Ağaçların bir insanın hayatıyla böylesine birebir ilgilendirilerek anıtlaştırıldığı bir başka coğrafyaya rastlamadım; ne Söğüt’ün ceviz ağaçları ne Bursa’nın çınarları… Meşe, ıhlamur, akağaç, kayın, gürgen, çam… Üç eski Rus mâlikânesi Michaylovskoye, Trigorskoye ve Petrovskoye çevresinde Puşkin adıyla bağlı olmayan herhangi bir ulu ağaç görmek imkânsız. “-Eugen Onegin’inin birinci bölümünü şu meşenin altında tamamladı; Dekabrisler şiirini şu ıhlamurun altında yazdı, Boris Godunov’u şu çamın altında…”
İl merkezi Pskov’a yüz kilometre uzaklıkta yer alan bu bölgeye ulaştığımızda, ufku her yöne açık olan bu arazinin, Puşkin’in taşkın Rus ruhuyla ne denli bağdaştığını düşündüm. Ilk kez liseyi bitirdiği 1817 yılında gelip kısa bir süre kaldığı bu mülk, “Petro’nun Zencisi” büyük dede Ibrahim Hannibal’a çariçe Elizabet Petro tarafından bağışlanmış. Ibrahim, Mihaylovskoye’nin doğusuna, iki küçük gölü birbirine bağlayan Sorote deresi kenarına ufak bir konak yaptırmış. Ruslar, bugün göçük bir halde bulunan bu konağı şâirin 200. doğum yılı nedeniyle onarmaya başlamışlar. Mihaylovskoje’nin sol gerisinde küçük bir tepe var. Eski bir mezarlık. Tepeciğin göle bakan yamacında dev bir ıhlamur ağacı. Altında bir sıra. Sırada bir levha: „Puşkin, Ruslan ve Ludmila manzum romanını 1817 ilkbaharında bu ağacın altında tamamlamıştır.“
Sanki bu bölgede Puşkin’le birlikte yaşamış, onu adım adım izlemiş bir yoldaşı gibi konuşan rehberimiz Puşkin Dağları Müzesi Direktörü, bunları söyledikten sonra ilave ediyor: „ -Arkadaşı Turganyev, „orası, onun tasarladığı eserleri için renk ve ilham kaynağıydı, der.“ Sonra, Puşkin’in Mihaylovskoje üzerine yazdığı, kötü tercüme yüzünden pek tadını alamadığım bir şiirini okuyor.
Küçük bir koruluğun içinden konağa doğru yürüyoruz. Puşkin bu yolu kimbilir kaç kez adımlamıştır; ama o an, oraya sürgün sıfatıyla ilk gelişi düşüyor gözlerimin önüne. Koyu bir ortadoks, aşırı bir çarist olan baba Sergey, herhalde şu varendaya dikilmiş, kendisine doğru yaklaşan bu âsi oğulu çatık kaşlarıyla izlemektedir. Zavallı ana, bir yandan oğlunu yeniden görmenin sevincini yaşarken, öte yandan az sonra kopacağını bildiği kıyametin korkusuyla kapı aralığında dikilmektedir. Onu açık bir kucak ve sıcak bir yürekle bekleyen tek insan dadısı Arina olmalıdır; merdivenlerden inmiş, yerleri süpüren eteklerini savura savura ona doğru koşmaktadır. Sonradan baba evini terketme cesareti gösterdiğine göre, kızkardeşi Olga da aynısını yapmış olmalıdır. Şu eşiğe adımını atarken, her ne olacaksa, bir an evvel olup bitmesini arzulayan Puşkin, belki de babasının yüzüne bakmadan onu selâmlamıştır: „-Dobryj dan oteç!“ Baba, herhalde avula doluşan hizmetkârlarının gözü önünde kendini zor tutmuş, ama mutlaka ilkin içini çekip sonra burnundan soluyarak „çarlık düşmanı dinsizin“ şömineli odaya geçmesini beklemiştir.
Lâkin bizim içeri girmemize izin vermiyorlar. Göçebilirmiş. Oysa, ikazlara aldırmadan St.Petersburg’tan kalkıp bir kış akşamı elinde üç Veuve Cliçuot şişesiyle arkadaşını ziyarete gelen vefalı dostu Puşin’le şaraplarını içtikleri, yeni şiirlerini birbirlerine nefes nefese okudukları odayı görmek isterdim. Puşkin’in birçok eserinde gizli kapaklı işler için sık kullanılan bir motif olduğuna göre, bu konağın bir yerlerinde, belki dereboğazına bakan arka kısmında küçük bir servis merdiveni de olmalı. Hani Puşin’in, gece yarısı sessizce çıkıp geldiğini, kendisini görünce utançtan kızardığını, ellerini yüzüne kapatıp gerisingeri kaçtığını yazdığı o yuvarlak yüzlü, kızıl saçlı yeni yetmenin, eğer o bir başkası değilse, birkaç ay sonra Puşkin’den gebe kalınca parayla susturulan babasının Mihaylovskoye’den alıp götürdüğü kızın kullandığı merdiven. Peki, kışın bir ağaç altında oturamayacağına göre Çingeneler’i hangi odada yazdı acaba? Onun, burada rahat edemediği ya da canı sıkıldığı zamanlar soluğu Trigorskoje’deki komşu mâlikânenin dul sahibesi Ossipov-Vulfs ya onun yeni yetme kızlarının yanında aldığını, bütün kızlara aynı anda „mavi bocuk“ dağıttığını, hatta uzaklardan çıkıp gelen güzel misafirler için bile „yedek boncukları olduğunu“ yazan Puşkinciler, 1824 mayısından 1828 eylülüne kadar sürgün günlerini geçirdiği bu diyârda pekçok eser verdiğini de belirtirlermiş. Puşkin’le aynı yıllarda birlikte yaşadığına artık iyiden iyiye inanmakta olduğum rehberimizin, Mihaylovskoye ürünü olarak saydığı eserlerinden bazılarını notlarımda şöyle sıralamışım: Oygen Onegin, Kont Nulin, Büyük Petro’nun Zencisi, Boris Godunov, Denizde, 19 Aralık, Kış Akşamı, Andrè Chènier, Tılsımım, Bir Itiraf, Stefan Rasin Üzerine Şarkılar, v.s, v.s… „Puşkin’de Byron Romantizminin Yansımaları“ konulu tebliğimde, (eğer nasip olur da okuyucu önüne çıkarsa) bu eserlerinden bazılarına da değinildiği için tekrara düşmemek düşüncesiyle eserlerini burada bırakıp şu meşhur Trigorskoye’ye geçmek istiyorum.
Trigorskoye, Mihaykovskoye ve Petrovkoye’yle birlikte Sovyet Halk Komiserliği’nin 17 Mart 1922 tarihindeki oturumunda „Puşkin Devlet Anıtlığı / Puşkin Dağları Müzesi olarak kabul edilen bir tek bina, göl ve koruluktan ibaret bir yer.
Göz alabildiğine uzanan tarlaların sonunda, topraktan biter gibi yükselen Bayan Ossipov-Vulfs’un tek katlı konağı, onarılmış, Puşkin Müzesi haline getirilmiş. Önde, göle doğru uzun bir teras, terası gören misafir kabul salonu, solda içiçe iki odadan meydana gelen misafir dairesi, onun ardında diğer yatak odaları..
Trigorskoye, mülk olarak Puşkin ailesine ait değil, ancak o, günlerini Mihaylovskoye’deki baba evinden çok burada, bu komşu konakta geçirir. Arkadaşı kont Viasemski’ye yazdığı bir mektupta, „tek teselli kaynağım, kendisini sık sık ziyaret ettiğim iyi yürekli, yaşlı komşum“ der ve ilave eder: „- Kızlarıysa çekilmez şeyler!“ Bu çekilmez şeylerden önce Oyfrasi, sonra Netty (Ecce femina), Aline, Sissi, Anna, Annette, hatta dul Madame’ın kendisi, daha sonra konağına misafir gelen evli yeğeni Anna Kern ve isimleri kaynaklara geçmeyen hizmetçi kızlar Puşkin’in uzayıp giden listesinde sırayla „yerlerini alanlardan“ bazıları.
„-Bu, Puşkin’in çalışma masasıydı.“ Düz, sade bir masa. Sandalyesinin yeşil olan derisi rengini çoktan kaybetmiş. Hemen sağ yanında kenarları oymalı, küçük bir sehba. Üzerinde uzun saplı iki pipo. Duvara dayanmış üç sıralı bir raf. Raflarda Puşkin’in o günlerde okuduğu birkaç Fransızca kitap. Müze görevlileri, önüne gerilmiş ipin üzerinden atlayıp Puşkin’in çalışma masasına dayanarak fotoğraf çektirmeme ses çıkarmıyorlar. „-Burası Puşkin’e ayrılan yatak odası!“ Yatak odasının dış avluya bakan penceresi pek yüksek değil. Gene de o yolu kullanmış olan kat kat uzun etekli ziyaretçilerin, meselâ odanın duvarında bizzat Puşkin tarafından çizilmiş portresinde epeyce tombu görünüşlü Annette’nin içeriden bir elin yardımı olmaksızın tırmanabilmesi pek mümkün değil. Puşkin ise o günlerde kendisine kadınlar üzerine ders vermeye pek hevesli görünen dul bayan Ossipov-Vulfs’un tek erkek çocuğu Aleks’le tatlı bir rekabettedir.
Öte yandan Puşkin zaman zaman Petrovskoye’ye de uğrar. Burası büyük dedesi Ibrahim Hannibal’a bizzat Deli Petro tarafından halkı ve arazisi ile birlikte bağışlanmış bir köydür. Puşkin, köylülerin ait oldukları efendileri tarafından nasıl ezilip sömürüldüklerinin en çarpıcı örneklerini burada görmüş ve gözlemlerini „Dubrovski“ adlı eserinde anlatır. Belki bu yüzdendir, Petrovskoye’yi pek de şâirane bulamadım; dere yatağın dolduran kavak ağaçları, sırtları olduğu gibi bürüyen meşeliği, uzayıp giden tarlaları, basık evleri Puşkin’in kalemine aynen yansımış. Gerçi, köy boşalıp birkaç haneye düştüğü için o balgam tüküren hastalıklı köylülere rastlayamadım ama elindeki uzun, kalın sopasıyla birkaç ineği çeşmeye doğru götüren kırmızı Rus gömlekli, uzun çizmeli kavruk delikanlıyı hatırlamakta zorlanmadım.
Rehberlerimiz, büyük dede Ibrahim Hannibal’a bağışlanan kilometrekarelerce büyüklükteki mülkün içinde bir saata yakın bir yolculuktan sonra bizi bir manastırın önünde otobüsten indiriyorlar. Doğu kapısından geçince, hemen sağ tarafta yükselen tepeciğe dik bir merdivenden tırmanıyoruz. „-Işte Puşkin’in mezarı!“
Epey sonra, Pskov’a doğru dönüşe geçtiğimizde, Rusya’ya yaptığım her gezide sık sık duyduğum, ama bir türlü kavrayamadığım „Rus ruhu“ sözü, bütün hacmi ve ihtişamı ile beynimi doldurmuş, yüreğimi (kıskançlık duygularıyla) kavurmaya devam ediyordu. Evet, hiç şüphem yok ki Puşkin, bazen hafifmeşrep, bazen savruktur; öfkeli ve saldırgandır; ayran gönüllü ve hovardadır; ama o, gerçekten Rus’tur! Rus edebiyatının öncü büyüklerinden biridir… Ruslar, bu oğullarına şükranlarını ifade etmekten, sevgilerini taşkınca belirtmekten, siyasi düzenleri ne olursa olsun asla geri kalmamışlar, kalmıyorlar.
Bir şâire adanmış 200 kilometrekareye varan bir alan ve o alanın ortasında, o şâire sunulmuş bir anıt mezar; hem de koskocaman bir katedralle birlikte… Bu sevgiyi, bu vefâ duygusunu, bu ruh güzelliğini tarif etmeye, Puşkin’in kalemi bile yetersiz kalırdı!
Bunun içindir ki, kuzeyden güneye dünyamızın neredeyse bir çeyreğini kaplayan koskoca bir coğrafya üzerindeki bu halk, her zaman ve dâima Rus kalmayı başarmaktadır.
Hasan KAYIHAN
Son Yorumlar