2025 Yıl Sonu Edebiyat Değerlendirmeleri-XII: Gülser Kut ARAT

2025 yılı edebî anlamda sizin için nasıl geçti?

Okumak istediğim kitaplara yönelmek istedim, doğrusu pek de başarılı olamadım. Sosyal medya şunu oku diye yönlendiriyor, bir şekilde etkileniyorsunuz. Çoğunluk yazmak, okumak ve film izlemekle geçti diyebilirim. İkinci dosyam üzerinde çalışıyorum.

Bu yıl okuduğunuz ve sizde iz bırakan üç kitap adı söyler misiniz?

İlk kitap Norveç Edebiyatından;

ANNEM ÖLDÜ MÜ?Vigdis Hjorth

Annem Öldü mü? Kitabındaki kahraman, annesiyle trajik bir sırrı paylaşıyor ancak annenin yaşadığını inkâr etmesi, yaşadıklarıyla yüzleşme cesareti gösterememesi, kızını da inkâr etmesine yol açıyor. Çünkü kızı, annenin yaşadıklarının hatırlatıcısı oluyor. Bir annenin ölümü üzerinden aile içi çatışmaları özellikle anne-kız çatışması, kırılan bağları ve kadın kimliğini sorgulayan bir roman. Ülkemizde çok ilgi çektiğini düşünüyorum.

İkinci kitap Macar Edebiyatından;

MUMLAR SONUNA KADAR YANAR Sandor Marai

Orta Avrupa edebiyatı her zaman ilgi alanım olmuştur. İkinci Dünya Savaşı ve sonrasını anlatan muhteşem bir roman olarak karşımıza çıkıyor bu eser. Özellikle yazarın kişisel tarihi ile Macaristan’ın tarihini paralel anlatması bakımından çok ilgi çeken bir roman. Beklemek üstüne bir kurmaca olduğunu söyleyebiliriz. Hesaplaşma değil, bir konuşma metni. Yazar, asker ve sert bir kişiliğe sahip olan General’i tanımamızı istiyor ve onun üstüne kurulmuş bir romanı biz okuyuculara sunuyor. Anlattığı kavramlar dostluk, kibir, hayal kırıklığı. Bu arada yazarın ülkesinden uzakta yaşamak zorunda olduğunu belirtelim. Almanca yazan bir yazar olmasına karşın, anadili Macarca yazmak konusunda ısrarlı oluşu beni etkiledi. 89 yaşında intihar ediyor.

Üçüncü kitap kendi ülkemden;

İRLANDA DEFTERİ- Meltem Gürle

Bu deneme kitabında Meltem Gürle Dublin’de yaşadığı üç yılı, adeta okuduğu sevdiği yazarların kitapların ev sahipliğinde geçirir. Joyce, Yeats, Oscar Wilde, Beckett, William Trevor, Flann O’Brien, Claire Keegan her gün yolunun üstüne çıkıyor, biz okuyucular da onlarla birlikte oluyoruz. Tabii bu arada Meltem Gürle’nin gerçek ev sahibi Mary’i de unutmayalım. Kitapta şöyle bir söz geçer. “Bir edebiyatsever için Dublin’e gitmek bir tür hac yolculuğu sayılır”.  2018 yılında Dublin’e gitmiştim. Bu kitabı okuduktan sonra şunu söyleyebilirim: Bu kitabı okumadan Dublin’e gitmeyin. Bana bir kez daha gitmek farz oldu. Donanımlı yazarın kişisel deneyimlerinden yola çıkarak kurguladığı bu denemeler, bugünle dünü bağlarken İrlanda edebiyatına dair yeni pencereler açıyor. Yazar cenneti Dublin’ de bilmediğimiz tanımadığımız yazarlara karşı öğrenme, okuma isteğiyle doluyoruz. Bu sene okuduğum en iyi kitaplardan birisi.

Türk edebiyatında bugün karşılaştığımız en büyük sorun yazmak mı, yayımlanmak mı, okunmak mı?

Edebiyatımızda her gün yeni bir yazar bir kitap karşımıza çıkıyor. Bu durumda bir sıkıntı yok. Yazarlar güçlükle olsa da kitaplarını bastırıyorlar. Uzun bekleyişler söz konusu oluyor. Bence en büyük sorun okunmak. Büyük bir yayınevinden kitabınız çıkmadıysa yalnızsınız demektir. Butik yayınevinden çıkan kitaplar sadece internet sitelerinde satışa sunuluyor. Okurla buluşması zorlaşıyor. Büyük yayınevlerinde basılan her kitap; nitelik yönünden her zaman beklenen düzeyde olmayabiliyor. Tuhaf bir döngü söz konusu, kısaca kitabın okura ulaşması zorlaşıyorsa, okunma olasılığı da azalıyor diyebilirim.

Günümüzde bir metnin yayınevine kabul edilmesi, daha çok edebi değerle mi, yoksa piyasa sezgisiyle mi belirleniyor?

Genelde piyasa sezgisiyle hareket ediliyor. Günümüzde ekonominin bu kadar kötü olması sonucu, alım gücünün azalmasına rağmen kitapların basılması mucize gibi bir şey.  Kendi açılarından haklı olabilirler. İnsanlar öncelikle temel ihtiyaç maddelerini karşılamak durumunda. Bu durumda kültürel faaliyetler ikinci planda kalıyor maalesef. Nitelikli eserler göz ardı ediliyor. İşin bir diğer can yakan tarafı da bu oluyor. Ben yine de nitelikli eserler okura ısrarla dayatılırsa okunacaktır diyorum.

Güncel anlamda okuruyla yazar arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?

Sosyal medya ve diğer kaynaklar aracılığıyla okura ulaşmak mümkün oluyor. Eski yıllara göre yazar ulaşılmaz değil. Burada okuyucunun kitabı okuyup hayalinde canlandırdığı yazar ile yüz yüze geldiği yazar arasında bazen hayal kırıklıkları olabiliyor. Ulaşılır olmanın hem iyi hem kötü yanları söz konusu. Gerçekten görünür olunca okurla iyi bir diyalog mu kurmuş oluyorsunuz? Bu konuda çekimserim.

Bugün bir yazarın görünür olabilmesi için iyi yazması mı, doğru çevrede olması mı daha önemli?

Tabii ki iyi yazması çok önemli, normal şartlarda böyle olması gerekiyor. Ancak vahşi kapitalizm sürekli göz önünde olması gerektiğini hatırlatıyor. Görünürsen varsın, görünür olmazsan yok kabul ediliyorsun. Görünür olmak adına metalaşmak çok acı verici. Bu dar bakış açısından, çevreden uzaklaşmak gerekiyor. Yazarın dünyaya bakış açısı burada devreye giriyor. Ben inanıyorum ki yazar iyi bir eser üretmişse o eseri ile her daim görünür olacaktır.

Okunma, anlaşılma ya da takdir edilme ihtiyacı motivasyonunuzun neresinde duruyor? Ve sizin için yazmak bir özgürlük müdür? Yoksa bir bağımlılık mı?

Anlaşılma çok önemli. Bu konuda çok şanslıyım diyebilirim. Okuyup değerlendiren ve bunu geri bildirim olarak gönderen okuyucularım çok kıymetli. Hepsini minnetle kucaklıyorum. Kitabım çok satılmasa da o okuyucular tarafından anlaşılır olmak inanılmaz bir duygu, motivasyonumu gerçekten etkiliyor.

Yazmak benim için bir özgürlük alanı. Duyguları, düşünceleri bir kurgu dahlinde yazıp ortaya çıkarmak sancılı, bir o kadar da keyifli bir durum. Her yazıya başladığımda hiç yazamayacakmışım gibi bir duyguya kapılıyorum. İlk taslak ortaya çıkınca biraz rahatlıyor, üzerinde çalışıp metnin ortaya çıkmasıyla kendimi iyi hissediyorum. Sonunda bir bağımlılığa dönüşüyor. Yazmak uçsuz bucaksız bir özgürlük alanı gibi görünse de içinde bulunduğumuz koşullardan dolayı otosansür uygulama zorunda hissetmek huzursuzluk verebiliyor.

2026’ya girerken edebiyattan beklentileriniz nedir?

Yayın hayatında yaşanan eşitsizlik, taciz, birtakım ifşalar, güç ilişkileri ve çoğunluğu oluşturan sessizlik kültürü, bunların yaşanmadığı etkin, coşkulu edebi ortamlar diliyorum. Ekonomik olarak dar boğazda olduğumuz günlerden çıkabilmeyi umarken herkesin rahat nefes almasını diliyorum. Bunun edebiyatımıza yansıyacağı günlerin gelmesi umuduyla diyorum. 

Muaz Bey size bu güzel sorular için teşekkür ediyorum. Başarı grafiğini devamlı yükselten dibaca.net kültür/edebiyat platformunun uzun soluklu olması dileğimi iletmek isterim.

Teşekkür ederiz.

Muaz ERGÜ

Gülser Kut ARAT

  • Ankara’da doğdu.
  • Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Fransızca Öğretmenliği Bölümü’nü bitirdi.
  • KE Dergisi, Lacivert Öykü ve Şiir, Patika, Turnalar, Edebiyatist, Yeni Adana Gazetesi, Ay Işığı gibi basılı dergilerde, Oggito, Eskişehir Sanat, Panzehir, Bulut Yazar, Zorba TV Dergi, İmleç, Karnaval, Parşömen Edebiyat, İshak Edebiyat, Ant Sanat, Etos Dergi gibi internet ortamındaki dergilerde öyküleri ve inceleme yazıları yayımlandı.
  • Kıran Yeli, yazarın ilk öykü kitabı.
  • Bu kitabıyla 9. Antalya Edebiyat Günleri En İyi İlk Öykü Kitabı ödülünü almıştır.
  • Halen Ankara’da yaşıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir