Saçmalamak için bile özgürlük gerekir, bağışlamak aklın noksanlarını ve ortaya esrik düşünceleri salıvermek… Acılarla bütünleşen bedenin tahakkümünden alıkoymak da gerekir. Yıpranan düşlerin yerinde ise kırağı düşen hakikat filizlenir. Saçmanın damarı orada atar, kaynağını yaşamın mütemadi akışında bulur. Şırıl şırıl şarlayan, pırıl pırıl parlayan ve okşadığı her tende kendi mahkumiyetinin yangınını harlayan dehşetengiz varlık.
Cümleleri esrik, yağmurlarında zamanın hiçliğin derinliğine meyyale, sessizliğin izbelerinde gezinip duran nâmütenahi düşler kovalayan mekkare. İnsan sanır ki mantıklı konuşmaktır zor olan, oysa gördüm söylediklerimi; saçmalayabilmektir asıl maharet gerektiren. Saçmalamak ve saçmanın o kesif tadına varırken, tutarlılık denen halatın dimağına dolaşıp tanzim batağına çekmesine izin vermeden yaşamak…
Doğrunun pek çok yüzü vardır ama gerçeğin sureti değişmez. Ne kadar tutarlı acaba bu söz? Gerçek, sahiden de tek midir? Hakikat diyerek, ulvi görevler itelediğimiz fikirlerin nesnelliğine dair ne denli doğru sorular sorabiliyoruz? Arzularımız, istencimiz ve kazanma hırsımız gerçeği bükerek kendi çıkarımıza göre şekillendirme dürtüsünü harekete geçiriyor olabilir mi?
Oysa hakikat dediğin, birinin yüzüne karşı, “sen yanlışsın!” dediği anda başlayan ve senin cevap verdiğin ana kadar devam eden süreçte şekillenir. Cevabın her detayı, hakikat denen soyut kavram ile arandaki münasebeti belirler. Mimiklerin, jestlerin, sesinin tonu, vurgusu ve hatta nefes alışından nabzının atışına değin senin ellerinde gerçeğe dönüşür. Zira, söylenmemiş bir şey ne yalandır ne de gerçek diyebilirsin. Gözden kaçırdığın bir şey için anlatıcı olarak ne kadar sorumluluk alabilirsin?
İçimde bulutlar ötesi şehirler, benim aklım bundan sebeptir uçarı. Hayaller ve düşlerle bezeli bir oyundayım. Bu bağlamda ele alındığındaysa yıkmaya, dağıtmaya geldiğim sanılabilir; tutmaya, savurmaya, savrulmaya ve kırıklardan yepyeni yapılar kurmaya kendimi adadığım çıkarımı yapılabilir. Fakat ikisi de birdir aslına bakılırsa, yapmak ile yıkmak arasındaki tek fark yapının halindendir derler. Yıkılmadan yapamazsın, düşmeden kalkamazsın. Düşe kalka, bata çıka yaşamayı öğrenirsin. Nihayetinde de kendini inşa edersin.
Dışarıdaysa akıp giden bir hayat vardır, içeride akanın tersine yön bulur kimi zaman. Akışın her hali insanın tezahürüdür zira. Kendinde ne varsa onu bulur ve yoklar. Cehaletim ölçüsünde konuştuğum bu mısralar da aslında kocaman bir resmin payıma düşen naçizane payıdır. Kavgalardan, mücadelelerden ve belki de varoluş safhalarından atlayarak hakikate doğru dört nala koşan bir derviş değilim nihayetinde. Her yanılgının altını oyarak kazıyor ve kendimi arıyorum orada.
Ufuklar ağır ağır kararırken loş bir ışık vardır ya gökte, gözlerim bulanır ve içim sıkılır. Düşüncelerim kıskaca girmişcesine uykunun engin derinliklerine dalmak ister. Bedenim irtibatı kurar ve geriye yalnızca uygulaması kalır. Yağmurlu bilindik sonbahar sabahlarındaysa ritmik halde pencereye değen damlalar, şehvani dokunuşlarla kulağımı okşar ve kendimi rüyaların şefkatine bırakırım. Yaşam nedir bilmeden, yaşamanın tüm kurallarını hiçe sayarak akıp giderim önüme ne çıkarsa çıksın. Zira, hayat güzel olsaydı, kimse uyumak istemezdi. Rüyalar bu denli şifalı bulunmazdı. Kendimi orada bulamazdım. Kendimden yola çıkarak tersine akan hayatların dilinden türküler çığıramazdım …
Emre BOZKUŞ
Son Yorumlar