2025 Yıl Sonu Edebiyat Değerlendirmeleri-VIII: Yusuf TOSUN

2025 yılı edebi anlamda sizin için nasıl geçti?

Edebi anlamda 2025 yılı verimli bir yıl oldu benim için. Katıldığım birçok kültürel aktivite ile birlikte yeni bir yayınevinden yeni iki kitabım yayımlandı. İlki Okur Kitaplığı’ndan Mart ayı başlarında BALKAN GÜNLÜĞÜ ismiyle yayımlandı ve Kasım ayında 3. baskısını yaptı. İkinci kitabım ise 2020-2025 yılları arasında okuduğum kitaplardan izler taşıyan YÜZLEŞME yine aynı yayınevinden Ekim ayında yayımlandı. Bu yıl içinde değişik matbu dergi ve dijital mecralarda onlarca yazım yayımlandı. Kültür, sanat, edebiyat her ne kadar istenen düzeyde olmasa da genel anlamda bir gayretin olması sevindirici. Umarım önümüzdeki yıl ve yıllarda edebiyat mecrasında daha umut verici gelişmeler yaşanır.

Bu yıl okuduğunuz ve sizde iz bırakan üç kitap adı söyler misiniz?

Okuduğum kitapları mutlaka kitap günlüğüme kaydeder ve onlardan önemli gördüğüm pasajları not alırım. Ayrıca kitap çerçevesinde duygu ve düşüncelerimi de günlüğüme kaydederim. Bu anlamda geriye doğru bir tarama yaptığımda Aralık ayı itibariyle günlüğüme kaydedebildiğim 47 kitap var. Bu okumalar içerisinde bende iz bırakan üç kitap ise şöyle:

Birincisi; Gündüz Vassaf’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan bir köprü bekçisinin günlüğü olan MOSTARİ ile ANNEM BELKIS kitapları.

İkincisi; Kieran Setiya’nın The Kitap Yayınları’ndan çıkan ORTA YAŞ KRİZİ isimli kitabı.

Üçüncüsü ise; Byung Chul Han’ın Ketebe Yayınları’ndan çıkan ENFOKRASİ isimli kitabı oldu.

Türk edebiyatında bugün karşılaştığımız en büyük sorun yazmak mı, yayımlanmak mı, okunmak mı?

Yaşadığımız dijital çağ itibariyle Türk Edebiyatı’nda bugün karşılaştığımız en büyük problem; “okumak ve okunmak”tır hiç şüphesiz. Çünkü bir ürünün yayımlanması bugün en kolay iş haline geldi. Öyle ki bu kolaycılık bilgi kirliliğini de beraberinde getirdi. Hiçbir editöryal süzgeçten geçmeden ürünler kolaylıkla yayınlanıyor. Ve birçoğu edebi ürün olmaktan çok uzak. Bu durum okuyucunun da işini zorlaştırıyor haliyle. 

Yazmak ise birçok kişi açısından bireysel bir rahatlama olarak görülüyor ve dolayısıyla edebi bir kaygı taşımıyor. Kalıcı metinler yerine popüler yazılar tercih ediliyor. Bu da gerçek edebi eser ve yazarları gölgeliyor haliyle.

Velhasıl bugün edebiyatın ve de edebiyatçının işi bir hayli zor.

Oku(n)mak, mı, yazmak mı, yayınlamak mı? Sanırım en zoru yaşamak!….

Günümüzde bir metnin yayınevince kabul edilmesi daha çok edebi değerle mi, yoksa piyasa sezgisiyle mi belirleniyor?

Bugün birçok sektörde olduğu gibi yayınevleri de ekonomik krizle karşı karşıyalar. Özellikle sırtını büyük şirketlere dayayamayan yayıncıların işi bir hayli zor gözüküyor.  Bu zor şartlar altında işinin hakkını veren yayınevi sayısı ise çok az. Bu nedenle çoğu yayınevi ürünün edebi değerinden çok piyasa sezgisini, kitabın satılabilirliğini esas alıyor ki bu da üzücü bir durum.

Güncel anlamda okuruyla yazar arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?

Dijital mecraların yaygınlaşmasıyla birlikte okur-yazar arasındaki etkileşim de kolaylaştı. Bu etkileşim hem okur hem de yazar açısından olumlu bir gelişme. Tabii bu sanal imkânlar sayesinde suistimaller de mümkün. Bu mecraların etkisiyle popülerlik ön plana çıkabiliyor ve hakiki edebi metinleri gölgede bırakabiliyor. Hakeza yazarlar için de durum aynı. Genç yazarlar bu anlamda daha şanslı. Teknolojiye mesafeli orta yaş kuşağı ise geri planda kalmış durumda.

Bugün bir yazarın görünür olabilmesi için iyi yazması mı, doğru çevrede olması mı daha önemli?

Tabii bu durum biraz da yazarın ne yapmak istediğiyle alakalı… Yazarın amacı görünür olmayı hedeflemek mi yoksa bugüne ve geleceğe kalıcı eserler bırakmak mı olmalı?  Geleceğe hitap eden bir yazarın görünürlük diye bir derdi olmaz. Sırf bugüne hitap eden bir yazarın ise yazar olmak gibi bir amacı olamaz zaten. Veya zaman onu yazar olarak görmez.

Bugün birçok yazar-şair ikinci kategoride yer alıyor maalesef. Bunlara yazar şair de dememek lazım aslında. O nedenle mezarlıklar adı-sanı anılmayan yazarlarla doludur. Bütün bunlara rağmen iyi yazıp görünürlüğü olan yazarlar da yok değil. Bu durum bir istisna tabii..

Okunma, anlaşılma ya da takdir edilme ihtiyacı yazma motivasyonunuzun neresinde duruyor? Ve sizin için yazmak bir özgürlük müdür, yoksa bir bağımlılık mı?

Hakiki bir yazar için yazmak zamanlar ve insanlar üstü bir eylemdir. Onun asıl işi yazmak değil, yaşamaktır. Bir davası, derdi vardır ve yazmayı da doğrultuda araç olarak kullanıyordur. Mehmet Akif bunun somut bir örneğidir mesela. O nedenle bir yazar için çevresel koşullar elbette ki önemlidir lakin belirleyici bir etken değildir. Şayet yazmak bir yerlerinize değmiyor, bir şeyleri değiştiremiyorsa kaybolmaya mahkûmdur zaten. Bu yazmak değildir. Değilse yazmak bireysel bir terapinin ötesine geçmez.

2026’ya girerken edebiyattan beklentiniz nedir?

Hâlihazırda tezgâhta bekleyen merhum Akif ve su ile ilgili iki eserim var. Bir de kitap bütünlüğünde yayımlanmayı hak eden bir hayli yazılarım birikti. Bunları yayınlamak nasip olur inşallah.

Dileğim; yazıyla yaşamayı, okumayla düşünmeyi birleştiren eserlerin çoğalması. Edebiyatın yeniden hayata değmesi. Çünkü edebiyat, hayatın dışında değil; tam merkezinde durduğunda anlamlıdır.

Teşekkür ederiz.

Muaz ERGÜ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir