Priştine Üniversitesi’nde tertiplenen IBAC Uluslararası Balkan Konferansı’nda bir tebliğ sunmak için 9 Kasım 2017 günü Kosova’ya gitmiştik. İki günlük konaklama için de başkent değil Prizren tercihimiz oldu. 2009-2010 döneminde Uluslararası Güney Tugay Komutan Yardımcısı ve Türk Temsil Heyeti Başkanı olarak bu güzel tarihi şehrimizde bir yıl görev yapmıştım. Prizren’deki değerli dostlarımızla hasbihal fırsatı bulduk. Rumeli’deki tarihi mirasımızla ilgili bir kısmı halen göğsümüzü kabartan, ancak büyük kısmı yürek burkan meselelerimizi gözden geçirmeye çalıştık.
Sinan Paşa Sustu, Kâtip Sinan Susmadı
Bu son ziyarette Prizren’de en güzel saatlerimizin geçtiği bir özge mekân Recep Hulusi Efendi Kültür ve Eğitim Vakfı olarak da bilinen Melami Tekkesi olmuştur. Tekke 1858 yılında ismini andığımız pîr tarafından kurulmuş. Şeyh Recep Hulusi Efendi üçüncü devre Melamiliğin Prizren’de ilk tekkesini açmış. Tekke Hacı Ömer Lütfü Efendi, Hafız Fethi Ahmet Efendi gibi divan sahibi kültür ve irfan adamlarının hizmetlerinden sonra son dönemde Hacı Adnan Nurko’nun vekâletiyle devam edegelmiştir. Hacı Adnan Nurko Efendi cesaret ve kahramanlığı ile de bilinen bir soydaşımızdır. Son Kosova savaşında Prizren’de diğer tüm camiler ile Sinan Paşa’da susturulan ezan rahmetlinin müezzini olduğu Kâtip Sinan Camii’nde devam etmiştir. Kendisini ezan okumakta ısrar ederse öldüreceklerini söyleyen Sırplara “öyleyse durmayın” diyebilmiş soyumuzun kahraman evladıdır.
Raif Efendi Baba
Rahmetli Adnan Nurko Efendi 2014 yılında vefatı yaklaşınca tekkeyi Raif Vırmiça Efendi’ye vasiyet etmiştir. Zaten Melamilik’te şeyhlik ailevî bir mülk haline getirilip evlada veya damada geçmiyormuş. Evladiye değil erbabiye esasmış. Yani falanın soyundan olmaya değil liyakat ve ehliyete bakılıyormuş. Raif Efendi Baba şair, bestekâr, icracı, kültür tarihçisi ve yazardır. Yayınlanmış 30’a yakın eseri sahasında başvuru kaynağı olarak görülmektedir.
Kendisi ile ilk defa 2007 yılında Priştine’de NATO/KFOR Karargâhında Harekât Başkanı/Türk Kıdemli Subayı iken bir hafta sonu Prizren’e geldiğimde tanışmıştık. Aynı gün bana Suzi Çelebi Camii ve mahzun haziresini gezdirmişti. Dertli bir adama denk geldiğimi fark etmiştim. O günden beri dostluğumuz hiç kesilmedi. İki yıl sonra Prizren’e vazifeli geldiğimde de ne zaman kendisinden kültür ve sanatla ilgili bir şey talebinde bulunsak bize hiçbir şey beklemeden emeğini sunmakta tereddüt etmez bir gönül ehli olduğunu görecektim.
Özellikle 2009-2010 döneminde Türk Temsil Heyeti Başkanlığı’nın Kosova’da düzenlediği kültür faaliyetleri ve yayınlarda perdenin gerisindeki isimsiz kahramandır. Desteği ile Aluş Nuş ve İrfan Şekerci gibi Prizrenli soydaş sanatçılarımızın eserlerinin CD haline getirilmesi ve dağıtılması sağlanmıştır. Burada söylemem gerekir; adlarını andığım her iki değerli bestekârımız eserleri CD haline getirilirken kurum olarak bizden herhangi maddi bir karşılık almamışlardır.

Raif Vırmiç Efendi
Prizren Sultan Murat Kışlası’nda Kültür Sanat Saatleri
Prizren’de Sultan Murat Kışlası’nda pazartesi akşamları tertiplediğimiz kültür saatlerinin beyni de yine Raif Vırmiça idi. Kışladaki rütbeli askerlerimizle Kosovalı kültür sanat adamlarını buluşturduğumuz oturumlarda davet ettiğimiz sanatçıların hepsinin video tanıtımlarını yoğun emek vererek önceden hazırlayan da 2014’den beri tekkenin hadimi olmuş bulunan Raif Efendi Baba’dan başkası değildi. Bahsettiğimiz kültür faaliyetlerini kayıtlara geçmesi için Genelkurmay Başkanlığına günlük, haftalık ve aylık raporlarla bildiriyorduk. Umarım, bizi kültür sanat ne ilgilendirir denilerek, bu faaliyet raporları orada imha edilmiş olmasın…
Cennette Bir Kaç Saat
Priştine Üniversitesindeki “1876 Bulgar İsyanı’nda Osmanlı Diplomasisi” konulu tebliğimi akşam üzeri verdikten sonra dönemin Kosova Türk Temsil Heyeti Başkanı ve halen Barış Pınarı Harekât Bölgesinde görevli tugay komutanlarından Kurmay Albay Mustafa İhsan Tavazar kardeşimiz beni Prizren’e vaktinde ulaştırdı. Saat 19.00 olarak tespit ettiğimiz Melami Tekkesi’ndeki sohbete yetiştik.
Tekke, kurucu piri Recep Hulusi Efendi’nin tesis ettiği yerde ama arsa ve binalarına 1918’de daha sonra Yugoslavya adını alacak Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı’nın kurulması ile el konulmuş. Şimdi Bistriça denilen Prizren’in ortasından akan Aksu’nun hemen kenarındaki Seydibey Camii ile halen tekkenin bulunduğu mütevazı iki odalı bina arasındaki geniş kesim vaktinde dergâhınmış… Söylemek acı ama tekkeye gidebilmek için gürültülü meyhane ve kafelerin arasından geçmek zorundasınız. Biz de öyle yaptık. Otelimizden yaya 5 dakikalık yürüyüş mesafesindeki dergâha vardık.
Yanımda eşim de olduğu için Raif Efendi Baba tekkeye o gün için ihvanın hanımlarını da davet etme nezaketini göstermiş. Orada açıkladı. Bundan sonra hanımefendiler üç ayda bir tekkedeki sazlı sözlü sohbetlere çağrılacakmış… Efendi Baba hazirunu bizimle tanıştırdı. Şahsımızla ilgili takdirkâr ifadelerde bulundu. Sözü bana verdi. Tabii çaylar gelmeye başlamıştı bile…
Suzi Çelebi
Sohbet konumuz daha önceden “Osmanlı’nın son devrinde Rumeli’miz” olarak tespit edilmişti. Kısa bir girişten sonra ben birkaç örnek vaka üzerinden konuşmaya başladım. Bunlardan birisi Suzi Çelebi’nin metruk kabrinin tanzimi meselesiydi. 16. yüzyılın eğitimci, asker, şair, tarihçi ve kadısı efendi 5 asır önce “Türk azdır diye bulma bahane/Odun bir şulesi besdir cihâne” [Türklerin sayıca azlığı kimseye yanlış hesap yaptırmasın. Ateşin bir kıvılcımı dünyayı yakmaya yeterlidir] diyebilmiş bir Suzi Nakşibendi’dir. Kabri, cami-i şerifinin haziresindedir. Ziyarete kapalıdır. Bu yüksek şahsiyetimizin biz Türkler için utanç vesilesi olan harabe kabrini onarmak için Büyükelçiliğimiz
Din İşleri Koordinatörü Tevfik Yücesoy Hoca marifetiyle Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı dâhil Ankara’ya yaptığımız resmi girişimler ve diğer çabalarımızın sonuçsuz kaldığını ihvana anlattım. Ama ümitsiz olmamak gerektiğini, hilesiz, hurdasız düzgün insanların işe el atmasıyla işin sonuçlanacağını söyledim. Haddimi zorlayarak Suzi Çelebi’nin aziz ruhunun belki biraz seçici olabileceğini kabrinin onarımı için dahi sağlam insanları beklediğini ilave ettim. Merhum Suzi Çelebi’mizin aziz ruhunu muazzep eden bir nobranlığı daha sonra duyunca üzülecektim. Rahmetlinin zengin vakıflarından ayakta kalabilen son mekân olan cami-i şerifinde bir cuma hutbesinde İrfan Salihu adlı vicdan ve gayret sahibi bir imamın “Eğer Türkler olmasaydı biz bugün Sırp olacaktık. Osmanlı gelmeden biz Arnavutlar çok sert bir asimilasyon baskısı altındaydık, Türkler geldi, bizi kurtardı” dediği için görevden uzaklaştırıldığı bilinmektedir. Çanakkale gazisi kahraman bir dedenin torunu olan imam efendinin maruz kaldığı bu haksız muamelenin Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgedeki ilgili memurlarının ilgi sahasına girmiş olmasını temenni ediyoruz.

Suzi Çelebi Cami
Boğazlanan Bir Mareşal: Mehmed Ali Paşa
Sohbetimde değindiğim bir diğer konu 1878 yılında görevi başında Yakova’da Prizren Melami Tekkesinde “Derd ü Gam Bize Aşina Düştü”… Arnavut asiler tarafından kafası kesilerek şehit edilen Müşir Mehmed Ali Paşa idi. Maalesef rahmetli paşa Arnavut algısında “murtat paşa”, “sünnetsiz gâvur”, “Arnavut halkının düşmanı” gibi tamamı dayanaksız ithamlarla anılıyor. Tabiî Arnavutlara haksızlık yapmayalım. Devletimizin aylıkla yollukla bölgeye gönderdiği bazı görevlilerin daha işe başlarken “Ben Balkanları bilmem” diye söze başlayıp kulaktan dolma olarak işittiği yukarıdaki iftiraları “tarihimizle yüzleşiyoruz” sloganı ile etrafa aktardıklarına da işaret edelim. Zaten tanınmış muhafazakâr tarihçimiz Merhum Danişmend’den günümüze ülkemizde de şehit paşa için yaygın biçimde “Alman muhtedisi, itibarsız, dönme, Yahudi” gibi pejoratif sıfatlar mebzulen kullanılıyor.
Nazım Hikmet’e kızgınlık besleyenlerin bir kısmı nefretlerini şairin büyük dedesi olan kahraman mareşale edepsizlik ederek göstermekte bir sakınca görmüyorlar. Oysa Alman Şansölyesi Prens Bismark, Berlin Kongresi’nde (1878) Mehmed Ali Paşa’nın Türk olduktan [Müslüman olması anlamında] sonra Türkiye’de kariyer yapması ve sonunda Türklerin ve Müslümanların haklarını kendilerine karşı savunma için kongreye delege olarak gönderilmesinin Alman imparatoruna hakaret olduğu kanaatindeydi.(1) (6 Eylül 1878, The Times)
Prizren’de görevli iken 2009’da yine Raif Virmiça Bey’le Yakova’da mareşalin kabrini ziyaret etmiştik. Ziyaret sonrası kabrin onarılması, tanzim edilmesi ve Türkçe ve Arnavutça uygun kitabe konulması için Büyükelçilik ve Genelkurmay Başkanlığı’na resmi yazılar yazdım. 2010 Eylül’ünde Kosova’daki resmi görevim biterken Görev sonuç raporumda da aziz mareşalin mezarının onarılması teklifimi tekrarladım.
Kosova’daki diplomatik misyon şefimiz talebim üzerine girişimde bulunduysa da bu konu ile ilgili Ankara’nın herhangi bir desteği olmadığından Arnavutlar işi sonuçlandırmadılar. Benim Genelkurmay’a yazdığım raporun yüksek makam sahiplerince okunmadığını sanıyorum. Bu yüzden bu raporumun tasnif dışı ilgili yerlerini önemine binaen kitaplarımdan birisinde yayınlamak zorunda kaldım.(2)
Tekke’de ihvana ayrıca Birinci Dünya Harbi’nde Prizren’e askerlik şubesi göndererek askere aldığımız mükelleflerin hikâyesi ile Prizren Müftülüğü’nde metruk evrak olarak bulunan Türkçe belgelerin tasnifi için yaptığımız teklifin Kosova diyanet teşkilatının başındaki şahıs tarafından kör bir Türk karşıtlığı ile reddedildiğini anlattım. Adı geçen şahıs zaten 2010 yılında Gilan’da 19. yüzyıldan kalma Zekirler Camii buldozerlerle yıkılırken kendisine müdahale etmesi ricasında bulunulduğunda orasının bir kümes mesabesinde olduğunu söyleyebilmiş birisidir.
Benim sohbetimin bitimi ile söz ve saz faslı başladı. Raif Efendi Baba, karadüzen ya da gâvur sandığı da denilen bir sazla Genç Abdal’ın “Gaflet uykusunda yatar uyanmaz” rast ilahisini icra etti. İhvan bu ilahiye de okunacak diğer nefeslere de türkülere de koro halinde iştirak ediyordu… Serhad türkülerinden Alevî türkülerine hiçbir ayrımcılık olmadan herkes iştirak ediyordu. Dahası sanatçılara yapılan istekler de karşılanıyordu. Tanık olduklarımızdan şahsen derin bir haz duyduğumuzu ifade etmeliyiz. Tabiî bestekâr İrfan Şekerci dostumuzun çalıp söylediği “Aman Sultan Reşad, gel bizi kurtar” ve diğer türküleri de zikretmem icap eder.
İhvanın imece usulü evinde hazırlayıp getirdiği lokmayı da zevkle yedik. İkramların hepsi lezizdi. Ama Prizren’e özgü fulya böreğini ismen anmazsam ayıp olur. Her şey için iki yıl sonra da şükranlarımızı sunarız. Ertesi gün de Raif Efendi Baba ile kültür problemlerimiz üzerine baş başa uzun bir sohbet yaptık. Rumeli’de varlığımıza eriten ve neredeyse tüketen boş hamasete dayalı söylemlerin yerini meseleyi ciddiyetle ele alan bir yaklaşıma bırakmasını yine beklemeye devam ediyoruz.
Hasip SAYGILI
Dipnotlar
1- “Murder of Mehemet Ali”, The Times, 9 September 1878, s. 5.
2- Hasip Saygılı, Osmanlı’nın Son 40 Yılında Rumeli Türkleri ve Müslümanları 1878-1918, 2. Baskı, İlgi Kültür ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2019, s. 250-256
Kaynak: Prizren Melami Tekkesinde “Derd ü gam bize aşina düştü”, Üsküdar Kültür Sanat ve Medeniyet Dergisi, 9, Aralık 2019, s. 63-68
Son Yorumlar