Korkular en çok kaçınılmaz olanla yüzleşildiğinde kendini âşikar eder. Ardında kaçacak yer kalmayınca, mecburiyete sarılır insan. Kabuslar, travmalar, yalanlar ve nihayetinde itiraflar. Bireyin bu süreçte yaşadıkları, kendi gerçeğine bile set çektiği tekdüze yaşamı rayına oturtacak sahici sarsıntılardır. Gerçeği arayan ve aramaya devam edecek olan insanı bulan daimi acılar, varoluşun yegâne anlamıdır.
Zira, anladım ki insan, olmak istediği neyse onu, beyanı marifet saymakta. Olduğu ile öldüğünün arasındaki ilişkiyi kavramaktan belki de bundan ötürü kaçınmakta. Duvarların arasında, kalıpları dökülerek dondurulan tüm tinsel duyuşların yok oluşu değil midir hazin tabloya sebep? Tanımlananı öldüren de kendi irademiz değil mi?
Çıplanmak der Zarifoğlu; kendini acziyetle izah eder. Kaybettiği insanlığı arayan, uygar olduğunu öne süren toplumların, bize çizdiği sınırları aşıp ümmet bilincinin ön plana çıkarılması gerektiğini anlatır. Hayalperest değil de hayal gücü deruni ve moral değerlerle süslenmiş bireyler olmamız gerektiğini, tepkisiz kalmanın her zaman zulme uğramamıza sebep olduğunu, zalimleri safiyane duygularla kendimiz gibi görmememiz gerektiğini vurgular.
Fakat ardından şöyle ekler Yunus; “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.” Tanımak ile tanımlamanın farkı da burada yatar. “İnsan…” denilirken sarf edilen sözlerin altında belki de insanı yönlendiren ve öldüren bir zehir yatmaktadır. Kelimelerin hükmünü küçümsememeli. Çünkü varlıktan varlığın yorumları çıkar daima. Herkesin, her şeyin ve her zamanın kendine has nitelikleri vardır ayrıca.
Gerçek anlamda varlık, uzay-zamanda yer kaplayan ve değişebilen özelliklere sahiptir. Masa, ağaç, at… gibi. İdeal anlamda varlık Kaf Dağı, Anka Kuşu, Pegasus gibi yalnızca düşüncede var olan varlıklardır. Bilime göre varlık, dış-nesnel gerçeklikte var olan her türlü olgusal şeydir. Zira bilim, varlığa daha gerçekçi yaklaşmaktadır. Bilim bu görüşüyle varlığı dış dünyada nesnel olarak kabul eder. Bilim için varlık, var olduğu ölçüde tabiidir. Varlığın yokluğu kesinlikle düşünülemez.
Felsefeye göreyse varlık, bilimin nesnel varlıktan hareket etmesine karşılık, varlık kavramında gizlenen problemleri açığa çıkarmaya çalışır. Felsefe genel olarak, varlık veya var olmak bakımından varlığı inceler. Ayrıca felsefe, varlığı bilimin aksine akıl yoluyla kavrar. Bu varlık somut bir varlık olabileceği gibi idea veya ruh da olabilir. Sadece düşüncede ya da hayalde de olabilir. Çünkü felsefe, varlığı varlık olarak genel biçimde inceler.
Bir diğer bahis ise aradaki çelişkidir. Kimisine göre tanımak varlığa ulaşmaya çalışmaktır, tanımlamak ise kalıplara göre tasnif etmektir. Ne ararsan onu bulursun yani ya da Mevlana‘nın deyişiyle neyi ararsan ona dönersin yüzünü. Bir anlam dünyası, insanın bedeninde, ruhunda ve dimağında şekillenerek kişiliğine tekabül eder böylece. Bu durumda kişiyi özünden özge anlamak mümkün müdür? Nasıl ortaya konulur varlığı özünden evvel tanımlayan şey?
“İnsan kendi ölçüsü ile kainatı ölçüyor ve kainat sahnesinde yalnız kendini görüyor, yalnız kendini anlıyor. İçimizdekinden başkasını da anlamasını bilen yok gibidir. Varsa da o hükümdardır. Artık o insan yani başkasını anlamasını bilen insan ne korkaktır, ne haristir, ne acizdir, ne fanidir, ne de yalnızdır”, der Nurettin Topçu.
Sartre ise başka bir yorum getirir bu duruma. “Varoluş, özden önce gelir”, der. Varlık denilen hal, çok daha kompleks hale gelir böylece. Camus‘e göreyse, “insan, kendi olmayı reddeden tek varlıktır”, ve kendini bulacağı noktayı belirleyen ölçüt, yegâne varoluş çıkmazıdır. Var olmak ve varlığını şekillendirmek sorumluluğunu ele almak.
İşte bu noktada bir anlık geçişin açtığı kapılardan yeniden hayatın akışına döner. Nedir şu dünyayı durmadan döndüren ve hayallerle bizi bizden alan! Yaşadıklarımız izleriyle kalmakta, düşündüklerimiz kararlarımızı yontmakta. Tüm dalgalar aşılması güç noktaya ulaşana değin kayığı sallamakta.
Hülâsa, adaletsizliğin, faşizmin ve nice kötülüklerin şikâyetini ederken bunun bir parçası olduğumuzu unutuyoruz. Öyle ki, kötülüğün erdem olarak kanıksandığı bu coğrafyada ötekinin kötülüğüne bakıp kendimizi iyi sanma gafletine düşüyoruz. Kötülükleri benimseyen bizler değilmiş gibi hemen hemen her gün kötülüğün ilanını yapıyoruz. Camus‘un de dediği gibi kendi olmayı reddeden tek varlık biziz ve olmamasını istediğimiz her şeyin mimarı aslında kendimiziz!
Emre BOZKUŞ
Son Yorumlar