Bir röportajında Perran Kutman, “Bizim zamanımızda toplumun dolaylı kültürlenerek eğitilmesi için aile değerlerini yücelten diziler yapılırdı. Günümüzde ise bilinçli bir toplumsal çürüme operasyonunun parçası olarak aile değerlerinin yok edildiği filmler, diziler yapılıyor.” demiş. Ne kadar isabetli bir saptama…
Sürekli bir tv izleyicisi değilim ama evde ses olsun diye ya da haberleri dinlemek için televizyonu açık tuttuğum zamanlar da olmuyor değil. Yığınla abuk sabuk pespaye programlar. Haberlerde terbiye yoksunu bağıran çağıran adamlar, her gün en az bir kadın cinayeti…vs Ucuzundan mafya filmleri, Müslüman ülkelerin vatandaşlarına, “dünyadaki cennet” algısı yaratan İstanbul’un dron görüntüleri. Karaşın bir halkın kadınlarının neredeyse yüzde 60’nın sarışın afetlere dönüştüğü mutlu ve zengin ülke imajı veren paparazzi programları…
Yıllardır izlemeye değer kaliteli dizilere hasret kaldık. Perran Kutman’ın yukarıda işaret ettiği gerekçeler doğrultusunda yapılan mafya dizilerinden gına geldi derken geçenlerde kanalları zaplarken, hem de bir kısmı Adana’da çekilen bir aile dizisine denk geldim, diziyi birkaç hafta takip ettim. Ne zaman ki senaryoya annesinin kocasıyla (üvey baba) kaçan kız karakteri girdi, diziden birdenbire soğudum.
Elbette ki toplumda bu türden olayların olduğunu, hatta binlerce ensest vakası yaşandığını da duyuyoruz, biliyoruz. Her doğrunun her yerde söylenmesinin yanlışlığı gibi, toplumsal çürümeye yol açan böylesi olayları insanların gözüne sokmaya da gerek yok sanki, ne bileyim? Diyelim ki bu olayda yine de bir gerçeklik payı var, toplumu yanlış ilişkilerden alıkoyabilir bu ibretlik sahneler, deyip izlemeye devam ettim. Heyhat üç-beş bölüm sonra izleyici kitlesini artırmak için, her zamanki ucuz numaraya başvurup filme mafyayı doldurmak da ne oluyor? Sanki ülkede emniyet teşkilatı, yargı, hukuk yokmuş gibi önüne gelen birbirini vuruyor; öldürüyor. Katiller aranmıyor, bulunmuyor, adalet yerini bulmuyor.
Demem o ki bir ülkede sanatın kalitesi de bileşik kaplar gibidir. Sinema uçup edebiyat yerlerde sürünmez, sanat dallarının kalitesi birbirlerine paralel seyreder. Dolayısıyla dizilerdeki kepazelik edebiyata da sirayet etmiş durumda. Ya da tersi bir etkileşim söz konusu. Özellikle bazı yazarlar, bir an önce tanınmak için gerçekliği olmayan konularda kalem oynatıp duruyorlar. Oysa yazar odur ki olağanüstü olaylara ihtiyaç duymadan okurun merak dürtüsünü bilgiyle, akılla, zekâ oyunlarıyla, felsefeyle kamçılasın ve okuru ruhça yükseltsin. Şimdilik “Her yer karanlık” olsa da bir gün o büyülü bilinç ışığının şavkıyla aydınlanacaktır yazın dünyamız da…
Çetin Altan Usta’nın deyişiyle biz yine de “enseyi karartmayalım…”
Samle ÇAĞLA

Dediklerinize ek olarak kadin karakterlerdeki hizli kabadayilasma, pespayelesme de dehset duzeyde.Turk dizilerini bayilarak izleyen yabancilar sormuyorlar mi acaba bu insanlar hic sakin bir sesle konusamiyor mu diye.Ozellikle kulak tirmalayan araliksiz kadin bagirtilari,elinde tufekle rakibesinin bahcesine dalan, yavrularina oldur emri veren feodal teyzeler, nineler “it ,kopuk yabani vb” adli dizilerin basrol delikanlilarina asik genc kizlar, adaleti demir kalorifer petegi ile adam ezerek saglamaya calisan masum kahramanlar.
“Insana “benzer bir kahraman goremiyorum dizilerde. Insanoglu kotulukten ibaret bir yaratik degildir.