Yaşar Kaplan’ın Ardından

Birkaç gün önce vefat eden Yaşar Kaplan’ın aramızdan ayrılışının ardından milliyetçi ya da enternasyonalist çevreden dinî duyarlılıklara sahip pek çok kesimden taziye mesajları geldi. Birbirinden oldukça farklılaşan bu kesimlerin Kaplan’ı sahiplenmesi, geçmişte sol kesime karşı milliyetçi çatı altında bir arada olmalarından kaynaklanmaktadır. Bugünden bakıldığında mealen ilişkin hassasiyetleri dolayısıyla mealci bir çevreden bahsedilmesine olanak sağlayan Kaplan’ın Müslüman muhayyilede (mealci olarak değerlendirilebilen Öztürk, 2007: 120). İslam’ın aktüel bir ideolojiye dönüşerek rasyonel bir çerçeve kazanmasında etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle günümüzde İslami bir bilinçten söz edilebiliyorsa Kaplan’ın katkısı unutulmamalıdır. Nitekim İslamoğlu da Kur’an’ın anlamıyla tanışarak yaşadığı dönüşümde Aylık dergiye gönderme yapmıştır.

Ama ben Kur’an’a nasıl geldim? İlahiyat’ta elime ilk defa Ankara menşeli bir dergi tomarı geçti. Bu dergiler, Yaşar Kaplan’ın çıkardığı “Aylık Dergi’lerdi. Kapaklı kapaksızdı ama edebiyat dergileriydi. Ben de edebiyat ve şiirle ilgileniyorum o sıra. Bakarken şöyle karıştırırken, okuldan eve geldim. O geceyi hiç unutmam zaten, o gece benim “Kadir gece”mdi.

(…)

Evet, “aydınlanma”da denebilir. Ama benim Kadir gecem yani. Zaten Kadir geceleri aydınlanma gecesidir. Yani Kur’an’ın anlamının zikrime, “akleden kalbi”me inzal olduğu gecedir. Kadir gecesi budur zaten. Herkesin Kadir gecesi, kadir günleri ayrıdır. Benim Kadir gecem oydu. O gün dergiyi karıştırırken siyah bold yazıyla bir sayfaya denk geldim. Baktım benim ezberimdeki surelerin mealleri. Sadece meal ama… Okudum, okuyorum ama önce şaşırıyorum!

Ben ki yaklaşık 20 yıldan beri bu sureleri ezbere biliyorum ama (anlamından) haberim yok. Dolayısıyla oradan gözümü alamadım. Öbür sayıyı, aynı sayfayı aradım buldum. Öbür sayfaya devam ediyordum ve sabah ezanı okunuyordu. Bir yere geldim gözyaşlarımı tutamadım. Özellikle okuduğum o ayetler öyle yüreğime dokundu ki orada şöyle söyledim. Kur’an ne çok şey biliyor. Orada keşfettim ben. Bana bunu İmam Hatip vermedi; ilahiyatçı babam vermedi; ama bunu bana bir edebiyat dergisinde okuduğum Kur’an’ın anlamı verdi. Anlatabiliyor muyum? Orada fark ettim ki biz, kuyunun üstünde oturup susuzluktan ölen kişinin durumuna benziyoruz veyahut ambarda yatıp da açlıktan ölen kişinin durumuna benziyor. İşte, Kur’an’la ilk tanışmam böyle oldu.

İslam’ı bugünkü gerçeklikle ilişkilendirmenin ürünü olarak ideolojik bir kavramsallaştırmaya dönüştürme çabasının dışında Kaplan’ın meale verdiği önemin neticesinde giderek Kur’an’a dilbilimsel yaklaşılarak literal anlamıyla yetinildiği bir sürecin yaşandığı söylenebilir. Seküler dünyanın bir karakteristiği haline gelen bu çok parçalı kişiliklerden siyasi konjonktüre uygun olanı seçilebilmektedir. Bu anlamda İslami duyarlılığa sahip kişiler M. Âkif ve N. Fazıl gibi kült isimlerin modern çabaları, milliyetçi ya da enternasyonalist bakışları gözden geçirilerek İslam’ın modern konjonktürde varlık bulmasında etkili olduğu gerekçesiyle benimsenmiştir. Bu anlamda Kaplan’ın da bugün İslamcı denebilecek bir çevrenin kavramsal çerçevesinin oluşumunda ve bunun pratik hayata dökülmesindeki (dava) katkısı hatırlanmaktadır. Öte yandan bu sahiplenmenin ardında yatan bir husus da etkisi bugün zayıflamış olan bu söylemlerin (mealciliğin dönüşümüyle) bugün vardığı nokta itibarıyla Kaplan’ın dönüşümü de bazen göz ardı edilerek Onun bütünlüklü bir kişilik gibi sunulmasıdır. Bu anlamda İslamcılığın Batıyla ilişkilendirilen enternasyonal yönelişini eleştirenler bu ortak mirasla ilişkisini nasıl kuracağını yeniden düşünmelidir.

Müslüman bir geçmişim var. Bize İslamcı diyorlar o ayrı bir şey ama biz Müslümanız. Müslümanlaşma, “bilinçlenme sürecimiz” var, İslamcı bir şey “tevhidi uyanış sureci”. Yani biz, Türkiye Müslümanların tümü en okumamışından ilahiyatçısına kadar ‒ kendini gizleyenler hariç herkes “sağcı, devletçi, milliyetçi, mezhepçi veya batınî” hale gelmişti. 60’lı yıllarda çat pat ancak 70’li yılların ortalarından sonra “sağcı, devletçi, mezhepçi ve batınî değiliz sadece Müslümanız” diyen bir çaba söz konusu oldu. Bunlardan biri de mesela, Düşünce Dergisi’dir. Yine Ankara’da çıkan “Aylık Dergi”dir. Bunu takip eden Talebe Kriter Dergisi’ydi. Haftalık Tevhid, İslami Hareket, Hicret dergileri vardı. Bunlar, kavramları doğru algılamak için önemliydi‒kendi döneminin zayıflıklarını da taşıyorlardı ama‒ bunlar, “tevhidi uyanış sureci” olarak nitelendirdiğim bu süreçte İlahiyat’ı da üniversiteyi de etkiledi. Mustafa İslamoğlu Aylık Dergi’den gelir mesela. Böyle bir uyanış surecimiz var.

Filiz ORHAN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir