Prof. Tofik Melikli’nin Hayat Merdiveni

Prof. Tofig Melikli

Üstad, Azerbaycan’nın Gence şehrinde dünyaya gelmiş, Türk Dili ve Edebiyatı sahasında uzmanlaşarak uzun süre Moskova Devlet Dil Üniversitesi’nin Türk Dili ve Kültürü Bölümü’nün başkanlığını yapmıştır.

Türk edebiyatı konusunda “Nazım Hikmet ve Türkiye’nin Şiiri”, “Türk Edebiyatı, Kökler ve Dallar”, “Türkolojinin Problemleri”, “Türkiye Edebiyat Tarihi,” “Nazım Hikmet, Poeziya ve Poetika”, “Dahinin Yalnızlığı. Fazıl Hüsnü Dağlarca” gibi kitapların ve yüzlerce makalelerin yazarıdır. Onun eserleri Türkiye Türkçesine, Fransızcaya, İngilizceye, Arapçaya, Bulgarcaya çevrilerek yayınlanmış ve bilim alemi tarafından büyük bir ilgi ile karşılanmıştır.

“Ermiş”, “Deli” ve “Gezgin” gibi güzel kitapların yazarı Halil Cibran, “Dün bugünün anısıdır ve yarın bugünün düşüdür”, diye yazmıştır. Elbette şair haklıdır. Dünle bugün arasındaki duygusal bağlantı yarının da düşlerini oluşturacaktır.

Prof. Tofik Melikli‘nin “Suyu Ahtaran Adam” kitabını okuduğumda geçmişle bugün arasında hep parallelikler kurmaya çalıştım. Bazen yazarın yerine kendimi koydum, bazen de yazarla birlikte onun gezdiği yerleri gezdim ve konuştuğu insanlarla konuştum.

Tofik Melikli anılarına önce kendisini, aile kökenlerini, doğduğu yerlerle anlatmakla başlamış. İnsanın geçmişi gelecekte oluşan kimliği üzerinde büyük rol oynamaktadır. Bu nedenle dünyaya geldiği tarihi Gence şehri ve Gence’deki ailelerin geçmişi adeta onun “milli kimliği” olmuş. Uzun süre Moskova’da yaşasa da yüreğindeki o kimlikle kendi kendisini korumayı bilmiş. Onun okul hayatı bile en büyük engelleri ve zorlukları aşarak o kimlik etrafında şekillenmiş. Liseden sonra seçeceği Doğu Dilleri Fakültesi’nin Türkoloji Bölümü’ne alınacak altı kişiden biri olması bile belki de ileride şekillenecek olan tarih şuurunun bir kader çizgisi olarak onun ömründe yer almıştır.

Gence’de başlayan şefkat ve sıcak aile ortamı Bakü’de devam etmese de orada karşılaşacağı Azerbaycan’nın en büyük alimlerinden ve edebiyat tarihçilerinden biri olan Prof Hemid Araslı duruşu, tefekkürü ve gerçek irfanıyla onun  rehberi olacaktır. Genç yaşlarında kendisini özgür, devrimci biraz da kaygısız olarak gösterse de içinde değişmeyen tek şey halkının kültürüne ve değerlerine olan bağlılığıdır. O samimi bağlılık hangi ülkeye gitse de onun kişiliğine ve aydın duruşuna farklı bir anlam katmıştır. Ruslar, Araplar, Türkiye Türkleri, İtalyanlar onun geldiği ülkenin zengin kültürünü onun şahsında görerek saygı göstermişlerdir.

Prof. Tofig Melikli farklı mekânlar, farklı zamanlar içinde yaşasa da hep suyun kaynağını aramıştır. Suyun kaynağını aramak ağır sorumluluklar, büyük çabalar gerektiren bir iştir. Ona hem annelik hem de ninelik yapan Dursun Hanım, Tofig Melikli’nin 6-7 yaşlarına kadar olan hayatında “Suyun başındaki” insandır. Ninnileri, masalları, yakıcı türküleri ondan dinler, iyiliği, doğruluğu ondan öğrenir. Bolşeviklere karşı Mayıs 1920 tarihinde başlayan Gence İsyanı’nı yaşayan ve yüreğinde ağır acılar biriktiren bu müdrik Türk hanımı Tofik Melikli’nin yüreğindeki ilk aşkıdır. Bakü’ye, annesinin yanında giderken ayrılığı ve hasreti de Dursun hanımdan öğrenir ve şöyle yazar:

“Çok iyi hatırlıyorum, ben Bakü’ye gitmek istemiyordum. Ninemden, geniş bahçemizden, arkadaşlarımdan, yanından çay akan sokağımızdan ayrılmak istemiyordum. Ama bütün bunlara rağmen annemin yanında olmayı da arzuluyordum. Nitekim 1948 yılının sonlarına doğru Bakü’ye annemin yanına gittim ve böylelikle de hayatımın yeni bir safhası başlamış oldu.”[1]

Aradan yıllar geçse de duyguları yoğunlaştıkça hep gözlerinin önüne o kısacık çocukluk anıları gelir ve kitabında da bunu çok şiirsel kelimelerle anlatır:

“Sağ tarafında serin kehriz suyu akan çay ve onun kıyısında yükselen kavak, çınar ağaçları, yan yana dikilmiş bahçeli evler sokağa apayrı bir güzellik katıyordu. Ninemlerin geniş bahçeli evinde hurma, incir, nar, elma gibi meyve ağaçları vardı. yazın sıcağında altında serinlediğimiz Tebriz üzümünün salkımları ve bir metreden daha kalın olan kerpiç evlerin duvarları, yazın serin, kışın sıcak ortamı hatıralarımda hâlâ yaşamaktadır.”[2]

Tofig Melikli kozmopolit bir şehir olan Bakü’ye annesinin yanına gider. Daracık, bahçesiz evler, araba ve insan sesleri, kalabalıklar ona yabancı bir yerde olduğu duygusunu verir. Bakü’de okula başlayınca şehir ortamına biraz olsun alışmaya başlar. Bir süre sonra Sovyetler Birliği’nde ilahlaştırılan Stalin ölür. Kendi ailesine bile büyük zulümler yapan Bolşevik sistemin lideri Stalin ölümünü Tofig Melikli o çocuk ruhuyla anlatırken dikta rejimlerin propoganda ile insanların beyinlerini nasıl yıkadaklarını da çok güzel izah eder:

“1953 yılının Mart ayıyıdı. Annemle İmran dayımın evinden dönüyorduk. Nizami bahçesinin yakınlarında ağaca asılmış siyah radyoyu dinleyen bir kalabalık gördük. Stalin ağır hastaydı, biz de yaklaştık. Ünlü sunucu Levitan titrek ve hüzünlü bir sesle Stalin’in öldüğü haberini okuyordu. Orada radyoyu dinleyenler hıçkırarak ağlıyorlardı. Annem de onlarla birlikte ağlamaya başladı. Ağladıkça da “Bizim halimiz ne olacak,” diyordu. Ben de annemin sözlerinden etkilenerek korkuya kapıldım. Acaba Stalin’den sonra dünya mı yok olacaktı? Savaş yeninden mi başlayacaktı? Herşey mahv mı olacaktı?”

Elbette ki Stalin’inin ölümünden sonra da ülkede bazı değişiklikler olur ve insanlar biraz olsun özgürlüğün tadını almaya başlarlar. Tofik Melikli anne ve babasının doktor olması nedeniyle “geleneği” devam ettirme yerine içindeki sesi dinler ve farklı bir dal seçer. Türkiye Türkçesine olan ilgisi, özellikle edebiyata, Nazım Hikmet’e olan sevgisi onu Doğu Dilleri Fakültesi’nde Türk Dili bölümüne yöneltir. O dönemlerde Stalin korkusu ve terörü gözle görülür şeklde azalsa da “Türkçe” ve Türkiye ile uğraşmak hâlâ tehlikelidir. Tofig Melikli bu tehlikeyi göze alır ve Hadi Mirzezade, Yusuf Ziya Şirvani gibi idealist hocaların da yardımıyla Türk Dili bölümüne girer. Tofig Melikli arkadaşlarına  Osmanlı tarihini, Türkiye Türkçesini şevkle öğreten Yusuf Ziya Şirvani 1937 yılında “Pantürkist” olarak damgalanmış ve Sibirya’ya sürülmüştür. 19 yıl sürgün ve işgencelerle yüzleşen bu âlim ancak 1956 yılında beraat ederek yeniden Bakü’ye döner ve Tofig Melikli gibi gençleri Türkçenin cennet bahçelerini gezdirir.

O dönemlerde Sovyetler Birliği’nde Türkiye denince akla Nazım Hikmet gelmektedir. Nazım Hikmet özellikle Bakü’de bir efsanedir ve şairin kendisi de oraya gidince kendisini Türkiye’ye gitmiş gibi hisseder. Orada Resul Rıza, Süleyman Rüstem, Mirza İbrahimov gibi çok yakın dostları vardır.

Tofig Melikli fakülteyi bitirme tezi olarak Nazım Hikmet’in “Yaşamak Güzel Şeydir Kardeşim” romanını seçer. 1962 yılında Nazım Hikmet Bakü’ye gidince hocası Yusuf Ziya onu da yanına alarak şairi karşılamaya götürür. Tren İstasyonunda Nazım Hikmet’le tanışır.

Nazım Hikmet hem dostlar arasındaki sohbetinde hem de Bakü devlet Üniversitesi’inde yaptığı konuşmada anadilin önemine ve edebiyatın gelişmesindeki rolüne değinerek öğrencilerin kendi kimlikleri konusunda daha dikkatli olmalarına yol açar.

Türkçe, Türk edebiyatı, Nazım Hikmet sevgisi Tofig Melikli’nin hayat yolunu belirlemiştir artık. Fakültenin başarılı, çalışkan ve hevesli öğrencisi olarak onu Doğu Dilleri Fakültesi’inde yüksek lisans yapması için Moskova’ya gönderirler. Yabancı muhit, büyük şehir ve Sovyetler Birliği’nin başkenti Moskova, Gence’den gelen bu gencin ümitlerini artırarak ona başka dünyaların kapılarını da açar.

Tofig Melikli çalışkanlığı ve işine bağlılığı ile Moskova’da da hemen dikkatleri çeker. O dönemlerde Moskova’da Türk edebiyatı adına pek fazla kitap yoktur. Arada bir gelen “Varlık” gibi dergiler olsa da Türk edebiyatının yenilikleriyle ilgili çok geniş bir belge ve bilgiye sahip olmak kolay değildir. Buna rağmen Tofig Melik’li zoru seçer ve Yüksek Lisans Tezi’nin konusu olarak Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiirlerini ele alır. Dağlarca adına Varlık dergisine bir mektup yazar. Mektuba önce cevap alamaz, ikinci mektubu yazar. Ayrıca lisans tezinin konusu Varlık dergisinde haber olarak yayınlanınca hem Dağlarca’dan hem de Ataol Behramoğlu gibi diğer yazar ve şairlerden mektuplar almaya başlar. Artık onun hayat çizgisi Türkiye’ye doğru çizilmiştir.

Peş peşe Türk edebiyatı ile ilgili kitaplar yayınlar. Bakü’de Azerbaycan Türkçesinde, Moskova’da Rusça Türk şiirinden örnekler büyük tirajlarla basılar. Sovyetler Birliği’ne giden Aziz Nesin gibi yazarlarla tanışır, dostluklar kurar. 1974 yılında ise ilk kez “Arzularımın Ülkesi” dediği Türkiye’ye gitme fırsatı doğar. Tam Kıbrıs çıkarması günü Türkiye’ye gider ve bir sürü sıkıntılar atlattıktan sonra İzmir Fuarı’na katılan Sovyetler Birliği temsilcileri için tercümanlık görevini yerine getirir. İlk Türkiye izlenimleri, Emel Sayın’la görüşmesi, Kıbrıs çıkarması sırasında Türk halkının coşkusu ve ruh yüksekliği onu derinden etkiler.

1976 yılına doğru Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında ekonomik gelişmeler arttıkça Türkçe-Rusça bilen tercümanlara ihtiyaç doğar. Tofig Melikli hem üzerinde çalıştığı konularla ilgili belge ve bilgiler toplamak hem de sevdiği ülkede yaşamak için teklif edilen görevi kabul eder ve Türkiye’ye gider. Tofig Melikli’nin orada yaşadığı bir kaç yıl içinde şahit oldukları Türkiye-Sovyetler Birliği arasındaki ilişkiler ve Türkiye’nin yetmişli yıllarındaki görüntüsü açısından çok önemlidir.

Onun hatıralarında Türk edebiyatının ustaları başta Nazım Hikmet olmak üzere Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Fazıl Hüsnü Dağlarca geniş yer tutmaktadır. Nazım Hikmet’in Moskova’daki manevi oğlu Ekber Babayev’in kısa ve trajik ömrü, hayalindeki Türkiye’ye gitmesinin yasaklanması, Nazım Hikmet’in eşleri Galina ile Vera arasındaki çekişmeler, Vera’nın vefasızlığı Tofig Melikli’nin yakın şahitliği ile çok akıcı bir şekilde anlatılmaktadır.

Orhan Kemal’in 1971 yılında Moskova ziyaretinde tren vagonunda karşılaştığı bir olay onu bir yazar olarak çok mutlu eder. Tofig Melikli o akıcı üslubuyla olayı şöyle anlatır:

“Orhan Kemal’ın “El Kızı” romanı Moskova’da büyük bir trajla yaynınlanmıştı. 1971 yılında eşi Nuriye Hanım’la Moskova’ya geldi. Bir gün benden Moskova şehir metorsunu ona göstermemi istedi. Metordan indik başka bir yere giden trene bindik. Trende karşımızda oturan bir kızın Orhan kemal’ın romanını okuduğunu gördüm.

“Orhan bey, karşıdaki kız sizin romanını okuyor,” dedim.

“Şaka yapma,” dedi.

Hemen kızın yanına geçip oturdum.

“Bakın, karışıdaki ince bıyıklı adam bu okuduğunuz romanın yazarıdır,” dedim.

Kız bir bana bir de Orhan Kemal’a baktı.

“Siz kızlarla tanışmanın yolunu bulmuşsunuz,” dedi.

“Hayır,” dedim. “Gerçekten de o orhan kemal’dir,” dedim. Kız dikkatle yazara baktı ve ardından yerinden kalkarak onun yanına gitti ve kitabını imzalamasını rica etti.”

Tofig Melikli usta yazarımız Yaşar Kemal’le yaşadığı tehlikeli bir sandal yolculuğunu ise şöyle anlatır kitabında:

Yaşar Kemal hayatı ve insanları delicesine severdi. Her sınıftan insanlar, yazarlar, balıkçılar, şoförler, sokak satıcıları onu tanır ve bu sade insanla gurur duyarlar, ona saygı gösterirlerdi. Buna ben defalarca şahit oldum.

Yetmişli yıllardı. İstanbul’daydım. Bir akşam saat ona doğru kaldığım otele telefon açtı. “Hemen aşağıya in Anadolu yakasına geçeceğiz,” dedi.

“Yaşar abi bu saatten sonra vapur yok ki,” dedim. (Daha boğaz köprüsü yoktu). O bariton sesiyle, “Sen karışma, hemen aşağı in,” dedi.

Otelin lobisinde arkadaşıyla oturmuştu. Arabaya bindik boğaza gittik. Bizi bir balıkçı bekliyordu. Üçümüz de kçücük kayığa bindik ve hareket ettik. Tam yolun yarısında üzerimize kocaman bir geminin geldiğini gördük. Kayığın motoru güçsüzdü. Ne kadar çabalasa da geminin önünden kaçamıyordu. Sanki yerimize çivilenmiş ve üzerimize gelen canavarın dişleri arasına düşmeyi bekliyorduk. Yaşar Kemal bana sarıldı. “Korkma,” dedi. Hasan Usta bin kez böyle olaylarla karşılaşmıştır, o işini bilir.”

Gerçekten de gemi bize beş metre kala yanımızdan geçti, gitti. Ama geride bıraktığı dev dalgalar bizi bir kibrit kutusu gibi havaya fırlatıyordu. Sonuçta Anadolu yakasına geçtik. Sahile çıkarken Yaşar Kemal seslice güldü.

“Biliyor musun neden korktum,” dedi. “Biz neyse de sana birşey olsaydı Sovyetler Birliği Türkiye’ye savaş açardı. Bunun sebebi de Hasan usta olurdu.”[3]

Prof. Tofig Melikli sadece edebiyat konusunda değil halkının sosyal ve siyasi meselelerinde de önde gidenlerden biridir. Moskova’da arkadaşlarıyla kurdukları “Ocak” teşkilatı aracılığıyla Azerbaycan’da olayları Rus kamuoyuna ve dünya medyasına ulaştırmakta önemli roller oynamış ve zaman zaman büyük tehlikelerle yüz yüze kalmıştır.

O ömründen ve geçirdiği hayattan sayfalar aktardığı son eseri “Suyu Ahtaran Adam’ da birbirinden ilginç anektodlar, portreler ve akıp giden zaman yeniden hayat bulmakta ve bir sinema perdesi gibi bizi geçmişle tanıştırmaktadır.

Orhan ARAS

[1] Tofig Melikli, Suyu Axtaran Adam, s.11
[2] Aynı yer, s.15
[3] Tofig Melikli, Suyu Ahtaran Adam, sayfa 170

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir