1
“Bu sessizlik içinde yükselen uğultu, en coşkulu alkıştan bile daha etkileyiciydi” diyordu Kafka. Sessizlik aynalar gibidir, yansımalar dünyasında kendini arar durursun. Fakat bulunacak pek de bir şey yoktur. Nitekim, arayışın sonu her daim hüsranla sonuçlanır bu sebepten. İçine içine işleyen bu pervasız çınlamanın bir çözümü ya da ilacı bulunmaz. Nasıl ki tutulamıyorsa zaman, öyle tutulamaz sessizlik denilen lanetli esvap. Nasıl korku verir insana kim bilir bu bağbozumu lanet!
2
“Acısı çekilmeyen şeyin şiiri yazılamaz.” diyen Hasan Boynukara hoca, bizlere trajedileri anımsatır. Sessizliğin en büyük işkencesi budur belki de. Wagner, Nietzsche‘nin sessizlik ve yalnızlıkla biriken acıları için iki reçete sunmuştur; “Ya evlenecek ya da opera besteleyeceksin.” Fakat nasıl ki Nietzsche ne evlenebildi ne operayı besteleyebildi ve acısını kağıttan kalemden çıkardıysa, Kazancakis‘in ünlü Zorba‘sı da kalemin ve kağıdın peşinde gerçekten kaçan birinin dünyasını yazıyordu ve şöyle tanımlıyordu, “Çok uzakta bulunan ya da işitilemeyecek kadar içimizde olan binlerce çığlıktan oluşmuş ölü ve can çekişen bir sessizlik!” İşte sessizlikle sıradışı bir aklın imtihanının sonucu…
3
Alberto Manguel‘e göre sessizlik bizi dehşete düşürür, çünkü bizi gözlem yapmaya, geçmiş deneyimlere kafa yormaya, düşünmeye zorlayabilir. Bu sebeptendir belki de geçmişle bağdaşır ve zaman ötesi düşler uyandırır. Bir anda düzleminden kopan mekanın yeni noktası insanın zihninden dışarıya taşanlar oluverir. Zira “Mutlak sessizlik hüzne yol açar. Ölümün imgesidir” der Rousseau ve ekler Marcel Proust, “Acı hatıralar hep ölülerle ilgilidir. Oysa ölüler kısa sürede yok olur ve mezarlarının çevresinde bile, tabiatın güzelliği, sessizlik, temiz hava kalır sadece…”
4
İlhan Berk de der ki “Yazmak, sessizliği kanatmak, bu içimize düşen damıtılmış sessizlikte.” Kanatıyor muyuz, kanıyor muyuz, kandırıyor muyuz diye sormak lazım… Kanatıyorsak neyi, kanıyorsak kime, kandırıyorsak kimi… Bir hançeri göğsüne saplar gibi saplıyor insan kendine. Kendi içinde çevrilen bir çıkrık gibi. Dolup boşalan, zamanla taşan, yine de kendi karanlığında sessizliğini damıtan bir su… Nitekim Murakami şöyle bir bakar toplumumuza ve yorumlar durumumuzu, “Yalan ve sessizlik, günümüz toplumunun içine işlemiş iki büyük günah desem yeridir.”
5
Ve eklerim hepsinin sonuna kuyudan seslenerek. Sessizlik en çok kendini geceleyin belli eder. Gece olunca hissedilir yalnızlık denilen dipsiz kuyunun varlığı. İnsan kaçmak, kurtulmak ve kendini bir şeylerin yanıltıcılığıyla oyalamak ister, oysa ne yaparsa yapsın yalnızca algısını değiştirdiğini anlaması çok da uzun sürmez. Zira, sesler öyle bir çekilir ki meydandan, zihinden geçen iç ses hiç olmadığı ölçüde belli eder yerini. Düşünceler, ağır ağır öldüren zehire dönüşür. İnsanın kaçışı oranında keskinleşen ve saplandığı yeri çürüten hançerler… Sessizliğin de sesi vardır zira, duyulur dört yanından. Çünkü sessizlik de konuşur avazınca onu işitenlere…
Emre BOZKUŞ
Son Yorumlar