“Kömürhan Köprüsü Harput’a Bakar”

‘Uzun yola çıkmak’ belli bir tedirginlik yaratır insanda her defasında. Ama bu tedirginliği hissetmediğim bir uzun yolculuktur memlekete her gidişim. Ankara’dan Elazığ’a yola çıkınca tedirginliğin aksine bir sevinç kaplar yüreğimi. Neredeyse her kilometresini bildiğin bir yolda sevdiğin bir şehre doğru gitmek, her saat mesafeyi kısaltarak bir hedefe odaklanmak an be an artan bir mutluluğu beraberinde sürükler bedensel yorgunluğu saymazsak. 

Öğrencilik yıllarımızın Elazığ’dan İstanbul’a veya İstanbul’dan Elazığ’a yirmi saati bulan yorucu otobüs yolculuklarının geride bıraktığı travmayı hafifleten mola yerlerinden geçerken geçmiş çoğu zaman burnunu ara yerden çıkarır ve Orhan Pamuk’un bir romanında ölümsüzleştirdiği videolu, televizyonlu otobüslerin camından  bozkırı seyre dalmanın hüznü çöker yüreğine insanın. Ve çoğu zaman  farkında olmadan bir bakarsınız ki o mola yerlerinden birinde bulmuşsunuz kendinizi. Bir dolup bir boşalan lokantalar, anlaşılmaz anonslar, bir panayır yerini andıran kalabalıkların arasında geçen zamanın geride bıraktıklarını ve götürdüklerini arar durusunuz.

Yanınızda direksiyonu devredebileceğiniz birileri varsa keyifli bir yolculuktur ‘Anadolu bozkırlarından yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içip’  memlekete doğru  yol almak. Ankara’dan çıktıktan sonra her menzil bir nihai hedef olarak belirginleşir zihninizde. Çünkü bu menzillerin her biri kendince bir anlam taşımakta sırtında ve her biri varmak istediğiniz noktadan bir sıcaklık, bir ülfet getirmekte  yüreğinize. Aslında yolun ve yolculuğun kendisidir yüreğinize sıcaklık taşıyan. Tanıdık mekânın insana sağladığı ferahlıktır damla damla yudumladığınız. Ciğerlerinize dolan bozlağı, türküsü, uzun havasıdır memleketin. ‘Yalnız ve güzel Anadolu’nun’ taşına toprağına duyduğunuz muhabbetin yüreğinize yansıyan sarı sıcak etkisidir dalga dalga büyüyen.

Ulu bozkırın ortasında bir kara yılan gibi kıvrılan yol anılar defterinin sayfalarını çevirir bir bir. Yaz sıcağında bile insanı ürperten serinliği ile Mucur. Mevsim ne olursa olsun bir üşümedir tutar beni Mucur’dan geçerken. Sonrası Kayseri. Ayrı bir yeri var Kayseri’nin bende. Erciyes’in heybetli duruşunu geride bıraktıktan sonra gözüm tabelalarda Bünyan’ı arar durur.

Üç derslikli ve altı şubeli Hazarşah Ortaokulu’nun Türkçe öğretmeni, müdürü, memuru, müstahdemi kısaca o köy ortaokulunun olması gereken her şeyi olmanın nasıl bir şey olabileceğini bu gün anlamak zor olsa da o ilk görev yerimde pek de yadırgamamış, otuz saat ders yükünün yanında idare ve muhasebe işlerini de omuzlamış ‘zamanla yoluna girer her şey’ rahatlığıyla mesleğe ilk adımlarımı  atmıştım. Ve öyle de olmuş,  bir süre sonra bir iki branş öğretmeninin tam veya kısmi zamanlı desteği ve öğrencilerimizin ilaç gibi gelen sevgi ve ilgisiyle üç koca yıl su gibi akıp geçmişti.

Elazığ

O zamanlar  şehirler arası ana yola on dakikalık yürüme  mesafesinde olan bu şirin köy  şimdi güzergahın değişmesiyle uzak ve silik bir hatıra olarak varlığını hissettiriyor geçmişin anılar albümünde. Albümün sayfalarını araladıkça köyün gençleriyle uzun kış gecelerinde demli çaylar eşliğinde bir yandan Neşet Baba’dan Zahidem’i bir yandan Şivan’dan Xezal Xezal’i dinlerken ne çok yeni şey öğrendiğimi bozkırın bağrında ne ‘yabanlıklar’ taşıdığının hayretle ayırdına vardığımı çok sonra fark ettim. Çemen kokusunun keskinliğinde  somutlaşan  bu hatıraların  üzerime boca ettiği hüznü, sokakta yürürken kulağıma çalınan, kadınların birbirlerine söyledikleri  “nöriyon gıı” sorusunun anlamını epey bir süre sonra anlayabildiğimi hatırlayarak tatlı bir tebessüme çevirip muhabbetle yâd ediyor, yola devam ediyorum.

Hazarşah’ın kıyısından köşesinden geçerken bir selam sarkıtıp Uzunyayla’nın rakımlı yüksekliğinde yola devam etmek gerek şimdi. Yol uzun, Uzunyayla daha uzun. Ziyaret Tepesi’nin yüceliğini tazimle birlikte yol irtifa kaybetmeye başlar. Uzunyayla’nın en sevdiğim yanı bitiminin Gürün olmasıdır. Gürün’e vardığınızda yüksek bir platodan birden sıcak bir ovaya indiğinizi hissedersiniz. Ilık  bir nefha yalar yüzünüzü. Sesler çoğalır, kalabalıklaşır sanki etrafınız. Bozkırın ıssızlığı ve tenhalığı yiter yekten.

Gürün’e vardığımda yolu neredeyse bitirmişim gibi hissederim. Öylesine bir rahatlık, öylesine bir ferahlık yayılır her yanıma.  Neticede kendi ilimin bir komşu iline varmış sayarım kendimi. Bir adım sonrası Malatya ve en önemlisi Kömürhan Köprüsü’nün gözümde  ete kemiğe bürünen silueti. Kömürhan,  bir ülkeden iç ülkeye, bir  ilden iç ile devam eden göçebe yolculuğun yürek  sağaltan resmidir bende.  Çünkü türküde olduğu gibi benim gözümde de Harput’a bakar bir yüzü Kömürhan Köprüsü’nün. Görmesek de hissederiz  bütün haşmetiyle  ‘o oradadır’.

Malatya’dan Elazığ’a geçerken köprünün bir ayağında durup suyun yeşilliğinde kaybolmadan, Fırat’ın derinliğine dalıp gitmeden, insanı insana, mekanı mekana bağlayan bu köprünün kavram ve anlam dünyasına misafir olmadan geçip gitmek olası değil. Bu noktada soluklanmadan geçip gitmişliğim nadirdir. Durur, Fırat’ın hırçın ve asi ruhundan süzülmüş saf bir nefhayı ciğerlerime çeker öyle devam ederim yola.

Tabiatın hayatımıza tahakküm arzusuna attığımız güçlü bir çalımdır her köprü. Salt bu yönleri ile bile bir saygı duruşunu hak eder her köprü. Küçük- büyük, tarihî- modern, eski -yeni fark etmez. Her köprü insan soyunun bir zafer anıtıdır zamanı zamana, mekânı mekâna, insanı insana bağlayan. Bundandır inşa edilen her köprü ile yüreğimizin sevinçten kabarması. Bundandır yıkılan, tahrip olan her köprü görüntüsünün yüreğimizin bir parçasını alıp götürmesi.

Gülüşkür Köprüsü

Kömürhan gibi Gülüşkür’ün de ayrı bir yeri var bu güzergahta. Yine bir büyük nehrin, bir büyük suyun üzerine kuruludur bu köprü de. Murat Nehri çağıldar altından ve tam ortasındadır Elazığ ile Karakoçan’ın. Gülüşkür’ü geçince Karakoçan’a varmışım sayarım kendimi arada Kovancılar olsa da. Yorucu bir yolculuğu nihayete erdirmenin kendisidir Gülüşkür Köprüsü. Yol üzerinde olmanın avantajını iyi kullanan Kovancılar’ın her geçişimde değişen çehresini temaşa ederken bir yandan da ‘Elazığ’ın en büyük ilçesi Karakoçan mı Kovancılar mı sorusunun  bir türlü bulunamamış veya kabullenilememiş cevabı üzerinde yoğunlaşır zihnim. ‘İl olmaya Karakoçan mı Kovancılar mı daha yakın? Aman boş ver çok mu önemli il veya ilçe olması hasretle varılmak istenen bir memleket olduktan sonra’ demeye varmadan Yolçatı’dan Karakoçan yoluna sapmışsam gayrı uzun yolun da,  yorgunluğun da bir anlamı kalmamıştır. Giyilen hükmün cezası çekilmiş, kefareti ödenmiştir.  “West indies, kızıl elma, itaki,  maçin…”

Fadıl KARLIDAĞ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir