Kimi konuştursan, ehliyet ve liyakatin çok önemli olduğunu söyler. Geri kalmamızın en önemli sebepleri arasında ehliyetsizlik ve liyakatsizliği sayar. Ama büyük oranda bunu söyleyen kişilerin mesleklerini nasıl yaptıklarını mercek altına alabilsek, karnelerinin pek iyi olmadığını görürüz.
Hulusi Armağan Yıldırım’ın “Zor Çiçekler, Bir Sosyal Hizmet Uzmanının Anıları” isimli kitabını okuyorum. Yazar Sosyal Hizmet yurtlarında tanık olduğu ilginç durumları anlatıyor. Yurtlar; sevgi, şefkat ve merhameti hiç eksik etmeden fedakârca görev yapılması gereken yerlerdir. Çünkü orada bulunanlar travmatik süreçlerden geçerek yurda gelmişlerdir, ciddi ilgi isterler. Dolayısıyla buralarda çok sorunlu davranışlarla karşılaşmak mümkün.
Yazar yurtta kullanılan eşyalara sürekli zarar verildiği, dolayısıyla zamanında tamir gerektiğini belirtiyor. Teknisyen Durmuş Amca’nın, bu durumlara karşı hiç yakınmadan, zorsunmadan, aşkla, şevkle özenli bir şekilde görev yapmasını hayranlıkla anlatıyor. Bir gün teknisyen Durmuş Amcaya soruyor: “Durmuş Amca, her gün yurtta bir şeyler kırılıyor, bozuluyor sen neden bizim gibi tepki vermiyorsun? Başkaları homurdanıp söylenirken, sen nasıl oluyor da sadece işinle ilgileniyorsun?”
Durmuş Amca tebessüm ederek şöyle cevap veriyor: “Hocam biz teknisyeniz. Bizim işimiz kırığı onarmak, söküğü dikmek, deliği tıkamak, arızayı bulup tamir etmek. Biz işimizi yapıyoruz. Ekmeğimizi bu kapıdan kazanıyoruz. Yediğimiz ekmeği hak etmeliyiz. Çocuklar kırmasa dökmese iyi olur ama kırıldıysa yapmak benim işim. İşimi yapmaktan hoşlanırım. Neden kırdıklarını bilemem. Onu bilmek sizin işiniz. Benim işim tamir etmek. Kıranın niye kırdığını bilmek, kırmaması için tedbir almak da sizi mutlu etmeli öyle değil mi?”
Durmuş Amca bana Martin Luther King’in bir sözünü hatırlattı: “Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse Micheangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’ın beste yaptığı veya Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki gökteki ve yerdeki herkes durup “Burada dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş” desin.”
İşin hakkını vermek, düzgün yapmak önemlidir.
Filozof ve Roma İmparatoru Marcus Aurelius (MS121-MS 180) senatoda müzakere yapılırken bazı ayrıntılara dikkat çekmiş. Biri itiraz etmiş:
-Bu bir teferruattır, üzerinde durmaya değmez, demiş.
Marcus şöyle cevap vermiş:
-Çizmemde bir çivi eksik olsa, Roma medeniyet bütünü yerinde değil demektir.
Bizim işlerimiz genelde dört buçuktan beştir, yani yarım yamalak. Görüntüyü kurtarmamız yeterlidir. Onun için dere yatağına ev yaparız, sel götürür, Fay hattı üstüne ev yaparız üstümüze yıkılır. Müteahhit malzemeden çalar, Denetimci menfaat karşılığı göz yumar. Özeleştiri yapamayız, kendimizle yüzleşemeyiz.
Bizler kendi işlerimizi düzgün yapmadığımız gibi işimiz olmayan alanlarda ahkam kesmeyi de ihmal etmeyiz.
Avrupa’yı dolaşıp gelen Mehmet Âkif Ersoy’u yakın dostları ziyaret ederler ve bu arada memleketi nasıl gördüğünü memleketin o günkü durumu hakkında yorum isterler. Âkif ise şu değerlendirmeyi yapar:
-Berlin elçisi oturmuş tefsir yazıyor, Fatihteki hocalar ise siyaset konuşuyorlar. Artık ülkenin durumu hakkında başka yorum yapmama gerek var mı?
Herkes siyasetçinin işini dürüst yapmadığından yakınıyor. Öncelikle sormamız gereken soru biz işimizi doğru dürüst yapıyor muyuz?
Durdu GÜNEŞ
Harika bir yazi.Evet hepimizin hatayi once kendimizde aramasi ve geregini yapmasinin zamani geldi de geciyor…Bugun bir muhabir bir caminin restorasyon isini yapmakta olan sorumlu mimar ile roportaj yapiyordu.O kadar iyi hazirlanmis ki konuya, sordugu sorular, onlara verilen cevabi dinlemesi, o kisa zaman dilimine konunun onemli boyutlarini sigdirmak icin ama sozunu hic kesmeden saygi ile muhatabini konusturmasi, hayran kaldim.Kim oldugunu ogrenmek icin ekranda altyaziyi bekledim ve ogrendim.Oznur Karsli Cetinel.Tebrik ediyorum.