Toplumda açlık, sefalet, yoksulluk, acılar içinde yaşamak zorunda kalan insanlar olduğu sürece, diğer insanların sahip olduğu görkemli zenginliklerin, ihtişamın, parıltılı lüks yaşamların aslında hiçbir önemi yoktur!!!
“Yaratılanı sevmek yaratandan ötürü”
“Gönül gözüyle bakan özü, can gözüyle gören bedeni görür…”
İki anlamdaş, mükemmel felsefe bu. Nefsten, egodan sıyrılıp gerçeğe açılan pencere.
Bir sarhoş görürsün sokakta belki iğrenirsin, ama bilmezsin belki eşinden ayrıldı, belki çocuğunu yitirdi, yanında kimse olmadı, çareyi alkolde aradı.
Derin düşünmek anlamaya çalışmaktır.Alkol aslında o kişi için o anda tek sığınaktı, asıl isteği avunmak, anlaşılmak ve belki yaslanacak bir omuz…
Çöpte ekmek toplar tinerci çocuk, bakarsın sende tiksinti olur belki ona karşı, ama bilmezsin yediğin 5 çeşit yemeğin arta kalanını bulmak için çöplük çöplük gezdiğini yalınayak, kışın soğuduğunda.
Sen tinere, çöpün iğrenç kokusuna odaklanırken o kişinin yaşadığı sancıyı sadece Yaratan bilir…
Elbet yaratan eziyet etmez, kulu sınar, zenginlik verir kula, acaba kul azacak mı yoksa kul olmaya devam mı edecek? Rahman kula fakirlik verir, acaba kul isyan mı edecek yoksa teslimiyet içinde olup kulluktan geri adım atmayacak mı diye?
Her şeyin anlamı var, anlamak istersen samimice. Hor görme kimseyi, kim bilir ne derdi var, ruhunda acılar yaratan…
Hele hele kul hakkı alma, mazlumun ahını alma, hesabı çok çetin.
Evrende kötü, çirkin bir şey yok, kötüyü de çirkini de var eden nefsindir ki o senin en büyük düşmanındır.
Milliyetçilikten, dinden, vatanseverlikten, sosyalizmden, ateizmden, sosyal adaletten dem vurur çoğu insan, ama sorsan komşun aç mı tok mu, onlardan haberin var mı, en son ne zaman bir garibanı doyurdun, az da olsa düzenli olarak maaşından yardım ediyor musun ihtiyaç sahiplerine, bir yetimle ilgilendin mi, yaşlıların nasihatlerini istedin mi, hiç olmazsa dünyanın neresinde olursa olsun zulme uğrayanlar için dua edebiliyor musun, onlar için içten gözyaşı dökebiliyor musun? diye sorsan kaçı cevap verebilir?
Ama işte söylemler, tek yanlı insani çağrılar tutarsız; aslolan ise bir çok şeyi kendi egomuz için kurban vermek…
İnsan yemekle, uykuyla, cinsellikle değil bilgi, sevgi ve paylaşmayla büyür, kendisi olur.
İnsan ruhu ne kadar çok aydınlıksa o kadar çok acı çekenlerin halinden anlar ve yanlarında olmaya çalışır. Ve huzur ancak kişinin başkalarıyla olan vicdani irtibatının doğal sonucudur. Başka insanların acılarından bihaber yaşanan sosyal yaşantılar, kişiyi ruhen geliştirip özlediği huzura kavuşturmaz. Acıyı hissetmek kişi için en derinden yüksek sevgiye, yüksek benlik algısına sahip olmayı gerektirir. Psikolojideki kendisini gerçekleştirme ihtiyacının en gerekli öğelerinden biridir: Başka canı kendi canı gibi algılamak, acılarına ortak olmak, acı çekenin tüm farklılıklarına rağmen.
İnsan olarak en büyük çıkarımız, erdemimiz birbirimizin acısını azaltıp mutluluğunu arttırmaktır sanırım. Elde edeceğimiz en büyük hazine bu. Unutulmayan, çok sevilen insanların temel özelliği, insanlığa yaptığı hizmetler, faydalardır. Ve bu yüzdendir ki en büyük aşk, insanlığa hizmet aşkıdır. Yarasına ilaç olduğunuz, acısına ortak olduğunuz, açlığına el uzattığınız, kısaca insanlara gücünüz oranında yardımcı olduğunuz sürece sizden mutlu, bahtiyar olmaz bu dünyada.
İnsanlar kendi iç dünyalarındaki duygu ve düşünceleri birbirlerini yeterince paylaşamadıkları için bu dünyayı, içindekileri paylaşamıyor. Çünkü ruhsal, psikolojik yönden tatmin olmamış insanlar, boşluklarını sürekli dünyevi arzularla kapatmaya çalışır.
Ne zaman ki insanlar başka insanların çektiği acıları, sıkıntıları kendi yaşadıkları zevklerinden daha önemli olarak görüp, acı çekeni yüreğinde hissedip onun acısını dindirmeyi misyon edinirse, o zaman herkesin beklediği huzurlu dünya, evrendeki en akıllı varlık olan insanlar tarafından sağlanmış olur.
İnsan olma gerçeği, sorumluluğu başka canların da kendimizden farklı olmadığını ve onların da bizim gibi aynı ihtiyaçlara sahip olduğunu anladığımızda ortaya çıkıyor. Başka insanların da bir yüreği ve onuru olduğunun farkında olmuş olan insan gerçekten kendisini seven, kendine değer veren insandır. Kendine iyi olan başkasına iyi olur, kendine kötü olan başkasına kötü olur. Bu gerçek şaşmaz.
Kendimize karşı duyduğumuz, istediğimiz dileklerin, hislerin gerçekleşmesinin, ancak başkalarına karşı da aynı istekleri dilemekten geçtiğini anladığımız zaman, hayatın gerçeğiyle karşılaşmış olacağız. İşte o zaman dünya yaşanılır hale gelecek, savaşlar, kabalıklar son bulacak. İnsanlık mücadele veriyor mutlu olmak için.
Devletler arası rekabet daha çok enerji kaynakları üzerine yoğunlaşmış. Evet teknoloji çağındayız, kimine göre uzay çağındayız. İnsanlık maden peşinde ve en önemlisi petrol peşinde. Bu uğurda savaşlar yapılıyor, canlara kıyılıyor. Unutulan bir şey var ama, insan mutluluğu yanlış yerde arıyor. Çünkü insan bir gün petrolün çıktığı yere, toprağa gideceğini unutuyor. Unuttuğu için hırsları canlara kıymaya yol açıyor, hem de en demokratik tavırlarla!
Hayatımızın son bulmayacağını sandığımız sürece, yaşadığımız sorunların şiddeti ve bizde bıraktığı acısı fazla olacaktır. Buna bağlı olarak acılarımızı bastırmak için maddi hazlara daha çok yöneleceğiz. Tabi bu da sevgi, merhamet, hoşgörü gibi temel insani değerleri bireylerde öldürecek zamanla.
Bu dünyada herkese yetecek kadar yer var ama, sanırım herkese yetecek kadar vicdan kalmamış. Bu yüzden gözyaşları akmaya devam ediyor farklı coğrafyalarda. Çalan elin değil, tekrardan veren elin üstün olacağı, iyilik yaparak insanlığın gelişeceği günleri görmek için sorumluluk almak, insan olmanın gereği sanırım.
Derin psikolojik ihtiyacımız değer görme, sevilmedir. Bu iki temel güdüyü her insan, anne -baba, öğretmen vs. nin başkalarına, çocuklarına, öğrencilerine vermesi lazımdır ki kolektif sevgi, düşünce anlayışı ortak paydaları arttırıp dünyayı cennete çevirebilsin. Hayatın gerçeğini kavramak için yaşlanmaya veya ölüme yakın olmaya ihtiyaç duymadığımız zaman, kendimizi ve de başkalarını olduğu gibi kabul edip huzur kapısında buluşabiliriz ancak.
İyi insan olmanın bedeli çoğu zaman, kötülerin hırslarının etkisiyle her türlü yola başvurması sonucu ulaştığı menfaatlere, hazlara, iyilerin ne pahasına olursa olsun önem vermemesi, gerekirse bir çok nimetten mahrum kalsa da iyilerin onuruyla yaşamasıdır.
İnsanların mutsuzluklarının temelinde, öz yani ruhsal ihtiyaçlarının doyurulmaması yatar. Fakat çoğu insan bu açlığını maddi unsurlarla gidermeye çalışır. Sonuçta maddenin tutsağı olur, giderek azalmaya başlar, çünkü artık kendini dış unsurlara kaptırmış, bir nevi özgürlüğünü yitirmiştir.
Hissettiğinden başka bir şeyi hissettiremezsin insanlara. Mutlu olduğun kadar mutlu edersin, yaşattığın huzur ruhundaki derin sevginin dışa yansımasından başka bir şey değildir. Ve karşılıksız vermek, yardım etmek, sevmek, bazen hiç tanımadığın insanlar için ağlamak ancak kendisiyle bütün olan, ruhuyla dolu dolu olan özgür ruhların özelliğidir. Onlar yaptıklarının karşılıklarını ancak vererek, paylaşarak elde eder ve bunları yaparken ruhlarında, gönül dünyalarında oluşan o tarifi imkansız huzuru yaşarlar. Bu dünyada belki en büyük huzur acılara merhem olmak, başka bir gönülde çiçek gibi açmaktır her türlü sevgisiz, egoist dünyaya rağmen.
Aslında yardım etmenin altında kendi ruhsal ihtiyacımız yatar. Vicdanı geliştiren insanın sosyal hayatta içsel disiplini yüksek olur ki empati yeteneği artarak çevresinde uyum sağlar, bu da onu daha mutlu yapar. Yardım etmeye ihtiyacı olmayan insanın belki de yardıma, anlaşılmaya ihtiyacı olabilir. Karşılıksız yardım etmenin en büyük kazancı, başka acıların dinmesinin kişiye verdiği derin insani, vicdani rahatlıktır. Nitekim başka kişi acı çekerken yardım eden kişi için aslolan taktir beklentisi, beğenilme güdüsü değil, o anda insan olma sorumluluğunun yapma hissidir.
Acı çeken kişinin huzurunu sağlamanın sonunda edinilen ruhsal doyum, toplumsal takdirle asla kıyaslanmaz. Acı çekene yardım etmeyi takdir beklentisi ile, sosyal onaylanma beklentisi ile yapan kişi ruhsal, vicdani tatminden ziyade, nefsani esaretin farklı sahte doyumunu yaşar. Kişi ne kadar çok sevgi doluysa, vicdani hisleri toplumsal koşullanmalara kurban gitmediyse o derece yardımsever, iyilik dolu olur, empatiyi somut olarak yaşar. Kişi kendisiyle ne kadar yüzleşme, gelişme içinde olursa o derece sosyal hayatta mutlak onaylanma, takdir görme hissi ile yaşamaz. O artık kendisi olabilme sürecinde varlığını diğer varlıklarla bir kılma şuurunu yaşar ki, karşılığı manevi boyutta derin bir algıdır artık. Sürekli almaya eğimli olup veremeyen kişi, zamanla başkalarının beğenilerinin kölesi olur, bencilleşir. Vermeden almak kişiyi yalnızlaştırır, zamanla sevgisiz bırakır. Kompleksler ancak içsel boşlukların ürünüdür. Vermek için kişinin ruhsal yönden sevgiye, özsaygıya belli oranda doymuş olması lazımdır.
İçinde güzel duygular olmayan kişi, bunu ancak dışsal isteklerini abartarak telafi etmeye çalışır. Parayla araba, ev, yat, altın alabilirsiniz ama vefayı, gönülden sevgiyi, merhameti, gerçek dostluğu asla parayla alamazsınız. Ve her şeyi parayla elde edebileceğini söyleyen insanların çevresindekiler de o kişiye değil, onun sahip olduklarına değer verir aslında. Bu tarz ilişkiler çıkara dayalıdır, ufak çıkmazlarda dost görünenler hemen düşman olabilirler.
Bedensel dürtüleri sınırsızca yaşama isteği, kişide derin içsel boşluğun işaretidir. Nitekim ruhsal boyutta tatmin olma yolunda ilerlemiş kişiler şatafatlı hayat yaşamaz, maddi anlamda kazanç için hırs yapmaz, gerektiği kadar bedensel ihtiyaçlarını alır doğadan, başka insanların acılarını dert edinir, yardımlaşma ve paylaşma duyguları artar. Kişinin iç dünyası genişlediği için, bulduğu manevi huzur, onu dış unsurlarda huzuru arama girişimine yöneltmez. Kendi iç dünyasını keşfeden kişi için en büyük hazine, kendi gerçeğini keşfetmesidir. Kendi gerçeğimiz bizim için mutlak anlamda özün gerçeğini, huzurun kaynağını verir. İç dünyası çok iyi olan ve kendisiyle tam manasıyla barışık olan insanlar, yeteri miktarda eğlenme ihtiyacından sonra başka insanların acılarını dindirmek için, mutluluklarını arttırmak için uğraşırlar. Çok gezme, eğlenme ihtiyacı duygusal, ruhsal boşluktan kaynaklanır. Yardım etmek, iyilik yapmak ihtiyacı kendisiyle uyum kurabilmiş insanların bir nevi kendini gerçekleştirme alanıdır. İnsan dünyalık hırslarını denetim altına aldığı ölçüde iç huzuru yaşar, gerçek özgürlüğü yaşar, kişinin merhameti artar, başka canları da yüreğinde hisseder.
Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur derler eskiler. Gerçekten de insandaki ruhsal boşluk kişiyi nefsinin, bedensel dürtülerin esiri yapıyor. Ve modern insan sanıyor ki nefsin her isteğini yapmanın adı özgürlüktür(!) Tam tersi, psikoloji bilimi bile buna özgürlük demiyor, potansiyel bağımlılıkların eşiği diyor. Madde araç değil de amaç olunca kişide negatif duygular başlar.
Kibirlilik, açgözlülük, konfor takıntısı, kıskançlık, doyumsuzluk vs. insanı içten içe kemiren duygular, kişinin kendi benliğinden uzaklaşmasına yol açıyor, kalabalıklar içinde olsa bile yalnızlık yaşamasına yol açıyor. Tüm bu süreçler doğal hayata sevgisizlik, hoşgörüsüzlük, merhametsizlik olarak yansır. İnsanın yardımsever, merhametli olması için öncelikle iç dünyasında kendisine koşulsuz sevgi beslemesi, kendisine koşulsuz değer verebilmesi gerekir.
Kendini sevemeyen, kendine değer veremeyen, kendini olduğu gibi kabullenmeyen insan bu boşluğu doldurmak için dış unsurlara yönelir. Beğenilmek, değer görmek, sevilmek için maddeye yönelir. Aşk adı altında bağımlılıklar yaşar ki asıl beklenti aşk değil, içindeki sevgi boşluğunu doldurmak, değer görme boşluğunu doldurmaktır. Sürekli her şeyin en iyisini almak ister ki başkalarının gözünde değerli görünmek ister. Çünkü alınan eşyaya verilen değeri kendine verilmiş gibi görüp ondan doyum elde eder geçici de olsa. Makam sevdası peşinde koşar ki insanlara hükmedince değerli olma hissini yaşar. İçsel boşluğu doldurmak için insanlar dış unsurları devreye koyar, hatta kavramların gerçek anlamlarını bilmeden yaşamaya çalışırlar. Bu şekildeki insanların bırakın yardım etmeye, merhamet etmeye, kendilerinin ciddi derecede yardıma ihtiyacı vardır.
Mevlana’nın dediği gibi : “Nice insan gördüm üstünde elbise yok, nice elbise gördüm içinde insan yok.” İnsan olabilmenin sırrı, kişinin diğer canlıları kendinden farklı görmemesinden geçiyor ve insanı üstün yapan durumlar ise insanın cömert olması, mütevazi olması, paylaşımcı olmasıdır. Makam, şöhret ile üstünlük kurmak kişiyi ancak aciz yapar ve kişi başkalarının gözünde tüm saygınlığını yitirir.
İnsanlar arasında üstünlük ne makamda, ne statüde, ne güzellikte, ne ırkta, ne cinsiyette, ne diplomadadır. Asıl üstünlük iyi huydadır, iyi karakterdedir, asıl zenginlik gönül zenginliğidir ve buna bağlı olarak paylaşımcı, yardımsever olmaktadır. Kimse kendisini kötü olarak görmek istemez veya kabullenmez bu durumu. Fakat bunun yanında çoğu insan iyi insan olmayı hak edecek yaşantıyı sürme noktasında gerekli adımları atmaz. Kişinin dünyevi nimetlerin çekiciliğine kanması, insanların içlerindeki temel insani güzelliklerin, duyguların ortaya çıkmasına engel olur. Kişinin başkalarından olumlu yaşantılar istemesi, olumlu yaklaşımlar beklemesi, bunun yanında kendisinin olumsuz davranışlar sergilemesi durumu, tutarsız davranmasına yol açmakta.
İnsanlar sahip olduğu dünya görüşlerinin, dini görüşlerinin gereği olarak başkalarının acılarını dindirme sorumluluğunu üstlenmede bireyler egoist davranıyorsa, burada değişmeyen gerçek vicdanların, inançların, ideolojilerin hırslara yenik düşmesidir.
Özellikle toplumumuzda yardımlaşma, dayanışma faaliyetlerinde kısırlığın fazla olması bundan kaynaklanmaktadır. Dünyalık hırslar insani değerleri öldürmekte, mensubu olunan dinin de özünden farklı yaşamlara itmekte insanları. Bedensel gereksinimlerinin hayat amacı olarak algılanması, tüm sorunların tetikleyicisi oluyor. Yaşamsal ihtiyaçlardan alınan hazzın sürekliliğini yaşama arzusu, insanın diğer canlılardan farkının azalmasına yol açar.
Televizyonlardaki yemek yarışmalarında yarışmacıların özenerek bezenerek, en kaliteli gıdalardan yaptığı yemeklere, bin bir türlü bahane bulan diğerlerini görünce, sokakta yaşayan kimsesiz insanların çöpten kuru ekmek toplamasını düşünüyorum ve kalp gözümüzün köreldiğini düşünüyorum. Çoğumuz kıyafet beğenmeyiz kolay kolay, her yemeği yemeyiz, çeşit olsun isteriz, eğlenceye çok zaman ve para harcarız. Yardıma gelince de ”Allah yardım etsin” deriz. Allah yardım için bizleri göndermiş, yardım için güç yok değil sanırım, vicdanlarda zafiyet durumları var. Lafta olmak zorunda mı insanlık, sloganlarda olmak zorunda mı, güzel sözleri yaşamadıktan sonra okumanın ne anlamı var sizce?
Mutlu insandır ancak sevgi veren, mutlu insan yüreğinde çiçekler açandır çünkü gökyüzüne merdiven kurar herkes için. Her kime daha iyi, daha güçlü, daha güzel, daha sevgi dolu insan olması için yardım ederseniz, o kişi size karşı hiç bitmeyen bir bağlılık sunar. Sevgi dolu ve affedici olmak, beklentisiz verebilmek ancak kocaman yürekli, güçlü insanların özeliğidir. Yardım etmek insanın duygusal-ruhsal onarımını sağlamakla beraber, hayata yeniden farklı güzellikte bakmasını sağlar.
Kimsesiz olmasın kimse, ama asıl olan, yüreksiz vicdansız olmasın kimse. Vicdandan yoksun bireyler sevgiyi de unutmuşlardır. Sevgiyi unutanlar vefayı da unutur. Huzurevlerini ziyaret edenler oradaki insanların gerçekten huzurlu olduklarını mı sanıyorlar? Yoksa terk edilmişliğin acısını mı örtmek istiyorlar? Yoksa dışarıdakiler de huzursuz olduğu için mi onları huzur evine yolluyor? Ne acı, huzur evi mi acı evi mi? Huzur sevgidir, vefadır eğer bunlar yoksa tüm dünya huzur evidir belki de.
Nedir sadakat? Her koşulda sevmek, yanında olabilmektir.
Yaşlı bir adama sokakta yürürken bisikletli çarpmış ve hafif yaralanmış.
Etraftakiler hastaneye götürmüşler. Hemşireler, röntgen çekerek herhangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler. Yaşlı adam huzursuzlanmış, acelesi olduğunu, röntgen istemediğin söylemiş. Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar.
“Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum” demiş. Hemşire: “Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz” diyince; Yaşlı adam üzgün bir ifade ile: “Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor, hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor” demiş.
Hemşireler hayretle: “Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?” diye sormuşlar. Adam cevaplamış:
“Ama ben onun kim olduğunu biliyorum.”
Merhametin anlamını, sadece kendi canı yandığı zaman anlayacak olan insan, hayatın gerçeğinden uzak, sisli yolda rotasını çizemeyendir aynı zamanda. Komşu komşunun külüne muhtaçtır ama, en çok insan insanın yüreğine muhtaçtır. Çünkü sevgisiz insan aslında sadece bedenen yaşayan insandır. Kişi ne kadar çok kendini severse, kendini olduğu gibi kabul ederse o derece insani özellikleri gelişir, empatisi artar, sevgisi nefsinin üstünde olur. Başka insanların da bir yüreği ve onuru olduğunun farkında olmuş olan insan, gerçekten kendisini seven insandır. Akıl nefse, bedensel hazlara hep çalışınca ruh kölesi oluyor oyuncakların, maddenin. Kendi zevklerini bırakıp başka insanların daha hayati ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli merhameti vicdanında hissedebilen ruhlar aynı zamanda kendi özleriyle, evrenle uyum sağlamış üstün vasıflı insanlardır. Akıl ruha, kalbe çalışınca evren dar gelir insana, taşar da taşar deli gönülden sonsuz sevgi, merhamet pınarı her yere. Ve insan kendi yüreğine dokunduğu oranda başka yüreklere dokunabiliyor, orda yer edinebiliyor. Keşkesiz hayat yolunda emin adımlar atmak, insan için asıl huzur kaynağıdır nihayetinde. Nitekim karşılıksız iyilik yapmak her insana nasip olmaz. Kendine karşı sevgi, şefkat, merhamet duyabilen insanlar, başkalarının acılarını yüreklerinde hissedip onlara gücü oranında maddi-manevi yardımlarda bulunur. İyilik yapmaya ihtiyaç duymayan insanların, iyilik yapılmaya ihtiyaçları vardır.
Halil KIRIK
Son Yorumlar