Kurgusal ürünlerin önemli özelliği, kurgunun gerçekle olan alakasıdır. Bu noktada bilhassa yazarın biyografik dokunuşlarda bulunduğu noktalarda, azami özen göstermesi gerekir. Bunun iki sebebi vardır. İlki, kurgunun kendine özgün gerçekliğini muhafaza etmesi şartıdır. Kurgusal düzlemde yeni bir gerçeklik yaratırken, bu gerçekliğin sahip olduğu kurallar bütününü de baştan yaratacağından; gerçeklik ile kurgunun sınırları ve etkileşimi önem arz etmektedir. İkinci sebebi de, aslında ilkinin devamı niteliğindedir. Yazarın kurguya dahil edeceği biyografik unsurlar da önemlidir. Hayatından belirli parçalar alarak katacağı eserinde ketum davranmalıdır; çünkü aksi durumda, devamlılığını riske atarak, kendi penceresini kapatacaktır.
Öte yandan, her yazarın ilk romanı otobiyografik motiflerin baskınlığı ile dikkat çeker. Örnek olarak; Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk ve kendisine 1979 yılında Milliyet Roman Armağanı ödülünü kazandıran Cevdet Bey ve Oğulları adlı eserini ele alalım. Yıllarca bekleyen ve sonunda yayımlanmadan evvel aldığı ödülle adı duyulan, fakat yine yayımlanması için beklenmesi gereken bu eserin kaderi Tutunamayanlar’ı akla getirir. Oğuz Atay‘da TRT Roman Armağanı ödülünü alır; ama fayda etmez. Thomas Mann‘ın ünlü Buddenbrock Ailesi adlı romanından esinlenen bu kitapta, yine bir ailenin hayatı uzun zaman dilimi içinde incelenir. Kendisi de İstanbul‘da benzeri bir aile içinde yaşamış olan yazarın, bu eserini meydana getirirken biyografik parçalardan yararlanması kaçınılmaz görünmektedir. Şehrin, yaşanılan evin ve hatta evdeki en küçük eşyaya dair her şeyin derin anlam arayışları içinde rol kaptığı Orhan Pamuk eserleri, yazarın geçmişiyle bugünü bir arada gördüğü anları izletir ve okuruna da geçmişiyle yüzleştiği pencereler açar.
Bir diğer yazarımız ise Trabzon‘dan Ankara‘ya uzanan hayatı ve kelimelerle adeta raks eden kalemiyle Nihat Genç. Çoğu insan için Nihat Genç; sürekli bağıran, öfkeli ve hamasi söylemleriyle hakaretler yağdıran, saçları yağlı bir adamdır. Ama hikâyeciliği ve yazdığı sayılı romanı incelendiğinde, hem iyi bir okur hem de iyi bir yazar olduğunu inkâr mümkün değildir. İçine girdiği siyasi ve ekonomik girdaplar olmasa daha da iyi olabilirdi kuşkusuz. Lakin konumuz, var olanı yorumlamak olduğuna göre, ilk romanı olan Dün Korkusu üzerine konuşmak gerekir. Bu kitabın yayımlanma süreci dört senelik sürekli faal bekleyişin sonunda olmuştur. Yazar önsözde buna değinir ve burada sosyolojik olarak Ahlat Ağacı filmine değin uzanacak derinlikte bir tespitte bulunur: “Bu arada bu kitabın fotokopi metinlerini onbeşe yakın arkadaşa okuttum. ‘Sen bu işi biliyorsun’ deyip beni dolmuşa getirdiler.”(1)
Karadeniz‘den Ankara‘ya uzanan hayatının o güne kadar olan kısmını öyle güzel anlatır ki, okuyan her kim olursa olsun; yazmak itiyadı ile kuşanır. Orhan Pamuk kuramı çok iyi bilir ama Nihat Genç duyguları dalgalar arasında çırpınan İhtiyar Balıkçı gibi yakalar ve rodeocu gibi zapteder. Bu Orhan Pamuk‘un büyük bir anlatıcı olduğu gerçeğini inkar değildir elbette, onun kurduğu yapıların başarısına sempati duymamak elde değildir. Lakin Edebiyatın Katharsis olduğu ve bunun da yöntemi öznellik taşıdığı için; Nihat Genç‘in üslubu okura yeni kapılar açar. Kurgudan ziyade duygulara ve duyguların harekete geçirilmesine dayalı bu tarz, sanatın da önemli bir rolüne karşılık gelir. Sanat yalanı yalnızca bir şey anlatmaz;anlattığı şey aracılığıyla alıcıda belirli tepkimeler ortaya çıkarır, zihinsel reaksiyonları tetikler. Biyografik unsurların ve yaratılan gerçekliğin önemi işte burada ortaya çıkar. Nihat Genç okurken önümüzde açılan kapılar, sayfaların arasında salındıkça ardı ardına açılmaya devam eder ama bunun hududu, hesabı yoktur. Zamanın ve mekanın ötesinde coşkunluğu ölçüsünde var olan bir arınma ayinidir. Karadeniz gibi dalgalanan ve Ankara‘nın bozkırındaki o sert iklimi yaşatan. Devamlı uçlarda gezdiren ve hikayenin gerçekliğini kurgusallıktan koparan kutsal bir özgürlük sahası. Diğer yanda da tarihin her merhalesinde var olan ve tanıklık eden, geçmişin o efsuni kokusunu hatırladıkça albümlerin tozlu sayfalarında gezinen, sokak lambalarına değin şehir olup nefes alan; dahiyane, şairane enfes bir mimari yapı.
Dipçe:
(1) Nihat Genç, Dün Korkusu, Damla Neşriyat, 1989, İstanbul.
Emre BOZKUŞ
Son Yorumlar