Anamın Banava Torvasi!

Dün kitaplığımda Melisa Gürpınar’ın “Mühür Kesesi’ kitabını buldum! Gürpınar’ın daha önce “Geceyarısı Notları”nı okumuştum. “Mühür Kesesi” bir İstanbul kitabı, bunun ikizi de varmış: “Dulevinde İnce Saz” adlı. Onu da alıp okumalı!

Melisa Hanım çocukluğunu bizde saklamak istemiş. Yitip gitsin istememiş mühür keseleri, yalancı kiraz ağacı, bir semt, bir restoran. Bu kitapla, daha geçen hafta “menakıb”ını okuduğum Süheyl Ünver’i hatırlamış oldum. Süheyl Hoca da bir şekilde hayatımıza girmiş, kültürümüzün parçası olmuş, vaktiyle dedemize, büyük dedemize, onun babasına veya dedesine bir şey söylemiş, neş’e vermiş, onun, onların damgasını taşımış bir evin, bir sokağın, bir taşın, bir kitabın, bir çeşmenin, bir nakışın, bir hattın yitip gitmesini istememiş, onu çizip, yazıp gelecek nesiller için saklamak istemiştir. Binlerce defterini ciltletip Süleymaniye Kütüphanesine emanet etmiş! Melisa Hanım da Süheyl Hoca da geçmişin geri gelmeyeceğini biliyorlardı, aslında onu özlemiyorlardı da. Geçmiş geçecekti, ama tabir yerindeyse bize ruh vermiş, ses vermiş, zevk vermiş, hizmet etmiş, ekmek vermiş, su vermiş eşyanın adının, kadrinin kıymetinin bilinmesini istemişler.

Yeniden “Mühür Kesesi”ne dönersek o bana anamın “banava torvasi”ni hatırlattı. “Torva” Karadeniz ağzında torba demektir. Tarihi metinlerde “tobra” diye de geçer. “Banava” ise ne ola acaba? Ona birazdan geleceğim.

Ben şimdiye kadar bu torbanın herkesin evinde olan, içine öteberi konulan bir çeşit torba veya çanta olduğunu sanıyordum. Ablalarımla konuştum. Benden iki yaş büyük Havva ablam onun banava çuvalından yapılan bir çanta olduğunu, annemin içine, yamalar, iplikler, boncuklar, düğmeler, kopçalar, kesecek yani makas, makara, incik-boncuk vs. gibi küçük eşyalarını koyduğunu anlattı. Sandığına koymadığı, koyamadığı şeyleri bu torbasına koyardı. Sandığı karıştırmadan kolay ele gelirdi bunlar. Hemen ulaşılır, iş görülür gene yerine bırakılırdı. İğnelik de onun üzerine yine anamın tabiriyle kaklanmış, iliştirilmiş olurdu. Evin büyük evladı Sevim ablam da aynı şeyleri söyledi. Çarşıdan gelen banava çuvalları varmış eskiden. İçine fındık, mısır, patates, vs. konurmuş. Kendire benzermiş. Meğer banava torbası da banava çuvalından yapıldığı için öyle adlandırılmış.

Banava acaba bir marka adı mi idi? Bunu tespit edemedim. Bilindiği gibi kimi marka adları sıradan kelimelere dönüşüveriyorlar. Herkesin bildiği selpak gibi, jilet gibi sözcükler mesela. Lakin böyle herkesin bilmediği, hatta pek az kişinin bildiği şeyler de var. Cizlavit (Gislaved’den) gibi, vabis gibi! Cizlavit bir tür ayakkabının adı olmuştu bizim yörede. Vabis ise büyüklüğü ifade için kullanılırdı. Onun ne olduğunu çok merak etmiştim. Biz kendimizi bildiğimizde bu kamyon piyasada yoktu! Meğer Scania Vabis kamyonunun adından geliyormuş. Halk hemen onu almış çok büyük şeyleri anlatmak için söz dağarcığına yerleştirmişti. Bir gün ona Refik Durbaş’ı okurken denk gelmiştim! Rahmet dileyerek Durbaş’tan (“Makine”deki Sessiz Yolcu”, Birgün Gazetesi, 15.11.2012) alıntılayalım da millet bir kez daha okusun:

“Makine”lerin [arabaların] en fosforlusu da, alınlarında “Maşallah” yaftalarıyla “Vabis” marka olanlardı. Öküzünü, ineğini kamyonun kasasına yükleyen vatandaş, çoğu zaman da “Vabis”in çamurluklarında yolculuğu yeğlerdi. O çocukluk yıllarımdan kalan bir başka anı da, gerdanı göbeği Konya ovası gibi geniş, tombulca kadınlara bu kamyonlardan mülhem olarak “Vabis” denmesi…”

Belki banava da çuval üreten bir işletmenin adı idi. Google bu hususta maalesef hiç yardımcı olmadı bu sefer. Ben “banava” yerine “panava çuvalı” yazınca “Kaptan Morgan ve Panama Çuvalı”nı buluyor!

Anamın yatak odasında, kapının arkasında tahtaya astığı “banava torbası”nın içine, ben şimdi çocukluğumun bütün hatıralarını koyuyorum.

Fethi GEDİKLİ

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *