Paris’te Son Gece

Mekânlar sakinleriyle tanınır. Ünlülerin oturduğu evler ve sokaklar o mekânlara ayrı bir anlam katar. Paris’in 14. bölgesindeki ‘Rue Campagne-Première’ kesinlikle böyle bir sokak. Yalnızca 265 metre uzunluğunda ve ‘Boulevard Montparnasse’ ile Boulevard Raspail’ arasında yer alır.

Ünlüler sokağı bu iki bulvar arasında uzanıyor

Sokaktaki eski atölyelerin bulunduğu yerden yüz adım sonra, Otel Istrianın tam karşısında, şirin bir hava estiren Yves Klein Parkına ulaşıyorsunuz. Giriş kapısının yanı başında ünlü sanatçıların isminin yer aldığı bir anıt plaket var: Geçen yüzyılın ilk çeyreğinde hepsi bu otelde ikâmet etmişler. Ancak ismi anılanlar, şehrin hiç göze çarpmayan bir mekânını kendileri için keşfetmiş olan ressam, fotoğrafçı ve şairler topluluğunun yalnızca küçük bir kısmıdır. Sokak 20. yüzyılın başında bölgedeki kafelerin telaşlı ve bohem yaşantısından uzak sayılırdı. Eskinin renkli evleri arasına şimdi pek çok soğuk, hiçbir cazibesi olmayan yeni binalar sıkıştırılmış. Şehir hayatı da oldukça zayıflamış denilebilir: birkaç restoran, çamaşırhane, süpermarket, kapalı dükkanlar. Elbette, yıllardır canlı bir ortam yoktu, ve ismini, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bir askerden alan ıssız bir sokaktı. Buna rağmen entelektüelleri bir mıknatıs gibi kendine çekiyordu: Paris’in başka hiçbir semtinde yaratıcı insanlar buradaki kadar etkileyici küçük bir alanda toplanmış değildi. Belki bir tesadüf, ama ilkin daha az tanınan sanatçılar arasında ‘Campagne-Première’de ucuz bir oda veya bir atölye bulabilirsiniz söylentisi yayıldı.

Otel Istria hâlâ ayakta duruyor.

Semtin sokakları ile meydanlarını belleklere kazıyan fotoğrafçı Eugène Atget(ölm.1927) oldu. Bu sokakta yaşıyor ve burayı seviyordu. Özellikle “Paris pittoresque” ve “Le vieux Paris” albümleri dikkat çekicidir. 20. yüzyılın başında şehrin en küçük ayrıntılarını arşivlemek için Paris’i geniş açılı hantal kamerasıyla belgeledi. Hiç üşenmedi, yollara düştü. Parkların, binaların, sokakların, vitrinlerin, fahişelerin, işçilerin ve hatta kapıların resimlerini çekti.

Ressam ve şairlerin takıldığı lokantayı Rosalie işletiyordu

1900 yılından itibaren neredeyse çeyrek yüzyıl boyunca, aynı sokakta ikâmet ettiği evin çatı katını da tuttu ve arşiv olarak kullandı. Sokağın diğer köşesinde ‘Rosalie’nin anaç tarzda işlettiği ve her şeyden önce kapısına şöyle yazdığı küçük bir halk lokantası vardı: “Herkesin kendisini duvarda ölümsüzleştirdiği yer”. Michel Georges-Michel, Paris sanat camiasını anlattığı “Les Montparnos“(1924) romanında burada “çıplak model ile yoksul hekim arasında oturduğunu” ve “soslu erişte ile bir parça reçelli kek yediğini” yazıyor.

Ressam Modigliani’nin çizdiği Rosalie resmi

Eski bir fotoğrafta güzel Rosalie‘yi uzun boylu kocasının yanında görebilirsiniz ve küçük ama kararlı kadının lokantayı tek başına yönettiğini ve ayrıca bir avuç ‘deliyi’ avuttuğunu hayal edebilirsiniz.

Çizdiği badem gözlü ve kuğu boyunlu kızların resimleriyle tanınan İtalyan ressam  Amadeo Modigliani ve meslektaşları, Rosalie’nin konukları arasındaydı, onlardan birini hepimiz tanıyoruz: Picasso. Picasso’nun atölyesi 11 nolu binada bulunuyordu, sonra   yanı başındaki caddeye (Boulevard Raspail 242) taşındı.

Birkaç yıl önce, Arthur Rimbaud ve Paul Verlaine‘in her gece bu sokaktan geçerek “loş ışık ve örümcek ağlarıyla kaplı”  meskenlerine gittiklerini öğreniyoruz. Çünkü birkaç yüz metre ilerde Yahya Kemal‘inde takıldığı ünlü mekân “La Closerie des Lilas” bulunmaktadır.

Ünlülerin mekânı La Closerie des Lilas 1919 – 2019

“La Closerie des Lilas” zamanın şair ve yazarları için vazgeçilmez bir buluşma noktası olmuştu. Ve bu efsanevi kahvenin güzel mozaik zeminine adım atan başkaları da oldu! André Breton, Louis Aragon, Jean-Paul Sartre, André Gide, Oscar Wilde, Samuel Beckett -ve tabii ki ressamlar Picasso, Modigliani ve Cézanne‘dan mutlaka bahsedilmelidir. Yine Francis Scott Fitzgerald’ın “The Great Gatsby” elyazısı romanını Ernest Hemingway‘e okuması için “La Closerie des Lilas”da verdiğini biliyor musunuz? Yazarlar André Breton ve Tristan Tzara arasındaki görüş ayrılığının Dadaizm’e son verdiği ve sürrealizm akımının ortaya çıktığı söylenen yer de burasıdır.

La Closerie des Lilas ve Yahya Kemal’in masası

Kızımla anlaşmıştık! Önce otelden 450 metre ilerde “Jardin du Luxembourg”a gideceğiz, sonra yine 450 m. ötede bulunan Yahya Kemal’in kahvesine geçecektik. Kızım, ortaokul öğrencisi iken sınıf gezisinde ‘Özgürlük Anıtı’nın da sergilendiği bu bahçeye gezmeye gelmişti. İlginçtir; her Alman öğrencisi 18 yaşına geldiğinde tüm Avrupa başkentlerini görmüş olur. Bu aynı zamanda -Avrupalılık bilincini yerleştirmek için – siyasetin bir parçası haline gelmiştir.

Yüzyılın başında Montparnasse, sanat merkezi olarak Montmartre’nin pabucunu dama atar. Ressam ya da şair olmak isteyen ama zor geçinen genç yeteneklerin muhite akını başlamıştır artık. Çoğu zaman, konakladıkları yer Hotel Istria olur.

Bugün geriye dönüp baktığımızda gurur verici bir tablo önümüze çıkıyor, çünkü  Vladimir Majakowski, Rainer Maria Rilke ve Walter Benjamin de bu otelde çok gecelemişler. Ve ilerde karısı olacak olan Elsa Triolet aşkına şair Louis Aragon, Paris’in “en ucuz ve en temiz küçük oteline” taşınır:

“Sadece parıldayan şeyler söner  Hotel Istria’dan aşağı indiğinizde
Her şey farklıydı Campagne Première sokağında
Bin dokuz yüz yirmi dokuzda”

İsviçreli yazar Paul Nizon ile La Closerie des Lilas’da karşılaşmanız mümkün

Aynı yıllarda bohem çevreleri pür dikkat izleyen “Le Mécanisme de la Vie Moderne” (1900) kitabının yazarı Georges d’Avenel, Parisli kadınlar hakkında bir dizi makale yazdı: “Onlar gerçek dişi ve aynı zamanda erişilmez bir tanrıça ve aynı zamanda bir fahişedir. […] Yarı peri kızı, yarı sokak kadınıdır.”

Bu tanım kesinlikle üst sınıfa mensup hanımlar için geçerli olmasa bile, yazar 19. yüzyılın sonunda toplumda yerleşen bir önyargıyı yansıtmaktadır.

Belki sanayi devrimi ile ortaya çıkan istikrarsız durumu ve sosyal bir yarayı işaret etmektedir. Ki Marx‘ın elinden düşürmediği Balzac romanlarında da bu sorun dile getirilir.

9 nolu bina “Cité des Artistes” olarak isim yapmış, 128 atölyeden ibaret kompleks bir yapı oluşmuş ve ‘Modigliani’, ‘Kandinski‘ ve ‘Miro’ gibi ressamlar buralarda üne kavuşmuştur. 14 nolu binada da ressam Yves Klein yaşıyordu. Şimdi köşedeki park onun ismiyle anılıyor.

Devrin ünlü şarkıcısı Kiki, bu sokaktaki bir klüpte sahneye çıkıyordu.

Hemen yanda, bol miktarda cam süslemeler ve renkli tuğlaların bulunduğu görkemli bir yapıda, 1923’den itibaren fotoğraf sanatçısı Man Ray yaşadı ve resmini çektirmek isteyen pek çok Parisli ilk ona koştu. Devrin uçarı şarkıcısı Kiki, aynı sokakta bulunan bir eğlence mekânında sahne alıyordu ki “akşamları sanki bir aile gibi bir araya geldikleri” söylenir. Günümüzde bu küçük sokak sessiz ve sakin. “Archi Bar” ve “La Mère Agitée” gibi mekânlar bile kapanmış, kepenkler inmiş ve sadece küçük bir manav, kasvetli havaya mavi renk katıyor. “Hotel Istria” ise her zaman açık. Edebiyat da ortadan kaybolmuş; Pierre Lemaitre, otelin görkemli geçmişine “Acılar Aynası” romanında “Aragon Oteli” şeklinde öyle bir değinir.

Bu olumsuz gidişata çağımızda tek bir kişi direniyor: Paul Nizon. 12 yıldan beri bu sokakta isteyerek oturan yazar Alman dilinin son büyük ustası. Nobel ödüllü Avusturyalı yazar Peter Handke, “onun hikâyelerinde bol özgürlük vardır, bunun için onu bazen kıskanırım.

Erkeklik de vardır, bunun için de kıskanırım” demektedir. Gerçek hayatı da hikayelerine benziyor. İsviçreli yazarın son karısı örneğin, kızının arkadaşı genç bir hanım. Bir röportajında şöyle konuşur: “Bu bölgeye tamamen tesadüf eseri geldim, Montparnasse benim için sadece edebi anlamda bir şey ifade ediyordu ya da edebiyat dünyasına ayna tutuyordu.”

Jardin du Luxembourg

Bu muhite 2008’de yerleştiğinde elbette geriye ne fotoğraf stüdyolarından ne de resim atölyelerinden eser kalmıştı. “Hotel Istria”, tabii ki herkes tarafından biliniyordu, ancak muhitin “Rilke-Rimbaud-Benjamin” esintisinden çok görsel sanatların ve özellikle sürrealizmin onu ilgilendirdiğini belirtiyor. Nizon, güç bela satın aldığı evinden – satılık ev bulmak zor çünkü – hoşnut ama  mahalle sakinleri ile henüz samimi bir ilişki geliştirememiş: “Burayı çok heyecanlı bulmuyorum, aksine oldukça sıkıcı.” Bu yabancılık duygusu giderek değişir tabii. Taşındığı sıralarda Nisan 2008’de günlüğüne şunları kaydetmiş mesela: “Eh, henüz yeni evimde değilim, yerleşmek zaman alıyor. Asıl sorun, bir Montparnassian olup olamayacağım.” Onu çok iyi anlayabiliyorum. Çocuklarımız dünyaya gelince biz de Köln’deki Weidenpesch semtinden ve komşularımızdan üzülerek ayrılmıştık. Aradan yıllar geçti, kendimizi hâlâ oraya ait hissediyoruz…

Rue Campagne-Première izlenimler

Paul Nizon’un zemin kattaki konutuna avludan geçerek varılıyor. Buradan ayrılır ve tekrar caddeye çıkarsanız, ‘Rue Campagne-Première’de, bir zamanlar bir filmde bir artistin öldüğü noktaya doğru ilerleyeceksiniz. Polisle çıkan silahlı çatışmada vurulan kişi Jean Paul Belmondo. Hayır, bu sokak mazisinde hiçbir zaman  tehlikeli bir yer olmamıştır, olay sadece Jean-Luc Godard‘ın “Serseri Âşıklar” filminde geçiyor: Michel ve Patricia bu sokaktaki bir fotoğraf stüdyosunda son geceyi birlikte geçirirler ve Jean-Paul Belmondo, kaçmak için sokağa çıktığında, bir komiser tarafından vurulur ve yere yıkılır. Raspail Bulvarı’nı, vurulan Belmondo’nun peşinden koşan Jean Seberg’in göz hizasından, seyredebilirsiniz. Pek çok sanatçıya ev sahipliği yapan Rue Campagne-Première’de ölen Michel’in son sözü “sen iğrenç birisin” olur. Bu söz Amerikalı gazeteci ve ona ihanet eden sevgilisi Patricia içindir…

Serseri Aşıklar(Film)

20. yüzyıl başlarında Rus şairler arasında şöyle bir özdeyiş yayılmıştı: “Sakın, Paris’i görmeden ölme!” Ancak son ziyaretimde Paris’in kendisi ölüyordu… Sarı yelekliler sokakları işgale başlamıştı…

Alaattin DİKER

1 Yorum

  1. Mustafa Sarı Cevapla

    Harika….👏Modern insan sadece eşya ile değil mekanla ilişkisini de kaybetmiştir. O kadar çok hareket ediyoruz ki bir mekanla ilişki kuramıyoruz. Tanpınar ve Yahya Kemal (kısmen de Necip Fazıl) İstanbulla kurduğu ilişkiye hep imrenmişimdir. İstanbul’a ne zaman gitsem Tanpınar’ın izlerini arıyorum. Yahya Kemal’e Balkanları da eklemek lazım… Sevgilisine ‘Ruhunu görünce gözlerini çizeceğim’ diyen Modigliani’yi anlatan film şiddetle tavsiye edilir.😊

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir