“Her doğan bir yenilmiştir.”
Hans Egon Holthusen
I
Varoluşuma dair ilk çıkarımım, varlığın ilk adımından itibaren sürükleneceği yatağı tanımak oldu. Daha doğru bir deyişle, varlığı ona maruz kalarak tanımak ve kendimi bu doğrultuda konumlandırmak. Varoluş özden önce gelir, derken haklıydı belki de Sartre; düşündükçe bazı şeyleri atfettiğimi anlamam, boşlukları acizane çabamla doldurmam ve elbette, devasa sözler edip lafazanlıkla içimdeki kaosu dizginlemeye çabalamam, bundan olsa gerek.
Her doğan ölüme mahkum edilmiştir ve her zihinde infilak eden ilk fikirde bir parça karanlık yatmaktadır: Karanlığı tanıdıkça bağ hissetmemiz boşuna olmamalı, bir sebebe bağlanmalı ya da sebeple bağlantılı nedensellik arayışına ışık tutmalı. Bilinç böyledir, kocaman bir karanlığa el feneriyle bakmaktır. Bulduğun ne varsa senindir ve durmadan ararsın. Sahi, Aristo her şeyi bir sebebe bağladığımızı söylüyordu, değil mi? Tanrıya kadar uzanan eylemleri böyle tanımlıyordu; bir amacı olmalıydı çünkü tanrı zar atmaz, diyordu. Ama atıyordu işte. Hem de durmadan…
Saçmanın bir tadı vardı bu noktadan bakıldığında. Her eylemde farklı bir haz alınabilirdi, her sözden değişik anlamlar çıkarılabilirdi. Yeter ki insanın bunun için yeterli zihinsel eforu gösterme arzusu olsun. Neticede arzuların yönettiği her zihinde ana istenç tatmindir; istençlerin buğulandırdığı bir aynadan bakar yaşama ve sıfır noktasına ulaşana dek ilerlemeye devam eder. Çarpışan düşünceleri arasında ne kadar yabancı olduğunu anlar, durmadan başa sarar, fasılasız bir tekerrüre kapılarak karanlık bir yolda ilerler ve nihayetinde varlığı sürgüne uğrar.
Bunu bir ceza saymak gerekmez ama, daha ziyade bir gereğidir varoluşun. Bir kişi ateşi çalarsa Prometheus olur; ancak bu onun kutsanacağını göstermez, aksine lanetini belirleyen kaderini çizen bizatihi odur, kendi elleriyle sonunu belirler, kendi sözleriyle vurulur iddiasından. Etlerini parça parça söken kartalların vicdanına bırakır kendisini ve her gün yeniden başlar, sanki hiç bitmeyecek gibi teslim edildiği bu yargıdan. Tıpkı Sisifos misali, asıl cezası eyleminin karşısında gadre uğraması değildir yani. Varlığını her anımsadıkça cezasının da tekrarlanmasıdır; zira asıl ceza tanrının attığı zardır, verdiği hüküm değil.
Emre BOZKUŞ
Son Yorumlar