Toplumun ülküsü, amacı, genel hayat algısı, fikrini besleyen değerler konfor, lüks, daha çok para üzerine kurulu bir yaşam elde etmek ise o toplumun okullarında, üniversitelerinde okuyanlar bilgiyi bu emellere araç olarak kullanacağı için özünde, yaşantısında maddeci, söylemde insani değerler taşıyan kişiler olmaktan öteye gitmez. Toplum insani, akli, ahlaki değerlerini kaybetmişse, bundan dolayı eğitim, adalet, siyaset vs. kurumu da ne kadar yenilikçi kanun çıkarırsa çıkarsın herkesin özlediği toplum gelmez. Birey değişmezse toplum değişmez, nitekim bireyler ahlaki, vicdani değerler yönünden gelişmedikten sonra kanunları içselleştirmez, hatta kendisine engel görür, bu süreç aynı zamanda kişiyi kendi içinde tutarsız yaparak var olan gidişattan şikayetçi ama yanı zamanda kendi kanunsuzluğuna göz yumar hale getirir. Hatta yaptığı sorumsuz davranışlara mazeret olarak ” Herkes böyle yapıyor, ne olmuş ki ? diye pişkin içsel savunma yapabilir. Bilgisizliğimize mazeret buldukça cehaletin kıyısında yüzeceğimiz gibi bilinçsiz yaşamdan ötürü önce kendimize sonra topluma potansiyel zararımız olacaktır. İnsanin ahlaki değerleri, başkasının hakkına hukukuna saygılı olmak gibi erdemler yazılı kanunlarla değil o toplumdaki insan tanımın yeninden yapılmasına, var olan değerlerin sorgulanmasına, bilinçlenmeye bağlıdır. En trajik olanıysa sorunlar, cehalet içinde boğuşan toplumun kendini değiştirmek, var olan sorunlu yapılarını sorgulamak yerine gelenek, görenek adet inanç diyerek yaşamlarını, hayatlarını değiştirmemesi..
Toplum bizi geliştirmiyorsa, huzur vermiyorsa o toplumda sosyalleşmenin de anlamı yoktur. Toplumdan madden kaçamayız ama en azından onların zayıflıklarını, yanlış bilgilerini içeren fikirlerinden kendimizi soyutlayabiliriz. Bu toplumu dışlamak, kibirli olmak değil bilakis kişinin kendi özünü koruma, geliştirme isteğinden başka bir şey değildir. Herkes birbirine muhtaç ama insan önce kendisine muhtaç olmalı, birey olmadan ait de olamayız toplumda. Nitekim kendisi olamayanlar, gelişemeyenler, yaşam amacı olmayanlar toplum içinde de mutlu olamaz, türlü maskeler takarak mutluluk oyunu oynar ki asıl trajedi, yalnızlık budur. Kendi duygularını yaşamayan, değerli olduğunu göremeyenler özgüven sorunu yaşıyor, diyalog kuramıyor, ve delilik çılgınlıklar daha çok toplumun yanlış algılarının, sevgisizliğin ürünü olarak doğar, sevildiğini hissetmeyen, duygularını yaşamayanlar delilik belirtisi gösterir zamanla.
Bir ülkede insanlar bilim, düşünce adamları, yazarlardan ziyade şarkıcıları, oyuncuları, futbolcuları değerli görüp onlarla ilgileniyorsa o toplum uykudadır, geleceği sabote etmektedir. Bu toplumlarda inanç yozlaştığı gibi cehalet dini bilgisiz olmaktan beslenmeye baslar. Ve bireyler kendilerini değiştirmedikçe kaderleri de değişmeyecektir.
Popüler kültür ne hissettiğinizle ilgilenmez neyi hissetmeniz gerektiğiyle ilgilenir ki zamanla kendi içinde mutsuz olup dışında sahte gülücükler dağıtan kişiler oluşturur. Medya, edebiyat, aydın, aile insanlara ihtiyacı olanı vermeli, insanlara isteklerini vermemeli. İhtiyaç gerçektir, toplum bilinç ararken siz sürekli eğlence verirseniz onların isteklerini kamçılarsınız ki istekler akıldan yoksun nefsani arzulardır, ihtiyaçlar kişinin gerçekten mutlu olmasını sağlayan durumlardır
Sosyal medya iletişimin önündeki en büyük engellerdendir. Televizyon toplumun ihtiyaçları için değil sermaye sahiplerinin ihtiyacı için yayın yapar. Günümüzdeki modern cahiller, ancak gördüğüne inanan televizyon izleyicileri olarak algılanabiliyor. Televizyonun gösterdiğinden başkasına inanmayan toplumun fertleri, bilgileri olsa da bunu anlamlandıramadıkları için cahil sayılıyorlar. Neticede görmediğine inanmayan, gördüğü ise bütünün parçası olduğu için eksik olan, analiz yeteneği olmadığı için de bu eksikliği tamamlayamayan; baktığını göremeyen, gördüğünü anlayamayan, modern bilgi cahili insan karşımıza çıkıyor. Kitle iletişim araçlarının sunduğu bilgi kadar dünyası olan, göremeyen ve duyamayan sözde modern insanı, Nurdağan Rigel şöyle tanımlıyor : ‘’Uzun süreli bellekleri kapalıdır ve bir çeşit sanal gerçeklik ortamında yaşamaya çalışırlar. Sanal gerçeklik içerisinde yarı insan yarı makine olan bu insan, sistem içerisinde yapayalnız kalmış durumdadır.’’ Artık bu tarz kişiler için medya, tv onların gerçek dünyası olurken gerçek hayat ise onlar için özen gerektirmeyen yapıda, hayal ürünü bir dünya olarak algılanır. Haber eğlence bandı içerisinden geçirilirken bilgiden feragat ediliyor artık. İnsanlar teknolojiyi çokça kullandığı, konforlu yaşadığı, belli bir maddi refah içinde oldukları için kendilerini cahil sınıfına sokmamakta, medeniyet, ahlaki değerleri daha çok maddi olanakların geniş olması durumundan değerlendirmektedir. Fakat ne kadar çok maddi imkan sahibi olunsa da kişi kendisini, toplumunu, dünyayı tanıyacak bilgilerden uzak olduğu sürece başka insanlarla sağlıklı diyalog kuramayacak, istediği huzuru tam manasıyla elde edemeyecektir. Çünkü sevgi, vefa, dostluk, sadakat, bilgelik, adil olmak öğrenme bilgi düşünme ister ve bunları sahip olduğumuz maddi imkanlarla değil aklımızı kullanarak istikrarlı öğrenme çabasıyla elde edebiliriz ancak. Nitekim caddelerde dışı süslü, dışı son derece iyi giyimli, bakımlı olduğu halde içi yalan yanlış bilgilerle dolu olan, 3. Dünya ülkesindekiler gibi düşünen, ilkel akıl yürütmeyle idare eden insanların sayısı artmaktadır. Bu tarz insanlar için televizyondaki her şey görüntüden, oyundan ibaret gibi algılanırken gerçek hayat da zamanla cansız, gayri ciddi gibi algılanmaya başlar. Kişi tv de Irak’ın işgali ile bir kağıt mendilin reklamını aynı duyarsızlıkla izleyebilir. Televizyon kapandıktan sonra Irak’ taki savaş devam etse bile onun için bitmiştir. Bu yüzden teknolojik bir anestezi konumunda oluyor televizyon. Ekranların, vitrinlerin, sokakların ışıltılı olması aynı zamanda ruhların, bilincin aydınlık olmasını sağlamıyor aksine popüler kültür alışkanlıkları, lüks yaşam hevesleri arkasında gizlenmiş, maskelenmiş derin boşluklar, nevrotik ruhsal çöküntüler modern insanın gözünden kaçırdığı unsurlardır. Ki insan peşinden koştuğu arzularının, ihtiraslarının onu ruhsuzlaştırdığını, duygusuz ve sorumsuzlaştırdığını anacak ve ancak bu ihtiraslarının kölesi olunca anlıyor. Ayrıca moderiteye köle olmuş günümüz robotlaşmış, kurgu insanı otantik bilimin, en derin insani hislerin, samimiyetin atmosferini kavrayacak bilinçten uzaklaşmış ve bu sayılan varoluşsal değerleri popüler kültür araçlarına tercih etmiştir. Bu yüzdendir ki günümüzde insan kalabalıkları arzu ettikçe daha çok yalnızlaşıyor, bunu fark edecek bilinci olmadığı için adeta bir kısırdöngü için hep aynı davranışları yapıp aynı ruhsal, anlamsal boşluğa düşüyor. Nitekim gerçekten içsel uyumu olan, iç huzuru olan kişi daha çok hazza, eğlenceye, kalabalığa ihtiyaç duymaz, olgun doymuş insan bedeni arzulardan sıyrılıp üst bilince ulaşarak üretken, gelişme dönük, sevgi, merhamet dolu yaşamı arzu eder. Daha çok eğlence, daha çok nesne alma- tüketme, daha çok fark edilme ihtiyacı çoğu zaman mutlu, huzurlu olmaktan değil içsel boşlukların fazla olmasından kaynaklıdır.
Halk, bilgileri kaynaklarından değil de kulaktan dolma, rivayetvari şeklinde öğrendikçe zamanla hikayeleri, duyumları hakikat olarak algılayacağı gibi insanların inandıkları bu hikayeleri sahiplenme, kabullenme gücü zamanla gerçek bilgileri kabullenmekten daha güçlü hale gelir. Olumlu veya olumsuz genel kitlesel bilinç düzeyi, algısı azınlıkta olan bilinç sahibi insanların gücünden daha fazla etkiye sahiptir. Toplumsal bilinç derin bir hipnoz etkisine sahiptir kitleler üzerinde. En nevrotik tutumları bile toplumsal bilinç normal olarak kabul edebilir. Toplumun genel insani, ahlaki düzeyi onun bilinç, bilgi, akli değerlerinden bağımsız gelişmez, değişmez. Ve neticesinde toplumun ahlaki değerlerinin sosyal hayatta karşılığını, gerçekliğini teorik bilgiler değil var olan genel kabul görmüş bilinç düzeyi belirler. Yani evrensel düzeyde insani, ahlaki olmayan tutumlar toplumun çoğunluğu tarafından yapılıyorsa bu anormallik normalmiş gibi algılanır; tek tek fertler ahlaki olmayan durumlara tepki verse de genel kabul görmüş negatif bilince direnemeyerek zamanla çarkın parçası olabilmektedir. Değerlerin, ahlakın içi boşaltıldıktan sonra sürekli sistem, kanun değişikliği toplumsal avuntudan öteye gitmez. Kimsenin üzerine düşen sorumluluğu üstlenmediği bir toplumda, herkes kendisini bir şeylerin kurbanı sayma eğiliminde olur.
Kitle bir hayalettir. Her şeyden ve olaydan etkilenen bir düzenektir. Ne inancı, ne de iradesi vardır. Birey yaratır, kitle yıkar, Kişi birey olmadan ait olamaz, sosyal olamaz. Sosyalleşmek kitleyle uyumlu olmak değil, kendi özgünlüğünü koruyarak toplumuyla uzlaşmaktır. Bu yüzden gelenekler, görenekler, değerler sorgulanmazsa toplum acı çeker, neden acı çektiğini bilemeyecek kadar da özünden kopmuştur, şuurunu kaybetmiştir.
Halil KIRIK
Son Yorumlar