Türkçenin en eski sözcüklerinden biridir, küsmek. Uygur Türkçesi metinlerinde ‘İstemek, arzu etmek’ anlamlarına gelen ve biçim bakımından küsmek ile bağlantılı olduğunu düşündüğüm küsemek fiili kayıtlı. Ancak sözcüğün bugünkü anlamda ilk kullanımı, Divanu Lügati’t-Türk’te geçmektedir. Yani eldeki verilere göre yazı tarihimizle neredeyse aynı yaşta olan sözcük, bugünkü anlamını 11. yüzyılda kazanmış.
Her ne kadar Güncel Türkçe Sözlük’te dört farklı anlamı kaydedilmiş olsa da özellikle kalıp ifadeler üzerinde dikkatli bir bağlam incelemesi yapıldığında sözcüğün çok daha farklı anlamlarda kullanıldığı görülecektir. Türkçede atasözlerinden deyime, halk şiirinden ağıtlara kadar oldukça yaygın ve zengin bir kullanım alanı vardır, sözcüğün. Eskilik ve yaygınlık, bir sözcüğün sosyal hayatta ne kadar muteber olduğunu gösterir. Konuyla ilgili yüzlerce örneğe genel ağ üzerinden ulaşmak artık çok kolay.
Asıl derdim, sözcüğün eski kitaplarda kalmış kullanımları ile bizim yörükler arasında yaygın ancak bugüne kadar kaydedilmemiş olan biçimlerini anlatmak olduğundan Âşık Veysel’den bir örnekle yetineceğim. Her ne kadar ‘Aşk küsmektir.’ deseler de Veysel, hiç küsmez, sevdiğine:
Acı poyraz gibi deli esmedim,
Kaderime küstüm, sana küsmedim.
Ben o yardan umudumu kesmedim.
Beni böyle yakar, kor gider misin?
Evvel sevip sonra terk eder misin?
Konuyla ilgili bana en ilginç gelen örnek, şehreküstü sözüdür. 17. yüzyılın muhteşem eseri Seyahatname’de geçen bu sözcüğü, Osmanlıca sözlüklerde bulamadım, maalesef. Seyahatname’de yerel sözcüklerin ve ifadelerin çok sık kullanıldığı bilinmektedir. Bu durum, sözcüğün niçin Osmanlıca sözlüklere alınmadığını açıklayabilir. Eserde geçen örnekler, Lâdik, Tokat ve İştip’e ait. Evliya Çelebi’nın aktardığına göre, bugün Samsun’a bağlı olan Lâdik ilçesinde Şehreküstü adlı bir mahalle ve cami bulunmaktaymış. Makedonya sınırları içinde kalan İştip’te de aynı adla bir cami olduğu, Sümbül Efendi’nin şehreküstü varoşunda medfun olduğu kaydedilmiş. Tokat’ın anlatıldığı bölümde geçen şu ifadeler, konuya açıklık getirmektedir: Pazarcık Hamamı: Halk dilinde bu hamama Şâre Küsdü [şehre küstü] derler, yani şehin dışında kalmış hamam derler.
Evliyanın açıklamasına bakılırsa şehir merkeziden uzak yerleşim yerleri ya da cami ve hamam gibi yapılar şehreküstü sözüyle tanımlanmaktaymış. O halde küsmek ‘uzaklaşmak, ayrılmak, uzağa düşmek’ anlamlarına da gelmektedir. Bugün, Bursa ve Gaziantep merkezinde Şehreküstü adını taşıyan birer mahalle vardır. Her iki mahalle de vaktiyle şehir merkezinin uzağındaymış.
İkinci örnek ise 18. yüzyılda, Mütercim Asım tarafından kaydedilmiş: Göteküstü. Farsçadan tercüme ettiği Bürhan-ı Katı’ adlı meşhur sözlükte, pişbaz ve berek sözlerinin açıklamasında geçer, bu ifade. Mütercim Asım, sözcüğün ‘Bele kadar inen kısa kürk.’ anlamında olduğunu ve daha çok fuhuş dünyasına ait kadın argosunda kullanıldığını vurgulamış. Bu argo sözcük de yok, doğal olarak, Osmanlıca sözlüklerde.
Bahşiş Yörüklerinin sık kullandığı ama bugün ağız sözlüklerin de bile bulamayacağınız bir sözcüğe daha değinmek itiyorum: küsekçi. Alıngan ve ikide bir küslük çıkaran kişilere denir, küsekçi. Kendimden biliyorum, uzlaşmak sağlamak zordur, bu tür kişilerle; bu yüzden de daha çok küsekçi batasıca deriz, biz. Türkçe Sözlük’te aynı anlama gelen küseğen sözü ‘halk ağzında kullanılır.’ açıklamasıyla madde başı yapılmış. Biçim ve anlam bakımından küseğen sözüne itiraz edecek halim yok ama açık söylemek gerekirse sözlüğe ‘Neden küsekçi değil de küseğen alınmış?’ sorusunu merak ediyorum, bu haklı soruya tatmin edici bir cevap alamayacağımı bilsem de…
Sık sık küslük çıkaranlara küsekçinin yanında küstüm otu da deriz, biz. Mimoza cinsinden sapları ince ve yaprakları tüylü bir bitkidir, küstüm otu. Her yaprağında, karşılıklı olarak dizilmiş onlarca minik yaprak bulunur. Dokunduğunuzda bu minik yapraklar içe doğru kapanır ve yaprak ince bir şerit halinde kalır. Küsekçiler de en küçük bir sözü bile üstüne alıp kendi içine kapanır, tıpkı küstüm otu gibi…
Konuyla ilgili vereceğim son örnek, bu yazının sebeb-i telifi olan küs yastığı sözü. Kültürümüzde evlilik, sadakat, uyum, eşlerin birbiri için gösterdiği özveri, çoğu zaman yastık metaforu ile açıklanır. Mesela, bir Arguvan türküsünde geçen şu dizeler, eşler arasında uyum ve denkliği baş yastığı sözü ile açıklar. Baş yastığı birbirine eş olmayan evlilikler, her iki taraf için de üzüntü ve mutsuzluk sebebidir:
Aşağıdan gelir eli boş değil; neydem neydem, boş değil!
Söylerim söylerim; göynüm hoş değil.
Bir güzeli bir çirkine vermişler; neydem neydem, vermişler
Baş yastığı kendisine eş değil.
‘Aynı yastığa baş koymak’ deyimi, eşlerin uzun yıllara sığan paylaşımlarını, karşılıklı fedakârlıklarını ve bir ömrü beraber geçirmelerini ifade eder. ‘Allah bir yastıkta kocatsın!’ ise evlilik törenlerinin en makbul duasıdır, yeni çiftler için.
Bu kayıtlarda geçen yastığı yeni nesil ne kadar bilir acaba? Benim çocukluğumda yastıklar daha çok iki kişilik olurdu. Uzunluğu aşağı yukarı bir buçuk metre, enlemesine konulduğunda çift kişilik bir yatağa tamı tamına denk gelen ve içine yumuşacık pamuk basılmış yastıklar… Her iki ucuna da renkli ipliklerle çiçek çiçek, güllü dallı kanaviçe motifleri işlenmiş olan patiskalar, kılıf olarak kullanılır; baş taraflarına ise rengârenk saten kumaşlardan dikilmiş olan başlıklar geçirilirdi… Kırmızı, sarı, mavi, mor, yeşil… canlı canlı renkler…
Küs yastığı, bunlara göre yeni bir sözcüktür. İlk defa annem ve nenem arasındaki bir tartışma sırasında duymuştum. Yedi sekiz yaşlarında olmalıyım. Annem büyük ablamın evlilik telaşı içinde… Yatak yorgan işine gelmiş sıra… Bir yanda döşek yüzleri dikiliyor, öte yanda yorganlar sırınıyor… Konu komşu yardıma geliyor, sürekli… En az üç dört döşek, beş altı yorgan, bir o kadar yastık olmalı çeyizde…
Annem ablamın çeyizine, küs yastığı dediği tek kişilik yastıklardan yapmak istiyor. Herkesin boynu farklı yüksekliğe sahip bir yastıkta rahat edeceğinden tek kişilik bu küs yastıkları daha uygunmuş, aslında. Nenem itiraz edip kız çeyizinde küs yastığı çıkarmayı iyi saymıyor. Şimdi anlıyorum ki ‘Aynı yastığa baş koymak’ ya da ‘Bir yastıkta kocamak’ ifadeleriyle beslenen nenemin zihni, küs yastığını kabul etmiyor: ‘Olmaz öyle şey… Küs yatığı da neymiş… Yarın elin adamı canı istediğinde alır gider yastığını; olan, senin kızına olur. Karışmam ben!’ Nenemin itirazlarına rağmen annem bir iki tane küs yastığı yapmıştı ama ‘çeyiz serme’de el içine çıkarıp çıkarmadığını hatırlamıyorum. Nenem itiraz etse de duyar duymaz çok sevmiştim, ben küs yatığı sözünü… Sizce de çok güzel bir adlandırma değil mi?
Bugün yastık dediğinizde, yeni neslin zihninde biçim olarak, nenemin evlilik ve çeyiz için iyi saymadığı küs yastığı canlanır; çocukluğumun upuzun, çift kişilik yastıkları değil. Üzülerek söylemeliyim ki bu zihin dünyasında ‘Aynı yatığa baş koymak’ deyiminin de ‘Allah bir yastıkta kocatsın’ duasının da eski değeri yok, artık! Sizce bütün suç, küs yastığında mı?
Mustafa SARI
Son Yorumlar