Edebiyat Üzerine-IV

Roman yazmak akıl işi derler ama aslında bir anlamda sağlam bir yürek de gerektirir. Sabır, sebat, inanç ve dirayet ister. İncelikle işlenilen hayatların tüm gerçeğini olduğu gibi aktaracak, hikâyeyi okura denizin dalgaları misali kıyılarından bir şeyler alıp götürerek ve ıraklardan başka şeyleri hediye bırakarak anlatacak şey akıldır; fakat her okur da bilir ki, yeterince uzun anlatırsan herkes mutlaka ölür, tıpkı yaşamın ölüme ulaşma serencamından ibaret oluşu gibi kader mutlaka tecelli eder. Bu sebepten hikâyeye sarılır kimileri, hikâyenin lütfuna, inayetine ve bağışlayıcılığına adar emeğini. Fotoğraf gibidir hikâyeler de; istediğin anı alır ve onu dondurarak sonsuzluğa teslim edersin. Birkaç saniye sonra kadraja bakan mütebessim suretlerin üzerinden gölge gibi geçip gidecek fani mutluluğu sanki ebediyen orada bulunacakmış gibi kelimelere dökersin.

Fotoğraflar mutluluklarımızı çalarlar, hikâyelerse mutluluğun geçiciliğini bilenlerin kelimeleri kutsal bir ayinin simgesidir aslında. Zihnin dehlizlerinden süzülen sözcüklerin raksı, unutuluşun lanetiyle kuşanmış tüm anıları sarar ve ölümlülüğünü sıyırır bedeninden. Tıpkı vuslata ermiş aşıkların, sevdanın yakıcılığı ile soyunması gibi efkarından. Hikâye anlatmak ile hikâye yazmanın farkı da burada başlar aslına bakılırsa. Haddizatında herkesin anlatacak bir meramı, bir yaşanmışlığı vardır. Zira her yol, verilen kararların ve varılan kanaatlerin neticesinde çizilerek kişiye istikamet sunmaktadır. Acziyetiyle, yoksunluğuyla, yenilmişliğiyle, yalnızlığıyla ve aralarda denk gelirse bahtına şayet mutluluğunun geçici dokunuşlarıyla…

Fakat, anlatıcının rolü istikametinde yürüyen yolcunun gözünden bakmak değildir yalnızca. Onun ruhuyla ve bedeniyle bütünleşerek “o” olmaktır. Onun ruhunun noksanlarını, sakladığı sırlarını; kirlenmiş, örselenmiş ve çürümeye yüz tutarak hırpalanmış varlığını sahiplenmektir. Eski bir ceket gibi, ölümün yaşama armağanı gibi… Metod oyunculuğu yapan ünlü oyuncuları düşünmeli, metod anlatıcılığını üstlenerek esvabı bildiği benliğinin hükmünden vareste kılmalıdır kendini. Zira, anlatmak değil, anlatmaya değer olan detayları yakalayıp, okuruna aktarmaktır esas gaye. Hayatın değeri de hikâyenin bütününde neler geçtiğinde belirlenmez zaten; ince detaylarda saklananı görmeye muktedir gözler, akan zamanın boşluklarından sızan özü sezinler. Ardından durur ve içine dönerek tefekkür eder. Velhasıl, insan dediğin hakikati aramaz ama kendi sesinden duyulunca yalanlara bile inanmaktan sakınmaz.

Emre BOZKUŞ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir