“Kadınlara Mı Gidiyorsun? Kırbacını Unutma!”

Batı düşünce tarihine imza atmış pek çok ismin yolu Bonn şehrinden geçmiştir. Örneğin Karl Marx ve Friedrich Nietzsche… Bugünkü pazar sohbetinde, Almanya’da eğitime başladığım ilk şehir olan Bonn‘u, Nietzsche(Niçe) ile gezelim istiyorum…

Nietzsche, 1864 yılının Eylül ayında üniversiteye kaydını yaptırmak üzere Bonn‘a gelir. Annesine yazdığı mektupta özenle belirttiği gibi Beethoven Evi‘nin yakınında bir oda bulur ve hemen bir piyano kiralar. Giderlerindeki artış, annesine yazdığı mektupların yegâne konusudur. 2 Şubat tarihli mektupta savurgan yaşamadığını, ancak ev için yaptığı harcamaların her zaman çok yüksek olduğunu açıklar. 18 Şubat tarihinde yazdığı mektupta, Nietzsche, annesinden acil ve daha fazla maddi destek talep etmektedir.

Bonn şehrinde geçirdiği bir yıl boyunca sık sık ziyaret ettiği konserler ve tiyatro gösterileri için çok para harcayacaktır… Nietzsche tipik bir teoloji ve filoloji öğrencisi gibi davranır(!) ve hemen geleneksel bir öğrenci örgütü olan Franconia Kardeşler Topluluğu‘na üye olur. Nietzsche aktif ve yoğun bir şekilde -en azından başlangıçta- kardeşlik hayatına katılır. Ancak kısa süre sonra, ‘bira dostluğu’ şeklinde tezahür eden arkadaşlık bağlarını koparır.

Nietzsche, doğasına kalıcı olarak karşı koyamaz. Öğrenci topluluğunu aşırı idealize etmesine rağmen çevresine de bir mesafe koyması gerektiğini düşünür. Hocası Profesör Hersting, Nietzsche‘nin mutlu bir öğrenci olmadığını ve içindekini asla dışarı yansıtmadığını birçok kez ifade etmiştir. Nietzsche’nin, öğrenci topluluğu içinde bir iz bıraktığı söylenemez. Ancak kabul töreninde bir nişane olarak yüzüne aldığı kılıç yarasını ömür boyu taşıdığı acı bir gerçek. Doğası gereği bireyci olan Nietzsche, bütün çabalarına rağmen hiçbir zaman bir yere ait olamamıştır.

Franconia Kardeşler Birliği mensubiyeti yanında Nietzsche, Protestan odaklı bir dini cemiyet olan ‘Gustav Adolf Society‘ toplantılarına katılır. Hatta “Kuzey Amerika’da Yaşayan Almanların Dini Yaşamı” konulu bir konferans verir. Cemiyet korosunda şarkı söylemeye başlar ve hatta Köln’deki Müzik Festivali’ne yarışmacı olarak katılır.

Bonn’da ilk yıl içinde en önemli olay, Nietzsche‘nin aldığı kesin bir karardır: Hıristiyanlıktan soğumak ve dolayısıyla ilahiyat okumaktan vazgeçmek. Annesi ve kız kardeşine yazdığı 2 Şubat 1865 tarihli mektupta bu kararını şöyle açıklar: “Başka bir husus daha bulunuyor: Filolojiye yönelme kararım kesin. Her ikisini aynı anda okumak, yarım pişmek gibi bir şey.” Nietzsche aynı yıl İlahiyattan kaydını sildirdi, 1865’teki Paskalya Yemeğine katılmayı reddetti. Bu, onun Antik Çağı kendisine manevi rehber olarak seçtiği andır. Tam 20 yaşında bir şiir ile dine elveda dedi…

Nietzsche kendine bir kedi bulur. Bu kuyruklu hayvanı ne yazık ki tanımayacaksın, diye Naumburg’da yaşayan kızkardeşi Liesbeth‘e mutluluk içinde yazar. Gazyağı lambası altında aydınlanan odasında ve yatakta uzanmış vaziyette sevgili kız kardeşine Aralık ayının son üç gününü kısaca özetler: Eğlence bir içki partisiyle başlamış, yaklaşık gece ikiye kadar sürmüştür. Nietzsche, ertesi sabah saat onbirde kahvaltı yapmış, Bonn çarşı meydanında yürümüş, şimdi villaların yükseldiği Koblenzer Str. üzerinde bulunan Otel Kley‘de keyf kahvesini yudumlamış ve her akşam “Franconia” çevresinin takıldığı güzel bir meyhanede kadeh tokuşturmuştur.

Nietzsche, üniversitede düzensiz olarak değişik dersleri takip eder. Bunlar arasında sanat tarihi, siyaset tarihi, kilise tarihi gibi konular bulunuyor. Genel anlamda, Nietzsche ilk öğrenim yılında kendini derslere verememiştir. Daha sonra hocası olacak Prof.Ritschl‘in seminerinde bile varlığını hissettirmiş değildir. O yüzden arkadaşları ona ‘Kauz‘, yani gündüzleri ortalıkta görünmeyen küçük baykuş lakabını takar. 30 Ağustos 1865’te Hermann Mushacke‘ye (Bonn’da edindiği tek arkadaşı) yazdığı bir mektupta bu dönemi özeleştiri olarak şöyle değerlendirir: “Bonn dönemim için utanıyorum, çünkü ortada doğru dürüst hiç bir çalışma yok!” Öte yandan, Nietzsche‘nin geçmişine baktığımızda, Bonn‘da geçirdiği bir yıla bir hayat tecrübesi olarak da bakabiliriz. Toy bir delikanlı hayatı nihayet yakından tanımaya başlamıştır. Bizde askerlik neyse, Almanya’da öğrencilik odur çünkü…

Hayranı olduğu bestekar Schumann‘ın çimlere uzandığı Rheinaue Parkı‘nda ev sahibesi ve yeğeni Marie ile birlikte piknik yapmıştır. Ren artık Marie’dir onun için. Nietzsche giderek tanınmaz olmuştur bir bakıma. Liseden arkadaşı Deussen ile birlikte kimi gün Ejderha Tepesine eşek sırtında çıkar; kimi gün Schaumburger Hof Birahanesini mekân tutar, kimi akşam Königswinter‘de bakire kızların sessizce dinlediği güzel aşk şarkılarını ıslıkla söyler. Geceler uzar, şarkılar bitmez; hem şarap içer hem tütün çeker.

Nietzsche, Bonn‘da yeni bir yüz olduğuna da aldırmaz. Yüksek sosyetenin arz-ı endam ettiği bir konsere beyaz yelek ve siyah papyon ile katılır. O gece anı defterine bir kayıt düşmüştür: “Ortam muhteşem, bütün dişiler birer afet. Lâkin aralarında sürekli İngilizce konuştular.” İşte yine cehennem, Nietzsche‘nin yaşayan yabancı dil engeli. Yunanca ve Latince bilseler, bu şen şakrak hanımlarla belki kısa bir sohbet yapabilirdi… Keşke!

Hayat pahalıdır ancak Noel akşamını hediyesiz düşünmek imkânsızdır Almanya‘da. Çam ağacının dibine yalnız başına oturup postacının kapıyı çalmasını bekler. Naumburg‘dan gelecek bir paket umar. Ama hiçbir şey gelmez. Hava kararmıştır. Lambayı yakar. Her ayak sesini dikkatlice dinler. Akşam yemeği vakti gelmiştir ama hala postacı ortada yoktur. Dayanamaz. Dışarı çıkar.

Bonn şehrinin boş sokaklarını arşınlar, ışıkla aydınlatılmış pencereleri seyreder. Özlemle annesi ve kızkardeşi Liesbeth‘i düşünür. Çaresiz Franconian arkadaşlarının takıldığı cafe-bara uğrar. Noel ağacının altına otururlar, şarkı söylerler, şakadan masaları yumruklarlar, birbirlerine küçük hediyeler verirler. Nietzsche gece yarısına doğru evin yolunu tutar. Ve beklediği hediye paketi hâlâ gelmemiştir.

Ertesi gün muradına erer Nietzsche. Annesinin yolladığı paket yanlış adrese sevk edilmiştir. Bethoven Evi‘ne yakın Bonngasse 518’de yaşıyorum, diye postacıya haykırır. Ama paketten çıkan güzel yemekler, kol saati kemeri ve yeni ayakkabılar kızgınlığını hemen geçirir. Arkadaşı Deussen‘in anılarına göre; dindar öğrencilerin yurtseverlik gösterileri kozmopolit Nietzsche için çekici gelmemeye başlar. Zamanla o çevreden uzaklaşır. Zaten yükselmek için o ortama girmiştir. En fazla flamalarındaki ‘beyaz-kırmızı’ renkler hoşuna gitmiştir. Evet, en sevdiği Yunan şair Theognis ne diyordu? Sadece en iyiler size en iyiyi öğretir; eğer kötüler ile yola çıkarsan, onun sonuçları da olacaktır!

Annesi, Leipzig‘e geri dönen Nietzsche‘ye birgün, eski ev sahiplerine bir teşekkür mektubu yazması gerekip gerekmediğini sorduğunda, Nietzsche dehşete düşer. Çünkü bu tür yakınlıklara sıcak bakmaz. Ev sahipleri onurlu insanlardır ama aynı zamanda zanaatkar. Onları hatırlamayı bile açıkça uygunsuz bulmaktadır. Çünkü seçicidir, zirveye çıkmak için kanat çırpmaktadır. Anne herşeyine katlanmaya razıdır oğlunun! Yeter ki ilahiyat okusun… Sanat tarihi dersinin yakışıklı ve esprili hocası Profesör Springer hakkında neler saçmalıyor? Sorusu aklını karıştırmaktadır. Safdil oğluna, profesörünüze çok düşkün olmayın, diye yazma gereği duyar! Tek kaygısı oğlunun edebiyatçı olmasıdır. Ama Nietzsche, çoktan yönünü seçmiştir zaten. En azından yazdığı mektuplarda bu açık seçik bellidir. Ayrıca duygularıyla yoğurduğu anı defterleri bir düşünürün geldiğini haber vermektedir.

Yaşadığı herşeyi anlatır ve tasvir eder Nietzsche. Önce dış dünyayı, sonra içindeki evreni. Olayların künhüne varmaya çalışmaktadır. Tahlilleri -masallarda olduğu gibi- baştan çıkarıcı ve acımasızdır. Verdiği manalar anlaşılmaz olsa bile konular her zaman anlaşılabilir bir durumdur. Ve o;  tarzı, zekâsı ve kurgusu ile bir seviye yakalamıştır. Kelimeleri âdeta kılıç gibi kullanmaktadır… Yılbaşı gecesi evde yalnız oturmaktadır. Odası loş ve serindir. Kaderine isyan ederek duvara bir yumruk atar, ve piyanonun başına geçer. Schumann‘ın Lord Byron için yarattığı Requem‘i çalar. Sonra kanepeye oturur, gözlerini kapatır ve düşünür. Odada bir hayalet uçmaktadır. Yatağında birini uzanmış görmektedir. Yavaşça bağırır. Yoksa o kişi babası mıdır? Hayaleti mezardan mı çıkmıştır? Odaya doluşan gölgeler konuşmaya başlar: Seni kötü yıl… Seni yaşlı yıl… Ve eski yıl bir köşede inlemektedir. Aniden ışıklar parlar, duvarlar uçar, tavan yükselir, yatak boşalır. Saat 24 olmuştur ve sokakta insanlar bağrışmaktadır: Yeni Yılınız Kutlu Olsun!

Nietzsche, yeni yılda kendini bu tür hayallere karşı korumak ister, Don Kişot‘u düşünür. Weltschmerz‘i bedeninden söküp atmak ister. Bütün bu acı, yas ve hüzün Hıristiyanlıktan kaynaklanmaktadır ona göre. Öyleyse teolojik olan herşeyi durdurmak gerekmektedir. Cennet, yalnızca cennette değil, dünyada da olmalıdır! Ailede din işlerinden sorumlu olan Rosalie Teyze, Nietzsche‘nin Tanrı ve İncil’e veda edişine bir türlü akıl sır erdiremez. Acaba Rhein havzasında yaşayan Katolikler, protestan yeğeninin aklını çelmiş olamaz mıydı? Aksine Nietzsche bu konuda Rosalie teyzesini teskin edebilirdi. Katolik halkın tütsü ve büyüden başka elinde birşey kalmamıştır. Ona da çarpılmaktan korkan yaşlı kadınlar inanmaktadır sadece. Nietzsche‘nin gözü ise hep ter-ü tazelerin üzerindedir…

Öğrenci gazetesi “Franconia” için hayalindeki yeryüzü cennetinin resmini çizer. Beyaz elbiseler üzerine sarı önlükler giymiş 77 bakire kız, iplerle 77 delikanlıyı kendilerine doğru çekmektedir. Bu gizemli tablonun sonunda, genç kadınlar bekaretlerini altın rüyalar gören genç erkeklere sunacaktır! Peki, Genç Nietzsche bu sırada ne işle meşgul olmaktadır? Pencerenin altında şarkı söyleyerek dans eden Marie ve tiyatroda gördüğü bir güzel için içi geçmektedir. Ama nasıl? Yakın arkadaşı Deussen bize bu konuda ayrıntılı bilgi verir. Hayır, der, Nietzsche‘nin bir kadını öpmeye yeltendiğini asla farketmedim. Tutuktu. Mulierem nunquam. Kesinlikle bir kadına dokunmadı. Teolog arkadaşı Deussen‘nin Latince ifade ettiği şey budur. Ama sonra Nietzsche‘nin kendisine çılgın bir hikaye anlattığını söyler: Şubat 1865’te birgün tek başına Köln’e seyahat ediyor. Çünkü Köln pahalı bir şehir değildir. İhtiyacı olan öğrenciler için fiyatlar her zaman uygundur. Bugün de öyledir. Nietzsche ünlü Köln Katedrali’ni gezer ve hemen yanındaki çarşıyı dolaşır. Sonra bir rehberden bir restorant tavsiye etmesini ister. Fakat rehber onu ​bir geneleve götürür. Ertesi gün Nietzsche orada gördüklerini şöyle anlatır: “Kendimi birdenbire yaldızlı kıyafetlere ve tüllere bürünmüş, bana işveli gözlerle bakan onca afetin arasında buldum. Afallamış bir halde bir süre bekledim, sonra içgüdüsel olarak doğruca, çevremdeki ruhu olan tek varlıkmış gibi görünen piyanonun başına geçtim ve tuşlarına basmaya başladım. Fahişeler bana bakmayı bıraktılar, ben de dalgınlıklarından yararlanarak özgürlüğüme kavuştum.” (Friedrich Nietzsche’yle Anılar-1901) Şairin zevk cehenneminden kaçtığı bu olayı Thomas Mann, “Doktor Faustus” isimli romanının kilit sahnesi yapmıştır. Bu olaydan sonra Nietzsche Bonn Üniversitesi‘nden kaydını sildirecek ve gerçek kimliğini bulduğu Leipzig şehrine gidecektir… Ezcümle; Nietzsche’nin “Kadınlara mı gidiyorsun? Yanına kırbacını al!” sözü dev düşünürün, iş kadınlara gelince tam anlamıyla cüceleştiğini göstermektedir. Kadınlar karşısındaki sorunlu tavrını örtbas etmek için söylenmiş, asıl duygularını bastıran bir cümledir. Benim şimdiye kadar öğrendiklerim, kadınlara dayak atmanın ya da aşırı ahlakçı söylemin aslında cinsel hınçla ilgili olduğu yönündedir. Ki Max Scheler ‘Hınç’ kitabında Nietzsche ile bir bağ kurar. Eli kadın bedenine değmeyen erkeklerin bu zaafına işaret eder.

Derkenar: Yeryüzünün her ülkesinden getirilen hayat kadınlarının çalıştırıldığı bu mekân şimdi ‘Paşa’ ismiyle anılıyor. Nightclub‘ün Alman sahibi Köln-Ebertplatz semtinde bulunan Konya yemekleri çıkaran Telli Baba isimli şirin lokantaya uğrardı bazen. İsmini lokantanın sahibi Nedim abiden öğrendim daha doğrusu. Sürekli yanında gezdirdiği kurt köpeğini de ‘Paşa’ olarak çağırırdı! Artık kapalı olan bu lokantayı tarihe kayıt düşelim, zira Başbakanlık ve Bakanlık yapmış birçok politikacımız Köln ziyaretlerinde mutlaka buraya yemek yemeye gelirlerdi. Türk olmamak ya da sayılmamak için islamcı olmuş Türkiye’li birçok kimseyi de burada tanıdım ben.

Alaattin DİKER

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir