Doğru Olan Kendi Erdemlerimizle Yükselmektir

Hâkimlikten emekli bir arkadaşımı siyasetçilere konuşma metni yazan bir arkadaşımla tanıştırdım. Konu Hâkim arkadaşımın çok ilgisini çekti. Merak içinde çeşitli sorular sordu. Bir ara beni kastederek, “Durdu Beyin yazılarını çok beğeniyorum. Peki Durdu Bey de siyasiler için iyi konuşma metinleri yazabilir mi?” dedi. Metin yazarı arkadaşım, “Durdu Bey çok güzel konuşma metinleri yazabilir ama başarılı olamaz. Ben dinleyicileri harekete geçirecek özellikle nefret duygularını köpürtecek, provakatif metinler yazıyorum. Durdu Bey ise hep makul, sağduyulu, erdeme yönelik şeyler yazar” dedi.

Ülkemizdeki siyasi yarışma, siyasilerin kendi erdemleriyle yükselmesi yerine başkalarını batırmak ve üste çıkmak şeklinde gerçekleşmektedir. Bu nedenle kim daha çok bağırıyorsa, kim daha güçlü şekilde karşıyı suçluyorsa, kim daha büyük karşıya çamur atıyorsa kazanma şansını daha yüksek görüyor. Galibi mağlubundan daha kötü yarıştır bu.

Nur Yağcıoğlu “Bir Psikoloğun İtirafları” isimli kitabında şöyle bir anı anlatıyor::

“Şimdi anımsamıyorum m da bir rastlantı olarak Margaret Thatcher’in ikinci dönem adaylığını koyduğu seçimlerden önce Londra’daydım. Parti liderleri partilerinin ideolojik özelliklerini öne çıkarmadan, genelde toplumun en çok önemsediği sağlık ve eğitim alanında uygulayacağı programlarını açıklıyorlardı. Bir sabah Margaret Thatcher’la bir sohbet programında televizyon muhabiri, işçi partisinin onun parti Partisi’nin programını eleştiremem, bana sormayın,” dedi. “Ben size ancak kendi yapacaklarımı açıklayabilirim. Siz o partinin programının doğruluğunu veya içeriğini onun liderine sorabilirsiniz” Sonra kendisinin sağlık ve eğitim alanında uygulayacağı değişiklikleri anlatmayı sürdürdü.”

Peki siyasette bu olgunluğu niye başaramıyoruz. Atasözümüzde denildiği gibi “Elin gözündeki çöpü görüyor kendi gözümüzdeki merteği göremiyoruz” Konfüçyüs’ün dediği gibi “Evimizin eşiğini temizlemeden komşumuzun damındaki karlardan şikâyet ediyoruz.” Çünkü Daniel Kahneman’ın dediği gibi “Kendi hatalarınızı kabul etmek, başkalarının hatalarını fark etmekten daha zordur.” Kolayı ve kötüyü seçiyoruz.

Özeleştiri kültürünün gelişmemesi sonucu sorunlarda hep kendimizi göz ardı ediyoruz. Kusuru hep başkasında arıyoruz. Zencinin zenciye “Deterjan kullan da beyazlaş” demesi gibi saçma bir kısır döngü yaşıyoruz. “Başkalarının günahlarını ortaya koyarak kendimizin aziz olacağını” sanıyoruz. Nermi Uygur “Durmadan başkalarının yanlışlarını bulmaya çalışanlar, kendi yanlışlarını düzeltmek için zaman bulamazlar” der. Esas olan başkalarının günahıyla uğraşmak değil kendi erdemlerimizle gelişmektir.

Emekli Hâkim M. Şemseddin Işık, “Bir Hâkimin Anı Defteri” isimli kitabında bir anısını anlatır:

“Bir gün keşfe giderken yol kenarındaki bir köyün harman yerindeki dibekte, üç Kürt köylüsünün, tokmaklarıyla bulgur döverken, şarkı söylediklerine tanık oldum. Sesleri, kulakta haz uyandıran bir düzeydeydi. Tokmaklar, orkestralarla bateristlerin hareketleri gibi ezgiye uyumlu olacak ve tok-tak sesleri çıkararak inip duruyordu. Çok neşeliydiler. Kürtçe bilen katibime, “Ne diyorlar” diye sordum, güldü. “Ağa almazsa, paşa götürmezse, bu bulgur bize yeter” diyorlarmış.”

Velhasıl hakarette değil erdemde yarış olursa, nefretin yerini sevgi, düşmanlığın yerini dostluk alırsa, hırsızlık kalkarsa bu ülkede herkese aş, herkese iş olur. Bu ülke hepimize yeter ve hepimizi mutlu edecek imkânlarımız vardır.

Durdu GÜNEŞ

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *