Cumhuriyetin Değerlerini İçselleştirmekte Zorlanan Bazı Dinî Kesimlerin Tarihi ve Sosyolojik Nedenleri

Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte Türkiye’de yeni bir siyasal ve toplumsal düzenin temelleri atılmış, laiklik, modernleşme ve birey hakları gibi değerler toplumun her kesimine yayılmak istenmiştir. Ancak, bazı dinî kesimlerin bu değerleri benimsemekte zorlandığı ve Cumhuriyetin sunduğu yeniliklere karşı mesafeli bir duruş sergilediği görülmektedir. Bu mesafenin, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden miras kalan tarihsel dinamikler ve Cumhuriyet’in ilanıyla hızlanan sosyolojik değişimlerin etkisiyle şekillendiği düşünülebilir. Bu makalede, dini kesimlerin Cumhuriyet değerlerine uyum sağlamakta zorlanmasının tarihi ve sosyolojik nedenleri incelenecektir.

Osmanlı İmparatorluğu ve Dinin Toplumdaki Rolü

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, İslam dininin toplum üzerindeki etkisi oldukça belirgindi. Din, sadece bireysel inanç sistemini değil, aynı zamanda toplumun her alanında kuralları belirleyen temel bir unsurdu. İmparatorlukta dinin siyasetle iç içe geçmiş olması, dinî kuralların aynı zamanda devlet düzeninin bir parçası haline gelmesini sağlamıştı. Bu durum, toplumun büyük bir kısmında dini kurallara dayalı bir yaşam biçimi oluşturmuş ve devlet ile toplum arasındaki ilişkiyi İslamî değerlere göre şekillendirmiştir.

Osmanlı toplumunun bu yapısı, bireylerin günlük yaşamdan eğitime, hukuktan sosyal ilişkilere kadar her alanda dinî değerleri içselleştirmesine neden olmuştur. Dolayısıyla, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte gelen laiklik ve sekülerleşme gibi kavramlar, birçok kesimde eski düzene aykırı ve toplumun sahip olduğu değerlerle çatışan bir yenilik olarak algılanmıştır. Cumhuriyet’in bu yeni değerlerini kabullenmekte zorlanan dini kesimlerin temel nedenlerinden biri, Osmanlı’dan miras kalan bu geleneksel değerlerin köklü bir yapıya sahip olmasıdır.

Cumhuriyetin Getirdiği Laiklik İlkesi ve Dini Kesimlerin Tepkisi

Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin en önemli unsurlarından biri laikliktir. Laiklik, dini değerlerin devlet yönetiminden ve toplumsal düzenlemelerden ayrılmasını öngörmekte ve dinin bireysel bir inanç meselesi olarak kalmasını amaçlamaktadır. Ancak, Osmanlı’dan miras kalan dini kimliklerin güçlü olduğu topluluklar, bu değişime karşı mesafeli bir tutum sergilemiştir. Çünkü laiklik, dini kuralların toplumsal düzen üzerindeki etkisini zayıflatmayı hedeflemekte, bu da dini kesimler tarafından “din karşıtı” veya “değerlere aykırı” bir sistem olarak görülmektedir.

Laiklik ilkesi, toplumsal alanda bazı dini ritüel ve uygulamaların özel alana çekilmesini zorunlu kılmıştır. Özellikle eğitim ve hukuk sistemindeki reformlar, dini eğitimin kamusal alanda yaygınlaşmasını engellemiş, dini kesimlerin sosyal yaşamdaki etkisini sınırlamıştır. Bu durum, dini değerlere bağlı bireylerin kendi yaşam tarzlarını tehdit altında hissetmesine yol açmıştır. Cumhuriyetin sunduğu bu sekülerleşme süreci, özellikle kırsal bölgelerde yaşayan ve geleneksel dini değerleri güçlü bir şekilde benimsemiş olan kesimler tarafından benimsenmesi zor bir değişim olarak algılanmıştır.

Toplumsal Sınıf ve Eğitim Farklılıklarının Etkisi

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte eğitimin yaygınlaştırılması ve modern okulların açılması, toplumsal aydınlanma hareketinin bir parçası olarak öne çıkmıştır. Ancak bu modern eğitim anlayışı, dinî eğitim ile çelişen bir yapı sergilemiş ve özellikle kırsal kesimlerdeki geleneksel dinî eğitimin yerini almıştır. Geleneksel medrese eğitimi yerine seküler eğitim anlayışının benimsenmesi, dinî kesimlerde toplumsal bir çatışma algısı yaratmış ve modern eğitim anlayışına karşı direnç geliştirmiştir.

Özellikle şehirlerde modern eğitimin daha yaygın hale gelmesiyle birlikte, kırsal bölgelerde yaşayan halk ile şehirli kesimler arasında sosyo-kültürel bir farklılık oluşmuştur. Modern eğitim almış bireyler, Cumhuriyet’in sunduğu değerleri benimserken; eğitimden uzak kalmış olan kırsal kesimlerde geleneksel dini yapılar güçlenmeye devam etmiştir. Bu durum, sosyal tabakalaşmayı arttırmış ve Cumhuriyet değerlerine yönelik algıda bir bölünme meydana getirmiştir.

Kültürel Kimlik ve Dinî Değerler Arasındaki Çatışma

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, modernleşme ve Batılılaşma çabaları hız kazanmış, bu çabalar toplumun sosyal yapısını da doğrudan etkilemiştir. Ancak modernleşme adımları, Batı kültürüne bir yönelim olarak algılanmış ve bu algı, dinî kesimlerdeki kültürel kimlik bilinciyle çatışmıştır. Geleneksel dini değerleri korumaya çalışan bireyler, Batılılaşmayı “değerlerinden uzaklaşma” olarak değerlendirmiştir.

Cumhuriyet’in modernleşme hamlesi ile birlikte bireylerin geleneksel kültür ve din arasındaki bağı sorgulaması, kimlik krizine yol açmıştır. Özellikle, dinsel kimliğin bireylerin toplumsal konumunu belirlediği geleneksel yapılar, modernleşme süreci ile uyum sağlayamamış ve bu uyumsuzluk, dini kesimlerin Cumhuriyet’in değerlerini benimsemesini güçleştirmiştir.

Aydınlar ve Dini Kesimler Arasında Yaşanan Çelişkiler

Cumhuriyet döneminde, aydınların laiklik, bilimsel düşünce ve modernleşme üzerine olan vurguları, dinî kesimler tarafından kimi zaman eleştirilmiştir. Bazı aydınlar, dini inanışları toplumun gelişimini engelleyen bir unsur olarak görmüş ve dini değerlere mesafeli yaklaşmıştır. Bu yaklaşım, dinî kesimlerin aydınlara ve Cumhuriyet’in temsil ettiği değerlere karşı bir önyargı geliştirmesine yol açmıştır.

Aydınlar ve dinî kesimler arasındaki bu çatışma, toplumun çeşitli kesimlerinde bir kutuplaşmayı da beraberinde getirmiştir. Dinî kesimler, Cumhuriyet’in sunduğu değerleri bir tehdit olarak algılarken; aydınlar ise dinî değerleri toplumun modernleşmesine engel olarak değerlendirmiştir. Bu karşılıklı önyargı, Cumhuriyet değerlerinin toplumun her kesiminde benimsenmesini zorlaştırmış ve modernleşme sürecinde toplumsal bir uzlaşı sağlanamamıştır.

Sonuç

Cumhuriyet’in sunduğu laiklik, modernleşme ve bireysel özgürlük gibi değerler, Osmanlı’dan miras kalan geleneksel dinî yapılarla çatışmış ve bu çatışma, bazı dinî kesimlerin Cumhuriyet’in değerlerini içselleştirmekte zorlanmasına neden olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu döneminde dinin devlet ve toplum üzerindeki güçlü etkisi, Cumhuriyet’in laiklik anlayışı ile uyumsuzluk göstermiş ve toplumsal yapıda bir dönüşümün zeminini hazırlamıştır.

Bu uyumsuzluk, özellikle kırsal kesimlerde yaşayan ve geleneksel dinî değerleri korumaya çalışan bireyler arasında daha belirgin bir hal almıştır. Eğitim, toplumsal statü ve kültürel kimlik gibi unsurlar, Cumhuriyet değerlerinin toplumun her kesimine eşit şekilde yayılmasını zorlaştırmıştır. Bu tarihsel ve sosyolojik nedenler, Türkiye’de bazı dinî kesimlerin Cumhuriyet değerlerine mesafeli yaklaşmasına ve içselleştirme sürecinde zorlanmasına yol açmıştır. Cumhuriyet’in sunduğu değerleri toplumun her kesimine yaymak, ancak diyalog ve karşılıklı saygı temelinde bir uzlaşma ile mümkün olacaktır.

Siyamettin ŞENTÜRK

2 Yorum

  1. Mustafa Yürekli Cevapla

    Başlık ‘Bazı Dinî Kesimlerin Cumhuriyetin Değerlerini İçselleştirmekte Zorlanmasının Tarihi ve Sosyolojik Nedenleri’ olmalıydı.. ‘Osmanlı İmparatorluğu’ diye bir devlet yok, Osmanlı Devleti var. Osmanlı hiç bir zaman adına yansıtacak kadar kendini ‘İmparatorluk’ görmemiştir, resmi belgelerde ‘Osmanlı İmparatorluğu’ ismini kullanılmamıştır.. Cumhuriyet, bir ihtilaldir, rejim değişikliğidir. Yunanistan, Bulgaristan, azınlıkken, bağımsızlık savaşı vermiş, devlet olmuştur. Vatan, millet, devlet teşkilatı ve din aynı kalırken yönetim şekil değişikliğini devlet kurmak olarak tanımlamak yanlıştır. Cumhuriyeti ilan eden devrimci kadrolar, pozitivist, materyalist, Batıcı, laik ve İslam karşıtı bir kadro idi.. ‘Doğru bakış açısı toplumdan kopmuş, yabancılaşmış ve düşmen kesilmiş bir kadronun hatasıdır cumhuriyet; İngiliz politikalarına hizmettir’ diyenlerin tezi anılmadan yargılanmaktadır. Hilafetin kaldırılması ve ümmetten ulus devlete geçiş, İngilizlerin Osmanlı’ya dönük temel politikasıdır.. İngilizlerle, Fransızlarla, İtalyanlarla, Amerikalılarla savaşan bir milletin Batılılaşması, düşmanlarına ekonomik, sosyal, kültürel ve politik alanlarda masada teslimiyeti nasıl savunulabilir? Batılılaştırma bu millete bir asırda çok şey kaybettirmiştir.. Kayıplar itiraf edilmeden ve taşları yerine koymaya yönelmeden Batılılaşma savunulamaz..

  2. Siyamettin Şentürk Cevapla

    Sayın Mustafa Yürekli, analizinizin derinliğine saygı duymakla birlikte, tarihsel ve sosyolojik bir perspektifin yerine ideolojik bir çerçevenin hâkim olduğunu görüyorum. Cevabımda, her bir iddianızı tarihsel ve sosyolojik veriler ışığında değerlendirerek, Cumhuriyet’in inşasına dair daha geniş bir bağlam sunmayı amaçlıyorum.

    1. Osmanlı’yı “İmparatorluk” Olarak Tanımlamak
    Evet, Osmanlı Devleti kendini “imparatorluk” diye tanımlamamıştır. Ancak bu, modern tarih yazımında, Osmanlı’nın çok uluslu, çok kültürlü yapısının “imparatorluk” olarak kavranmasına engel değildir. Batı literatüründe Osmanlı, geniş coğrafyalara yayılmış egemenlik anlayışı ve çeşitliliğiyle imparatorluk kategorisinde değerlendirilmiştir. Bu terim, Osmanlı’nın devlet yapısını küçümsemek değil, aksine, Batı’nın egemenlik kavramına uygun bir çerçeve sunmaktır. Bu nedenle “imparatorluk” ifadesinin, yalnızca terminolojik bir tercih değil, tarihsel ve sosyolojik bir gerçeklik olduğu unutulmamalıdır.

    2. Cumhuriyet’in Kuruluşu: Bir İhtilalden Öte, Bir Yeniden İnşa Cumhuriyet’in ilanı, yalnızca bir rejim değişikliğinden ibaret değildir. Bu süreci, Osmanlı toplumunun sosyal, kültürel, ekonomik ve hukuki yapısını yeniden şekillendiren devrimler bütünü olarak görmek gerekir. Salt bir yönetim değişikliği olarak değil, milletin toplumsal varoluşunu yeniden anlamlandırma çabası olarak değerlendirilmelidir. Dolayısıyla bu süreçte, Cumhuriyet’in inşa ettiği yeni düzen, sosyal bir restorasyon ve bireyi merkeze alan çağdaş bir düzen kurma iradesini yansıtmaktadır. Osmanlı’nın mirasını inkâr etmekten çok, yeni dünyanın koşullarında bağımsız bir devlet inşasını mümkün kılmaya yönelik bir iradedir bu.

    3. Laiklik ve Cumhuriyet Kadrolarının Pozitivist Yaklaşımı
    Cumhuriyet’in kurucu kadrosunun pozitivist, Batıcı ve laik yaklaşımlarını salt bir “İslam karşıtlığı” olarak ele almak, hem tarihsel koşulları hem de toplumsal ihtiyaçları göz ardı etmek olur. Laiklik, dine karşı değil; dini siyasal alandan arındırarak bireysel özgürlük sahasına bırakma arzusudur. Bu bağlamda, Cumhuriyet devrimleri toplumu “Batıcı” veya “İslam karşıtı” olmaktan çok, bağımsız bir akılla çağdaş dünyada var olabilme idealiyle donatmıştır. Cumhuriyet, bir modernleşme projesi olarak, yalnızca bir dönüşümü değil, aynı zamanda bağımsız, özgür ve güçlü bir toplum yaratma çabasını barındırır.

    4. Hilafetin Kaldırılması: Ulus Devletin İnşasında Bir Zorunluluk
    Hilafetin kaldırılmasını yalnızca “İngiliz politikalarının bir sonucu” olarak görmek, meselenin derinliğine nüfuz etmemektedir. Hilafet, Osmanlı’nın son dönemlerinde işlevini yitirmiş, sembolik bir makam haline gelmiştir. Cumhuriyet’in kurucu kadroları, ulus-devlet modelini benimsemiş ve bağımsız, modern bir Türkiye idealini yaşatmak istemiştir. Hilafetin kaldırılması, dış güçlerin oyunlarına hizmet etmekten çok, yeni bir devletin kendi öz kimliğini inşa etme iradesinin bir yansımasıdır. Türkiye’nin bağımsız ve hür bir millet olarak kendi kararlarını alma arzusunun simgesidir.

    5. Batılılaşmanın Kazanımları ve Bedelleri
    Batılılaşmanın yalnızca “kayıp” olarak değerlendirilmesi, eksik bir perspektifi işaret eder. Elbette modernleşme sürecinde kültürel uyum zorlukları yaşanmıştır, ancak eğitimin, hukukun, bilim ve sanayinin ilerleyişi, toplumun çağdaş dünya ile bütünleşmesini sağlamıştır. Modernleşme sürecinde zorluklar yaşanması doğaldır; ancak bu, sürecin tüm kazanımlarını göz ardı etmek demek değildir. Batılılaşma süreci, bu toplumun yalnızca kayıplar değil, önemli kazanımlar elde etmesine de vesile olmuştur. Geleceğe ilerlerken geçmişe sahip çıkmak, fakat bunu daha aydınlık bir yarına ulaşmak için bir adım taşı olarak görmek gerekir.

    Sonuç
    Sayın Yürekli, Cumhuriyet’in inşa sürecine dair eleştirinizin tarihsel bağlamı dar bir ideolojik pencereden baktığında, dönemin çok yönlü ve kapsamlı değişimlerini değerlendirme imkânını kaçırdığını düşünüyorum. Cumhuriyet’in getirdiği değerler, yalnızca belirli ideolojik kalıplarla sınırlı görülemez. Bu süreci değerlendirirken, devrimlerin altında yatan bağımsızlık, özgürlük ve aydınlanma idealini göz ardı etmemek, süreci daha anlamlı kılacaktır. Cumhuriyet, tarihin bize miras bıraktığı bir emanet değil; her birimizden geçmişle barış içinde, daha özgür ve daha adil bir gelecek kurma iradesini talep eden bir yapıdır.

    Siyamettin Şentürk

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir