Hasan Kayıhan

Onun ismini ilk kez “Türk Edebiyatı” dergisinde görmüştüm. Derginin tarihini de yazının başlığını da hatırlamıyorum. Ama yazının konusu hâlâ aklımdadır. Divan edebiyatında bir gazelin gülle ilgili bir beyti için iki sayfalık bir yazıydı. Yazı o kadar sürükleyici bir dille yazılmıştı ki yazıyı sonuna kadar okumadan bırakmak mümkün olmuyordu. Yazıyı okuyup bitirdikten sonra divan edebiyatında sevgiliyi anlatan bir sürü atıf, sembol ve benzetme hakkında bilgi sahibi olmuştum. O günden sonra onun adını nerede gördüysem hemen yazısını bulup merakla okuyordum. Türkçesi güçlü, akıcı ve sertti. Her cümlesi sırtına yüklenmiş anlamlarıyla bir çağlayana dönüyordu. Belli ki birikimli ve öfkeli bir yazardı.

Çok geçmeden bu “öfkeli” yazarla yolumuz, ikimizin de ölümüne vurgun olduğu ülkemizde değil de gurbet elde kesişti. Almanya’ya yeni gelmiştim. Yere düşen bir sonbahar yaprağı gibi oradan oraya sürükleniyordum. Yaş on sekizdi ve sabırsız ruhum beni asla rahat bırakmıyordu. Okumak mı, yazmak mı, yoksa çalışmak mı konusunda kararsızdım. Etrafımdaki insanlar “Bir işe gir, para kazan,” diye nasihat üzerine nasihat veriyorlardı. Ama o nasihatleri dinlemedim. Bir tesadüf sonucu tanıştığım bir Alman Türkologun teşvikiyle Bochum Üniversitesi’nin dil okuluna yazıldım. Sonradan dost olduğumuz Alman Türkolog, benim bir kaç hikâyemi Almancaya çevirip yayınlayınca cahil cesaretim tavan yaptı. Artık kendimi büyük olmasa da büyüğe yakın bir yazar olarak görüyordum. Sağa sola yazılar gönderiyor, yazılar yayınlanmayınca da öfkeleniyordum.

orhan3

Bir gün davet edildiğim bir dernek toplantısında o güne kadar Almanya’da duymadığım etkileyici bir konuşmaya şahit olunca hatibi daha da dikkatle dinlemeye başladım. Konu, yurtdışında eğitim ve Türkçeydi. Orada ilk kez gördüğüm ince, esmer ve sert yüz hatlarına sahip hatip, sağ parmağını havaya kaldırdıkça ağzından çıkan her kelime birer havai fişek gibi salonda patlıyor, dinleyicileri irkiltiyordu. Herkes pür dikkat hatibi dinliyordu. O güne kadar Almanya’da uygulanan eğitim politikaları, Türkçeye olan ilgisizlik ve görevlilerin vurdumduymazlıkları hiçbir sansüre tabi olmadan dile getiriliyordu. Hepimiz söylenenleri yürekten takdir ediyor ve alkışlıyorduk.

Sonradan, salonu dolduran insanlara tercüman olan bu kavruk ve öfkeli adamın Hasan Kayıhanolduğunu öğrenecektim. Kısa tanışıklıktan sonra tabii ki ilk işim, daha yeni yazdığım ve dolunun köylülere verdiği zararı anlattığım “Dolu” isimli hikâyemi Hasan Kayıhan’nın avucuna sıkıştırmak olmuştu. O da kalemimin gücünü takdir ederse artık önemli, hatta büyük bir yazar olduğuma inanmış olacaktım. Bir hafta sonra hikâyemi geri aldığımda, her cümlenin altındaki kırmızı çizgiler ve hikâyenin sonundaki değerlendirme Hasan Kayıhan’ı bir anda gözümden düşürmüştü. Allah’dan öfkem uzun sürmemiş ve hikâyemi daha dikkatli okuyunca ona hak vermeye başlamıştım.

orhan7

Hasan Kayıhan’la ilk tanışıklığımın kısa hikâyesi bu kadarcıktı. Uzun bir süre ben onu tanısam da onun beni tanımadığını düşünüyordum. Ama bir gün ondan aldığım posta ile onun da beni unutmadığını anlamış ve sevinmiştim. Bana gönderdiği zarfın içinde yeni yayınlanan romanı “Gurbet Ölümleri”ydi. Sırtında gurbeti bütün acılarıyla taşıyan Anadolu’lu bir insanın arayışlarını, öfkesini, yılgınlığını ve ölümünü anlatan roman aslında bizim gibi gencecik yaşında başka ülkelere savrulan insanların ortak hikâyesiydi. Romanda hepimizden bir söz, hepimizden bir isyan, hepimizden bir yenilgi vardı. Bu ortak duygu ve etkileşim nedeniyle olsa gerek, roman aynı yıl hem Yazarlar Birliği Ödülü’nü kazanmış hem de filme çekilmişti. Romanı okuduktan sonra okuması için Türkolog dostuma da vermiştim. Dostum bir hafta sonra beni aramış, “Türklerin buradaki yalnızlık ve yabancılıklarından haberim vardı ama bu tür acılarından haberim yoktu,” demiş ve yazarı kutlamıştı.

“Gurbet Ölümleri” Hasan Kayıhan’nın ilk romanı değildi. O, 1970’li yıllarda “Yoklar,” “Acı Su”, “Zincir,” gibi ses getiren romanları yayınlamış, Peyami Safa ödülüne layık görülmüştü. Onun 1984 yılında yayınlanan “Beyler Aman” romanı mübalağasız, edebiyatımızda, bir devri ve bozkırdaki Türk toplumunun dönüşümünü anlatan en önemli eserlerden biriydi. 2015 yılında Bilgi Kültür Yayınları‘nda yayınlanan “Dönüş” romanı ise Türklerin yedi cepheden vurulduğı bir dönemin panoromasıydı âdeta.

Hasan Kayıhan Türk toplumunun en sancılı dönemlerine şahitlik yapmış bir yazardır. Bu yüzden Türkiye’de baş gösteren her türlü karmaşa ve ayrışmada yüreği yerinden hoplar ve halkının talihine yanar. Onun bu heyecanlarına ve endişelerine yakından tanık oldukça halkına yönelik aşkın derecesini de öğrenmiş oluyordum.

orhan2.jpg

Onunla sıkı bir dostluğum var artık, diyebilirim. Ama hâlâ yazdıklarımı ona göndermekten ve ondan karalanmış sayfaları geri almaktan bıkmış değilim. Onunla bazen edebiyat sohbetlerinde, bazen mitinglerde, bazen de baş başa olduğumuz kahve köşelerinde her şeyden konuşsak da bütün sözlerimizin temelinde edebiyat olduğunun farkındayız. Ve doğrusu bundan da büyük bir zevk duyuyoruz. Çünkü bizim dilimizdeki edebiyat aslında bizim insanımıza, dilimize, kültürümüze yönelik kara bir sevdadır.

Yazdığı her romana, hikâyeye hatta her satıra bu kara sevdadan bir tutam katan dostum, abim ve ustam Hasan Kayıhan’a aşk olsun!

orhan4Orhan ARAS

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir