Artık düğün hazırlıklarına başlayabilirdik. Başladık da. Cerrahilerin Tekkesinde yapacaktık düğünü. Kıdemli dervişlerden Safiye Anne daha önce evlenirsem benim düğün yemeğimi yapmak istediğini söylemişti. Allah razı olsun. Şu gurbetin gariban yalnızlığında insanın böyle yakınlık, kardeşlik, hatta annelik bulması ne büyük nimet.
Düğün kolaydı da, 2600 dolar maaş ile nasıl geçinebilirdik ki? Çalışmakta olduğum New York’taki meşhur bir çok Nobel ödüllü bilim insanının çalıştığı Columbia Üniversitesi, temel bilimlerdeki akademisyenlere ödediği maaşların pek yüksek olmaması ile bilinir. Çalışan akademisyenler Columbia adının prestijini kullanarak araştırma projelerine grant denen fon desteklerini kolayca alırlar ve bu granta dayanarak maaşlarının artmasını sağlarlar. Her öğlen birlikte yemek yediğimiz ders direktörümüz Prof. Ambron maaşının %70’ini bu şekilde aldığı söyleyerek övünürdü.
Yatıp kalkıp bunu düşünüyordum. Evet, ağabeyimin aldığı evde oturuyor ve ev kirası vermiyordum. Ama tek başıma yaşarken bile zor yeten bu para ile nasıl aile geçindirebilirdim ki? Müstakbel eşim Patricia’nın avukatlık yapabilmesi pek mümkün görünmüyordu ve başka işlerde çalışmasını da ben istemiyordum. Eğitim alıp yeni bir kariyer yapana kadar benim maaşımla geçinmek zorundaydık. Ama 2600 dolar neyimize yetsin?
Maaşıma zam yaptırmalıydım.
Bölüm başkanımız Prof. Michael Gershon’un odasına gittim. Colombia’daki tüm akademisyenler gibi durmaksızın çalışıyordu. Ne zaman odasına gitsem, ya yandaki laboratuvarında asistanlarıyla, ya da masasında bilgisayarının önünde çalışıyor halde buluyordum onu. Beni görünce;
– Heey Ahmet! Gel içeri. Nasılsın?
– Teşekkür ederim Mike. Sen nasılsın?
– Tanrıya ne kadar teşekkür etsem az gelir. Süperim. Senin için ne yapabilirim.
– Şey. Nasıl diyeceğimi bilmiyorum ama…
– Geldiği gibi tükür gitsin [2].
– Okey. Ben evleniyorum ve maaşıma zam istiyorum.
– Tebrikler Ahmet. Ne zaman?
– Eylülde.
– Yakınmış. Ama sen evleneceksin diye maaşına zam yapamam. Başka bir üniversiteden iş teklifi falan olsaydı…
– Ben burada mutluyum. Başka bir üniversiteye gitmek istemiyorum ki! Sadece, evleneceğim için biraz daha fazla paraya ihtiyacım olacak.
– Biliyorum, maaşın emsallerinden düşük. Ama benim de dekanlıktan onay alabilmem için bu sebep yeterli olmaz. İstersen internetten iş ilanlarına falan başvur. Daha çok maaş teklif eden olursa getir bana. Onu göstererek sana zam yapılmasını sağlayabilirim.
– Anladım. Teşekkür ederim.
– İyi şanslar Ahmet.
Umutlarım boşa çıkmıştı. Ders Direktörümüz Prof. Ambron’un yanına gidip anlattım. O da aynı bölüm başkanı gibi düşünüyordu.
– Burada böyle Ahmet. Kapitalizm kuralları böyle. Önce piyasa değerin daha yüksek olduğunu ispatlaman gerek.
– Piyasa değeri mi? Akademisyenin piyasa değeri mi olur?
– Elbette. Herkesin geliri kendine özeldir burada. Çok kazandıran çok kazanır. Bu kadar basit. Mesela ben grantlarım olmasa, maaşımın yüzde yetmişini kaybederim.
– Benim grantım yok maalesef.
– Olması da zor. Çünkü senin yaptığın eğitim araştırmalarına pek para ayırmıyor kaynaklar.
– Ne yapacağım ben şimdi?
– Çok kolay. Başka bir üniversiteden, daha yüksek maaşlı bir iş teklifi alacaksın.
– İş mi arayacağım şimdi.
– Öyle gibi.
– Deneyeceğim.
– Denemelisin.
– Anladım.
Onun bölüm başkanı ile konuşup bana destek olmasını umarken, Mike ile aynı şeyi söylemesi hayal kırıklığımı iyice artırmıştı. Yapacak bir şey yoktu, mecburen iş arayacaktım.
O gün öğleden sonra baktığım gerek Amerikan Anatomistler Birliği’nin, gerekse Amerikan Klinik Anatomistler Birliği’nin internet sitelerindeki iş ilanlarına göz gezdirdim. Her iki derneğin sitesinin “kariyer merkezi” bölümünde birçok akademik iş ilanı vardı ama, şu yarım yamalak İngilizcemle bana kim iş verirdi ki?
Evde o geceyi de internette iş ilanlarını inceleyerek geçirdim. Çoğu ilanda araştırmacı akademisyen istiyorlardı. Sadece eğitim yapan hoca isteyen birkaç tane buldum onların listesini yaptım. Hepsi online başvuruya açıktı ve istedikleri hep aynıydı; Akademik özgeçmiş, başvuranın eğitim anlayışını yansıtan bir kapak yazısı ve üç tane referans mektubu.
Özgeçmiş ve referanslar kolaydı da, İngilizce yazma becerimin sınırlı olması nedeniyle o kapak mektubunu yazmak biraz zor geliyordu. Birden aklıma ilk geldiğimde Tosun Baba’nın talimatıyla Yurdaer’in yazdığı mektup geldi. Hemen eposta arşivime gidip buldum mektubu. Harika!
Hemen Utah, Louisana ve Karayip adalarındaki Amerikan Üniversiteleri tarafından verilmiş ilanlara eposta ile başvurularımı gönderdim. Daha ertesi gün öğlene doğru, üçünden de başvurumu aldıklarına ve değerlendireceklerine dair cevap geldi. Öğlen yemeği sohbetinde de Ambron’a söyledim. Güldü bana.
– Utah’ı unut. Onlar Mormon. Kendi tarikatlarından başkasını almazlar üniversitelerine. Mecbur olup alsalar bile rahat çalıştırmazlar. Louisiana’daki Tulane ciddi bir üniversitedir ama, oraya Judith Venutti gitmişti. Bizi sevmez. Senin için problem yaratabilir. Malum, İngilizce düzeyini de bahane eder. Karayip adalarındaki ise gerçek bir üniversite değil. Yılda üç-dört defa ders açarlar. Burada başarısız olan öğrencilere hızlı kurslarla derslerinden geçirip öğrencilerden para kazanırlar. Para ile not satarlar yani…
Demek ki, bu tarikat-cemaat işleri burada da varmış… Ah benim ülkemin saf milleti. Liyakat! Liyakat! Diye diye mangalda kül savuran milletim! İş başına gelince de daha insan arkasını döner dönmez “bizden, onlardan” diye kategorize eden milletim. Aha bak! Burada da var bu kayırmacılık, sizden-bizden ilişkileri. Ama adamlar bir sisteme bağlayıp torpil işlerini de rasyonalize etmişler. Getirdiği faydayı-zararı ölçüp ona göre bir sistem geliştirmişler. Biz ne zaman rasyonel düşünmeyi öğreneceğiz, yarabbim?
– Başka yerlere de bakayım bu akşam.
– İyi şanslar sana. Mevcut başvurulardan da teklif gelirse mutlaka yazılı olarak istemeyi unutma sakın.
Bunu derken müstehzi bir tebessümü de ihmal etmedi tabi.
Akşam eve varıp da bilgisayarımı açtığımda Karayipler’deki Amerikan Üniversitesinden bir eposta daha geldiğini gördüm. Anatomi ders direktörü Prof. Dr. Gene Colborn [3] yazmış. Benim müracaatım ile ilgilendiğini ve telefonda mülakat yapmak istediğini yazıyordu. Kabul ettim ve beni aradı. Kısa bir görüşme yaptık. Ders yüklerinin çok olduğunu, ve acilen benim gibi baş-boyun anatomisi öğretebilen birine ihtiyaç duyduklarını, 70.000 dolar maaş teklif ettiklerini, ve Karayipler’de üniversite maaşlarının vergiden muaf olduğunu söyledi. Kendisinden teklifi yazılı olarak yapmasını ve bana düşünmek için biraz süre tanımasını istedim. Kabul etti ve ertesi gün de eposta ile teklifini yazdı. Ben de print edip bölüm başkanımıza götürdüm.
– İşte teklif Mike. Vergiden muaf 70.000 dolar teklif ediyorlar.
– Şimdi oldu işte. Bunu kullanarak senin maaşını 60.000’e çıkarıyorum. 70.000 de vermek isterdim ama biliyorsun ki, bu teklifin geldiği yer gerçek bir Amerikan üniversitesi değil. O yüzden dekanlığa onaylatamam.
– Teşekkür ederim Mike. Teklifini memnuniyetle kabul ediyorum. Bu artış aile bütçemi biraz rahatlatır.
– Tadını çıkar.
Böylece elime geçen maaşıma 600 dolar artış kadar yansımış oldu. O arada birkaç serbest tıp ressamlığı işleri de gelmeye başladı ve maddi açıdan biraz rahatladım.
Artık eve gelin getirebilirdim.
[1] Bu makale yazarın halen baskı aşamasında olan “ben amarikadaykene… PROFESÖR OLMAK” adlı kitabında yer almaktadır.
[2] İngilizce rahat konuş demenin argo söylenişiydi. Daha önce arkadaşım Brian hata yapmaktan korkmadan konuşmam için sık sık söylerdi bunu; “Spit it out maaan! Relax. Just spit it out!”
[3] Gene Colbourn yıllar sonra Georgia’da tekrar karşıma çıktı. Meğerse benim profesör olduğum Augusta’daki Medical College of Georgia’dan emekli olmuş meşhur ve başarılı bir anatomi hocasıymış. Sonra kendisiyle arkadaş olduk, ailecek görüştük. Ama kısa süre sonra Mesane Kanseri nedeniyle öldü. Bölümdeki onunla çalışan hocalardan öğrendiğime göre; işini çok iyi yapan, mesleğine aşık, herkesin saygı ve takdir ile andığı değerli bir akademisyenmiş.
Ahmet SINAV
Fotoğraf: Ahmet Sınav Colombia Üniversitesi’nin meşhur Alumni Auditorium’unda ders anlatırken.
Son Yorumlar