Kültür Din İlişkisi

Batı Tanrı dediğinde kilisenin Tanrısını, din dediğinde hristiyanlığı, akıl dediğinde hiçbir kilise verisini kabul etmeyen tutarlı aklı kasteder. Onların kültüründe din deyince tek bir şey anlaşılır, kilise. Bizdeki gibi dine girmek çıkmak Allah ile kul arasında bir sözleşme değildir. Gerçi bizde de bazen şehadeti müftünün, imamın huzurunda getirenler oluyor ama orada kişi bunu talep ediyor, hatta özellikle batıdan geçenler. Çünkü onların eski dininden kalan alışkanlıkları var. Katolik protestan olacakları zaman, o kilisenin papazına biat etmek zorundalar.

Buradan şunu rahatça çıkarılmayabiliriz. Kişi din değiştirebilir ama kültür değiştiremez. İnsanın algısını, kararlarını, düşüncelerini en çok alışkanlıkları belirler. Köyden kente yerleşenler hep köylü kaldılar, ancak torunları kentin kültürüne alışabildiler.

İslam bize geldiğinde sadece din getirmedi, belki daha fazla Arap kültürünü getirdi. Düşünün ki hayatı boyunca ne Ali’yi, ne Muaviye’yi görmüş Türkler kendilerini Alevi olarak tanımlayabildiler. Daha garibi ömründe sahabeyi görmemiş insanlar kendilerini sünni olarak tanımladılar, Sünniliğin ne olduğunu hiç bilmeden, bilmek de istemeden. İtikatta Maturidi, amelde Hanefiyi ezberleyip yola revan oldular. Halbuki Araplarla aramızda çok ciddi farklar var.

Bir Arap akıl dediğinde Allah’a inanmayı, din dediğinde kültürünü ve dilini, Allah dediğinde put olmayan bir varlığı kasteder. Allah onların zihninde sadece put değildir. Çünkü Arapların kültürü putperesttir. Ortadoğu şirkin müesses, kurumsal ve ekonomik değerlere hamledildiği nadir coğrafyalardandır. Dünyanın her yerinde putperestlik vardır, insanlar taşa toprağa taparlar. Fakat yalnız Araplar ve Sami kültürünün açıkgöz tüccarları bunu bir geçim kapısı haline getirmeyi başarmışlardır.

Türklerin tarih ve kültürüne baktığımızda Araplıkla neredeyse hiçbir bağlantı göremeyiz. Bir Türk Tanrı dediğinde tek olan ve aracısı olmayan kutsal varlığı, din dediğinde adalet ve mutluluğu, akıl dediğinde hayatta kalmayı ve bizim şu anda “akıl” dediğimiz dengeli düşünmeyi kast eder. Türklerin aile yapısı ile Araplarınki birbirine Konya ile Kenya kadar uzaktır. Türkler evlendiklerinde her şeyiyle birleşir. Mal, mülk, namus ortaktır. Çok eşlilik asla müessese olamamıştır. Kadın evin yarı reisidir. Evin işleri ona aittir. Erkek ona itaat eder. Evin rızkı ve geçimi erkeğindir. Erkek düştüğünde kadın işe soyunur. Kadının başı açık diye ona kötü kadın gözüyle bakılmaz. Bir kadının namusuna göz dikenin cezası ölümdür. Araplarda ise kadın hayvanlara denk bir cinsel objedir (idi demiyorum halen öyle).

İslam tek din ise ve zaman mekân ötesi geçerli ise o zaman bu din bütün kültürlerin varlığını öylece kabul etmek zorundadır ve öyle de olmuştur. Fakat ne yazık ki iktidarı ele geçirmek isteyenlerin açıkgöz, geveze destekçilerinin süslü laflarıyla bir dönemin algısı, zihniyeti, kararları ve hükümleri bütün insanlığa belletilmeye çalışılarak İslam ile Müslümanlar arasına set çekilmiştir. Kültür dine baskın gelmiştir.

Kültürün halkı etkileyen yegane unsur olduğunu kavrayamayan aydınlar, ağızlarını açtığında Kant’tan, şundan bundan alınan kavramları gelip üzerimize boca ederek metafizik, din, akıl inşa etmeye yahut bunu Arap kültürüne biat ederek yaymaya çalışanlar, duvara toslamıştır.

Onlara şunu söylemek istiyorum samimi, bıkkın ve kulakları sağır edercesine yüksek sesle:

Bize hitap etmiyorsunuz, bu kafayla da edemezsiniz. Bütün kültürlerden veri alabilirsiniz ama onları değerlemeden, düşünmeden eleştirmeden, bu toplumun zihnine uyarlamadan taş atar gibi hüküm atarsanız bu toplum sizi ve söylediklerinizi benimsemez. Neden beş vakit namazı bin beş yüz senedir Türklere benimsetemediniz bir düşünün -düşünün deyince afallamış olabilirsiniz, biraz yatın geçer-. Neden beş vakit benimsettiklerinize ahlakı öğretememişsiniz bir düşünün. Köhneliğe saplanmış zihniyetiniz iflas etti görmüyorsunuz.

Ahmet BAYRAKTAR

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *