“EN SEVDİĞİM PASTAM” -İran Sinemasının Bitmeyen Cazibesi –

Geçtiğimiz hafta, epeydir merak ettiğim En Sevdiğim Pastam adlı İran filmini İstiklal Caddesi’ndeki çok hoş bir sinema salonunda seyrettim. Başrolde, usta oyuncular Lili Farhadpour ve Esmaeel Mehrabi vardı. Onların doğal oyunculukları ve ayrıca filmin başarılı görüntü yönetmenliği özellikle hoşuma gitti. Daha ciddi eleştirileri ve gördüğüm bazı mantık hataları ile senaryoda eksik kalan noktaları sinema eleştirmenlerine bırakmak yerinde olur. Sinemayı seven sıradan bir kişi olmanın mükemmel rahatlığı ile filmin bende uyandırdığı duygulara değinmek isterim. Film, aslında hayat boyu unutulmayacak bir akşama dairdi. Bizzat kendi akşamım da benim için unutulmaz oldu.

Mehin ve Feramerz’in ömürlerinin son dönemlerinde bulup erken kaybettikleri aşkları gönlümde tatlı bir sızı bıraktı. İran’ın İslam Devriminden sonraki sosyal ortamını da hikâyesine çok iyi yedirmişti film. Sıradan insanlar, aslında sadece tıpkı eski normal günlerdeki gibi olma arzusuyla yanıp tutuşuyorlardı. Hayatın içindeki basit zevkleri dahi kaybetme duygusuyla empati kurdum. İşte o anda sanki esaretin pençesi dibimde bitti. Özgürlüğümüzün kısıtlanabilme ihtimalinin hayatta daima bulunuyor olmasıyla sarsıldım. Bu sarsıntı kalbimdeki karışık hisler yetmiyormuş gibi burukluğu da ekledi kalp cümbüşümün içine… Sonra Namık Kemal’in mısrası yankılandı zihnimde: “Ah ne efsunkâr imişsin, ey didar-ı hürriyet!” dedim fısıldayarak.

Film, bir arayışı çağrıştırdı benim için. Yıllar boyu katılaşmış, köşesine çekilmiş hislerin bir göktaşı gibi düşmesi, bir şimşek gibi çakmasıyla başladı geç kalan bir aşkı arayış…

Bulanık bir fotoğraf karesi hiç bu kadar hüzünlü olabilir miydi? En Sevdiğim Pastam’daki iki âşık için tam da öyle olmuştu…

Oldum olası Kafkas, İran danslarını ve bu toplumların sanatsal coşkunluklarını sevmişimdir. İki âşığın geleneksel bir İran şarkısı eşliğinde yaptıkları dans da yüzümüzde bitmez tükenmez bir tebessüm bıraktı.

Yalnızlık ne büyük ne acı ne derin kelimedir… Âşıkların bir yalnızlığı bölüşmesi de bir o kadar acıdır. Son bir dileğin ani bir sevgi neticesinde gerçekleşmesi de öyle. Sonsuza kadar aynı bahçede açmaya devam edecek güller gibi yan yana oldu âşıklar sanki…

Klasik edebiyatımızda, elbette İran Edebiyatında da aşk dendi mi bade yani şarap eksik olmaz. Yasakların boğucu gölgesinde aşkın şarabı ile nuşolan kahramanlarımız da şu unutulmaz cümleyi kazıdı seyircisinin zihnine:

“Dünyadaki en güzel şarap, iki aşığın beraber yaptığı şaraptır.”

Hâfız-ı Şîrâzî’nin dediği gibi:

“Hergiz ne-mîred ân ki dileş zinde şod be-aşk
Sebtest ber-cerîde-i âlem devâm-i mâ”

(Gönlü aşkla diri olan asla ölmez. Biz âşığız. Şu hâlde ebedîliğimiz âlem ceridesinde kaydedilmiştir.)

Aleyna MALKOÇ

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *