Bilgiyle Yeşeren Gönüller

Modern zamanlarda insanlar bir an olsun durup kendi iç dünyalarına yönelemiyor, çünkü elde edilmesi gereken çok haz var, yapılması gereken o kadar çok iş var ki çok olduğu için yapılmaz ve öğrenme için gerekli zaman eğlenmeye aktarılır uzun vade de toplumsal sorunlar artar ama yine de hayat çok güzel deriz. Bir öğretmen olarak şunu tespit ettim. 1990’lı yılların başında özel tv’ler çıkınca toplumda başıboşluk başladı. Faydasız yayınlar yetersiz nesil doğurdu. Okuma açlığı olmayan bireyler çoğaldı. Aileler bilgisiz kalınca çocuklarda yetersiz büyüdü. Ülkede var olan siyasi istikrarsızlıklar ve bunun sosyal, ekonomik etkileri, insanlarımızdaki sevgiyi, güveni kardeşlik duygularını bitirdi…

Şimdiyse varoşlarda çete çocukları, kapkaççı vs. var. Zengin çocuklarıysa içi boş, dışı cafcaflı lümpenlik kokan, marka takıntılı, ruh hali sorunlu nesiller var. Toplumumuzda öğretmenlere her zamankinden çok iş düştüğü söyleniyorsa, başta aile kurumu olmak üzere yeni nesillerin yetişmesinde etken olan diğer unsurların sorumluluklarını hatırlama adına özeleştiri yapmalarının zamanı geçmekte. Peki bu süreçte büyüklerin rolü ne ölçüde? Ve bu gidişin iyi yol olmadığını nasıl kavrayacağız? Ne zaman kolektif bilinçle, akıllıca hareket edip sağduyulu, uzun vadeli, istikrarlı biçimde, toplum gerçeklerine uygun çözüm odaklı düşünüp yaraları sarmak için harekete geçeceğiz?

Bağlı olduğumuz coğrafyadaki son askeri ve de siyasi hareketlilikler göz önüne alındığı zaman içinde bulunduğumuz durumun vahameti önem kazanmakta. Ve eğitim sistemimiz, gençliğimiz, eğitimcilerimiz belki her zamankinden daha çok hayati önem kazanmaya başladı. Okullarımız yeterli donanımlara sahip olsa da aynı oranda verimli öğrenciler yetiştiremiyoruz. Batıya kıyasla çok gerideyiz. Okullarımızda eğitim için gelmeyen, amacı huzur bozmak olan öğrenciler çoğaldı. Karnı tok, ruhu sevgiye, ilgiye muhtaç çocuklar. Unutulmamalı ki terörü de, işsizliği de toplumsal sorunları da tetikleyen ana unsur cehalettir. Bunun çözümü de sadece okullardaki eğitimin kalitesinin yükseltilmesi değil, toplumun tüm kesimlerin kolektif düşünme anlayışıyla kültürel gelişime ve de değişime destek olmalarıdır.

Eğitim sadece okulda olmaz ve eğitimden sadece öğretmen sorumlu değildir. Bireysel sorumluluklarımızı başka insanlara yüklediğimiz sürece toplumsal acılarımızın ardı arkası gelmez. Bugün bize uğramayan acının yarın bize uğramayacağı ne malum.? Sonuçta geminin bir noktasında varsa bir delik zamanla tüm gemi su alır ve gemi alabora olur. Bu gemide hepimiz varız. Egoist olup sorunlara duyarsız kalmak vatanseverlik değildir. Bir zamanlar bilimi doğu kültürü yapıyordu son 300 yıldır ecnebiler (!) yapıyor. Biz ise her yıl fethi kutluyoruz mehterle, batılı bilimle çağ atlıyor bizim tarihimizi kültürümüzü bizden daha iyi algılayabiliyor.

Olaylara eleştirel, mantıklı, objektif bakmak bir bakıma işin aslını öğrenip sağlıklı yorumlar yapmanın koşuludur. Ülkemiz ne yazık ki genel olarak rasyonel düşünmekten uzak, onun yerine edilgen, koşullu, ön yargılı, egosal kısır düşüncelerin etkisinde hayata mana vermeye çalışıyoruz. Ve o kadar çok tabular geliştiriyor ki insanımız eleştirilmeyen her düşünce potansiyel büyük sorunların oluşumuna neden olmaktadır. Anlatmak için mi öğrenmek, kendini anlamak için mi bu öğrenmek? Sahi hayat, çevremizdeki her şey bizim kendimizi keşfetmemize olanak sağlayan etkenler iken, insan eşyayı kendisi için anlamlandıramadan, ruhuna katkı yapmadan yol alınca, ulaşılan yollar çıkmaz sokaktan öteye gitmiyor.

Modern zamanda çok şey biliyoruz eskiye oranla ama az şey yaşıyoruz, bilgiye o kadar çok odaklanıyoruz ki sanki çok bilmek amaç haline geliyor. Bilgi araç değil de amaç olunca bilgiyi yaşamak geri planda kalıyor bu da insanları mutsuz ediyor. Ve artık ne hissettiğimiz yerine ne kadar bildiğimiz daha fazla değer kazanıyor. Bilmek yaşamak için değil, bilmek bir bakıma toplumsal onay için, statü için ezberlenince özü anlaşılmadan ve hayata yansımadan istenir hale geldi. Artık bilgilerimiz bile bizlerin mutsuzluğuna çare olamıyor. Amacı yanlış olan eylemlerim sonuçları pozitif olmuyor. Yaşam standartlarımız genişlediği ölçüde aynı oranda potansiyellerimizi kullanmayınca sorun yaşıyoruz. Bir nevi mutlu olma kriterlerimizi başka insanların yaşam standardına bağlıyoruz, bu süreçte bilgilerimiz kendi içsel süreçlerimizi anlamamıza yeterli olmayınca bu rekabet çağında, haz odaklı yaşama sürecinde farkında olmadığımız yanlış bilgilerin etkisinden dolayı mutsuz hayat sürüyoruz.

Çoğu insan başkalarını fikren değiştirmek için kitap okuyor, kendisini değiştirmek için okumuyor. Bu da başkalarını anlamaya dayalı, empati temelli sosyal ilişkileri azaltıp onun yerine kutuplaşmalara yol açacak, hoş görüden uzak sıkıntılı süreçlere yol açmaktadır. Benlik algımız o kadar zedelenmiş ki bizleri hayata bağlayan değerlerin niteliği hakkında yeterli bilgiye, güvene, tutarlı fikri altyapıya sahip değiliz. Attila İlhan’ın deyimiyle ”İnsanımız öyle hala geldi ki neyi istemediğini bilen ama neyi istediğini bilmeyen..” kimliğe büründü. İçsel anlamda bütünlüğü zedelenmiş insanımızın tabiatıyla kendi tarihiyle, değerleriyle, kendisini var eden yapıyla rasyonel biçimde ilgili olması zordur. Kendi değerlerinden koparılıp kimlik bunalımına sevk edilen, türlü güvensizliklerin içine atılıp korkuyla sindirilmiş insanların objektif, rasyonel bilim yapması, akademik çalışmalarının evrensel düzeyde etki yapması zordur. Ki ülkemizde bilimsel makale yayını açısından dünya ölçeğinde çok gerilerdeyiz.

Eğitim-öğretim faaliyetlerini sadece meslek edinmek, para kazanmak için gören anlayış ülkeyi geriletmeye devam eder. Üniversiteyi sadece ekonomik gelir kapısını aralamak için bir zorunluluk olarak okuyan, algılayan gençlik parayı öncelikli düşündüğü için kendi kişisel, kültürel gelişimine odaklanmayacaktır. Eğitim alınarak eğitimli olunmaz. Alınan eğitim hayata geçirilirse, kişinin hayatında olumlu değişimler sağlarsa eğitimli olunmuştur. Eğitimin temel amacı meslek edindirmek değil nitelikli insan yetiştirmek olmalı, verilen bilgiler bireylerin kendisini gerçekleştirme süreçlerine etki yapacak nitelikte olmalı ki bilimin, çağdaşlaşmanın, medenileşmenin önü açılsın. Çağdaş olmak kriterlerine bilgiyi düşünmeyi sevme, erdemli olmayı tercih etme yapıları etkin biçimde konulmadığı zaman ortaya çıkan toplumsal, kültürel, bilimsel, sanatsal yapının yozlaşma sürecinde kalması kaçınılmaz olur. Tarihimizi kültürümüzü, Mevlana’mızı, Yunus’umuzu bugün batılılar bizden daha iyi biliyorsa ve biz kendimizi tanımdan batıyı tanıma adına onların kendi kültürel değerlerini almaya çalışıyorsak yaşadığımız türlü sorunların temelini bir nebze de olsa bu süreçte anlamamız lazım. Yabancı yazar okuma sevdası acaba farklı olma, değerli görünme çabası içinde olmayı temellendirirse kendi bağrımızdan çıkmış bilim, düşünce insanlarını yeterli düzeyde anlamama acaba nasıl bir benlik yozlaşması oluşumuna katkı yapacaktır?

Bu noktada Japonya’nın gelişim sürecinde kendi öz benlikleriyle evrensel değerleri dengeli yaşama başarılarının Türkiye için güzel örnek teşkil edeceğini düşünüyorum. Ailelerin öncelikli amacı çocuğuna mesleki kaygı aşılamak değil çocuğunun sağlam karakter kazanmasına olanak sağlamak olmalıdır. Sağlam olgunluğa, iradeye, özgüvene sahip olmayan akademik eğitim almış insanlarımızın özel ve de mesleki konularda alanda başarısız olmaları bu yüzdendir. Kendini, yaşadığı toplumu, dünyayı vs. tanımak için insanlarımızın çok az bir bölümü okuma alışkanlığına sahiptir. Para kazanmak için bilgi ezberlemek cehaleti devam ettirir. Akademik düzeyde kariyer yapmış olmak bile okunan bilgilerin kişiliği olumlu yönde değiştireceği anlamına gelmez. Zira statü için, kariyer yapmak için bilgi ezberleme, bilgiyi amaç haline getirir ki kişinin kendisine olan yabancılığı devam eder. Edinilen bilgi, insanı kendi özüyle, doğasıyla tanıştıracak nitelikte kullanılmadığı sürece hiç kimseye gerçek manada fayda sağlamaz.

Halil KIRIK

1 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir