyalı Fahri, katıldığı bir düğün sırasında Fahriye isminde genç ve güzel bir kızla tanışır. Malatya’nın ileri gelen ailelerinden olan Hamikoğulları’ndan Hacı Ağa’nın kızı Fahriye ile 1933 yılında evlenir.

Hacı Ağa konağına iç güveyi giden Fahri kısa zamanda bu konakta yapılan müzik toplantılarının tanınmış simaları arasına girmeyi başarır. Konakta keman, piyano, ud, tambur gibi enstrümanlar bulunmaktadır. Hacı Ağa keman çalmakta, damadı Fahri de ona tamburu ve sesi ile eşlik etmektedir. O yıllar Malatya’nın büyük konaklarında düzenli olarak müzikli ziyafetler olur, müzik halkın yaşamında önemli bir yer tutar ve bir çok insan enstrüman çalmayı bilir… Bu gelenek o zamanlar sadece Malatya’da değil, Yozgat’tan Kayseri’ye bütün bir Anadolu şehirlerinde vardı… Bir de şimdiki Anadolu’nun şehirlerinin çorak halini düşünün. Nereden nerelere geldik?

Bir süre sonra Fahriye Hanım hamile kalır ve 1934 yılında Suade ismini verdikleri bir çocukları olur. Fahriye ve Fahri Kayahan çifti mutluluk içinde yaşamlarını sürdürmektedir.

1936 yılının Ocak ayının son gününde, 30 Ocak’ı 31 Ocak’a bağlayan gecede, Fahri Kayahan’ın sonraki yaşamında derin izler bırakacak ve onu her zaman acı çekmeye mahkûm edecek bir olay yaşanır. Bu olay hakkında anlatılan birçok hikâye mevcuttur. Hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğu bilinmemektedir. Fahri Kayahan’ın hayatını değiştiren bu talihsiz olay ile ilgili en çok anlatılan rivayet şöyledir;

Devir, o zamanın Malatya’sı… O dönemin kadınlarının en büyük eğlencesidir, haftada bir yapılan hamam sefaları… Kendilerine ayrılan günde toplanıp hamama gider mahallenin tüm kadınları… İşte o hamam sefalarından birinde Fahriye’nin sırtında bulunan ve normal şartlarda kıyafetinden asla görünme ihtimali olmayan bir ben dikkatini çeker hamamda bulunan ve Fahriye’nin yakın arkadaşı olan Neriman Hanım’ın… Neriman Hanım, akşam eve geldiğinde laf arasında eşi Mustafa Bey’e, Fahriye’nin sırtında ben olduğunu anlatır…

Aradan zaman geçer… Fahri Kayahan bir gün evlerinin yakınında bulunan kahvede Mustafa Bey ile karşılaşır… Aralarındaki sohbet belli bir süre sonra tartışmaya dönüşür ve olay karşılıklı hakarete kadar gider… Fahri Kayahan hiddetle cevap verir Mustafa Bey’e: “Bir daha karşıma çıkma, seni el âleme rezil ederim.” Bu söylem karşısında sinirlerine hâkim olamayan ve sırf Fahri Kayahan’ı yaralamak gayesiyle hareket eden Mustafa Bey’in dudaklarından şu sözler dökülüverir: “Sen benimle uğraşacağına kendi karına sahip çık, ben senin karının sırtındaki beni bile bilirim.”

Fahri Kayahan beyninden vurulmuşa döner… Evet, inanamaz biricik Fahriye’sinin kendisine ihanet ettiğine, ama bu başına gelen neyin nesidir? Elin adamı, Fahriye’nin sırtındaki beni nerden bilecektir? Bu sorular kafasında iken eve varır, dayanamaz ve karşısına alıp Fahriye’ye durumu anlatır… Fahriye iki gözü iki çeşme yeminler eder Fahri Kayhan’a: “Aman beyim etme” der, “Bakar mıyım senden bir başkasına?” O gece konuşurlar, konuşurlar… Fahri Kayhan eşine sarılır ve ikna olduğunu söyleyip bir daha hiç açmamacasına konuyu kapatır…

Lakin durum hiç de öyle olmamıştır… O günden sonra istemeden de olsa aklında hep o şüphe, Fahri Bey karısına kötü davranır… Yine bir akşam yemekte sudan bir sebeple çıkan tartışma sonrasında Fahri Kayahan ceketini alır ve başlar Malatya sokaklarında dolaşmaya…

Eve geldiğinde neredeyse güneş doğmak üzeredir… Eve girer ve gördüğü manzara karşısında dona kalır… Biricik karısı Fahriye, kendini asmıştır… Sallanan ayağının dibinde elinden düşmüş bir mektup durmaktadır. O mektupta Fahriye son sözlerinde şunları yazmıştır: “Kusura bakma beyim, ama günlerdir kafandaki soru işaretlerinin sebebini bilmekteyim… Kendimi temize çıkarmak için başka yol göremedim. Şunu bil ki, ben sana hiç ihanet etmedim…” Fahri Kayahan gözyaşları içinde eşinin cansız bedenini yağlı urgandan ayırır, yere yatırır… Islak gözlerini silerken bir bakar ki hava aydınlanmıştır… İçindeki yangın öyle büyüktür ki artık söz bitmiş, kelimeleri tükenmiştir.

Bir başka rivayete göre de Fahri Kayahan bu dedikoduları kaldıramaz ve Fahriye’yi öldürür. Ailesinin şikâyetçi olmaması ve Fahri’nin de bir karıncayı dahi incitmeyecek bir yapıda olması bu rivayeti çürütür…

Bunlara benzer birçok rivayet vardır ancak hangisinin gerçek olduğu bilinmemektedir. Fahriye hanım intihar mı etti yoksa Fahri Kayahan mı vurdu veya bir kaza kurşununa mı kurban gitti, hâlâ anlaşılamamıştır.

Fahriye hanımın hayatını kaybetmesinin acısı Fahri Kayahan’da bir daha silinemeyecek etkiler bırakır. Fahri Kayahan bir daha Malatya’ya dönmemek üzere iki yaşındaki kızını da alır İstanbul’a gider. İçine kapanır. Bir nebze de olsa teselliyi müzikte bulur. İstanbul’a gelince ünlü müzisyenlerle tanışır. Bu isimler arasında Selahattin Pınar, Artaki Candan gibi isimler de vardır. 1937 yılında Almanya’ya giderek Polydor Plak firmasına 7 adet plak doldurur. Yurda döndüğünde sesinin ve bestelerinin güzelliği kısa süre de duyulmaya başlar. Birçok önemli bestesini de bu dönemde yapar. 1940’lı 1950’li yıllarda elde edeceği şöhretin temellerini bu dönemde atar.

1937 yılında Atatürk’ün huzuruna çıkıp şarkı söyler Fahri Kayahan. Atatürk’ün daha önce duyduğu ve diline dolandığı Fahri Kayahan şarkısı “Sarı Kurdelem”ı Ata’nın huzurunda söyleyince Atatürk de Fahri Kayahan’a “Ben olsam kaymak ile beslerim” diyerek latife de bulunur.

1940’lı yıllarda Müzeyyen Senar ile “Kerem ile Aslı” Suzan Yakar ile “Saz ve Caz” isimli filmlerde oynar. Bazı filmlerde ise sadece tamburu ve sesi ile film müzikleri yapar. Bunların yanında 60 film senaryosu yazar. Bunlardan bazıları; Sarı Kordela, Şirvan ile Abuzer, Ezo Gelin, Bülbül, Öldüren Yumruk, Gümüş Kırbaç, Perçemli Aslan, Yıldızlardan Gelen Dilber, Sokak Rakkasesi…

Dost meclislerindeki Fahri Kayahan sakin, duygulu, samimi kişiliğiyle tanınır.

Hayatının son döneminde yaşadığı bir talihsiz olay daha vardır ki bu olay Fahri Kayahan’ın dayanma gücünü yitirmesine sebep olur. 1969 yılında, gece yarısı evine döndüğünde evinin soyulduğunu görür. Bütün Plakları, elbiseleri, kıymetli özel eşyaları ve en önemlisi birçok bestesi çalınır. Olay karşısında şok geçiren Kayahan hastaneye kaldırılır. Çilelerle ve sıkıntılarla dolu bir yaşamın ardından yaşanan bu olay karşısında vücudu ve gönlü dirençsiz kalır. Yaklaşık bir ay hastanede yatar. Doktorların tüm çabalarına rağmen kurtarılamayarak 22 Nisan 1969 Salı günü yaşama veda eder. Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilir.

Malatya maalesef Fahri Kayahan için hayatı boyunca acının bir simgesi haline gelir. Yıllar sonra trenle Malatya’dan geçen Fahri Kayahan Malatya’ya bakar ve “gözlerimi bağlayın ne Malatya beni görsün ne ben Malatya’yı” der.

Zor bir hayatın ardından Malatyalı Fahri geride birbirinden değerli besteler ve patenti kendisine ait olan bir enstrüman yani “cümbüş”ü bırakır Klasik Türk Müziği ile halk müziğini birbirine yaklaştıran bir tarzı vardı. Bugün Fahri Kayahan’ın yaşamı, kimliği unutulmaya yüz tutmuştur. Ama besteleri hala sevilmektedir, yaşamaktadır ve yaşamaya devam edecektir. Allah rahmet eylesin, nûr içinde yatsın…

‘’Suna’’ erkek ördeğe verilen bir isimdir. Görünüşündeki zarafet sebebiyle kadın ismi olarak kullanılır. Boyu posu düzgün, ince, güzel ve endamlı kadın anlamında kullanılır. ‘’Suna boylu’’ ismi buradan gelir.

Türkü kime ait olursa olsun, ister Erzurum yöresinden Haydar Telhüner’e ait olsun, ister Malatya yöresinde Fahri Kayahan’a, ister Sivas yöresinden Halil Sarıoğlu’na ait olsun. Ama gerçek olan şu ki bu türkü Anadolu’nun, bozkır yaylalarının, garip, mahzun, mağmum insanlarının türküsüdür.

“Uyan Sunam Uyan” türküsünü dinlerken her bir dizede yüreğiniz sızlar… İçiniz burkulur… İçinizden siz de tekrarlarsınız dizeleri içiniz sızlaya sızlaya: ‘’Hiç kimse bilmez halinden’’… ‘’Bunca diyar gezdim gözlerin için’’…. ‘’Çektiğim gönül elinden’’… Bu türkü bu dünyada söylenmiş en naif bedduayı da içerir: “Dilerim Allah’tan sızlasın için”…

Ve demez mi en sonunda; ‘’Uyan sunam uyan derin uykudan’’…

Bakmayın siz böylesine gamlı, kederli, mahzun ve mağmum bir türkü seçtiğime… Ne yapayım ülke gündemi böyle… Ben yine de sizlere güzel mi güzel, pırıl pırıl, sıcacık bir hafta sonu dilerim…

Osman AYDOĞAN

Not: Fahri Kayahan’ın hakkındaki bilgiler ‘’Malatya Günlüğü’’ adlı İnternet sitesinden faydalanılarak hazırlanmıştır. 

https://www.sehriyar.info/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir