Yalnızlıkla münakaşası sürüyor yolunu kaybedenlerin, yine sanrılar içinde koca bir şehir geceye doğru yol alıyor. Duyuyor musun, adımlarını yalnızca varmak istedikleri yere doğru uzatanların sesini. Çığlıklar arasında kendi arzusu ve isteğinden başka bir şeyi duymaktan imtina eden o seçkin güruhu. Gözlerim denizin üzerinde martı, çağlar arasında dolaşarak ölümsüzlüğünü ve kadim hatıratını mütemadiyen sergileyen şehrin görklü kulelerine meyilli. Hani o saraylar ve hanlar; hani şeytan sofrasında rahmet okutulan mecnuni sokaklar. Dilin direndiği ve gayyadan kan üfürülen kanal boylarında yüzen gemiler. Coşkun çılgınlığın, aklın envaı çeşit sınırının insana dair tüm sanıların tekdüze ifade edildiği anıtlar. Sanıların tanılara evrilişi bir tekamül mü sence, ya da gittikçe körelen eklemlerin var olmanın yükünü sırat köprüsünde bile taşıyacak olması, zihnin kör karanlığına bakmanın cezası mı?
Yürek kendinden olanı arar, ruhun boşlukları evrenin kayıp parçalarıyla dolar. Ki ben, kanlar içinde düşlerin düşüncelerle cebelleştiği meydanlarda tanıdım her birini. Öyle geldim, sürgünlüğümün saygın sayıldığı bu lahut diyara. Sırtımdan sıyrılan her parça, kayıp ruhların son şarkısı diye çalındı kulağımda. Çırpınışlarım cehennemin katları arasında mekik dokuyan muazzep ruhların yolunu çizdi. Gel de gör, dokun damla damla biriken ve tanrının buyruklarıyla kavrulan yarayı. Zira, Gloksinya nefes veriyor artık, ateşler içinde raks ediyor ve kokusunu zerk ediyor. Ve koklayınca şöyle derinden, ruhunun çocuk sevinçleri şahlanacak. Ya da gün doğacak yaprak yaprak ve esrik sezgilerle kuşatacaksın dört bir yanı…
Kilit altında bekletilen korku ve öfke ile kuşanmış bedenin, kutsal yeminlerle bağlandığı halat kopacak elbet. İskender’in orduları cennet kapılarından zehir zemberek çınlamalarla dönerken, koynunda yılan besleyen tanrıların laneti ruhu boğacak. Onlar ki, köhne kulelerinde çürümeye muhtaç, ruhunun izbelerinde ecinniler saklı. Ama asil ruhun kıvrımları, düşlerin sınırlarına değin dalgalanır. Seni hatırlar, seni hatırlatır. Ve dururum, bakarım ardıma öylece. Bir şarkı duyulur sazlıkların arasından. Işıkları içinde çıplanan renkleri seyrederim. Nöbetini tutarım kayboluşların. Gözlerinde medeniyet sınırına dayanan gemi direkleri görülür, güvertesinde zamanı girdaplarıyla boğan hüzünler. Ömrümü ömrüne kurban ettiğim sunağa çıkarım sonra. Açarım avuçlarımı, dilenirim seni. Bana iklimler arasında bir yol ver, beni mukayyet olamayacağım fırtınaların çalkantılarından sakın. Kervanlar boyu büyüyen ocakları yandıran ateş, sözlerimden dem almasın. Acılarla döşenen yolların sonu günahların şeffaf yangısına; şu biçare yolcunun yenilgisine çıkmasın. Ve gidiyor olsam da, yolum yolundan sapıyorsa da, umudum odur ki; Daidalus’un labirentinde sıkışan aciz yürek, içim sıra sıralanan bulutlarla bir gün yeniden kıyılarına ulaşsın…

The Voyage of Life: Youth(Yaşam Yolculuğu: Gençlik), Thomas Cole, 1842
Emre BOZKUŞ
Öne Çıkan Görsel: Landscape with the Fall of Icarus(İkarus’un Düşüşü Sırasında Bir Manzara), Pieter Bruegel, 1558
Son Yorumlar