“Han Duvarları” Şiirinin Arka Planı

GİRİŞ

Faruk Nafiz Çamlıbel’in meşhur “Han Duvarları” başlıklı şiirinin arka planının ele alınacağı bu makalede bahse konu şairin kısa öz ve edebî yaşamı, söz konusu şiiri, şiirden kısa tahliller ve şiirin arka planı ele alınacaktır.

ŞAİRİN KISA ÖZ VE EDEBÎ YAŞAMI

İstanbul’da doğmuş olan Faruk Nafiz Çamlıbel (1898-1973), Türk şiirinde “Hecenin Beş Şairi” diye bilinen şairlerdendir. Yenilikçi edebiyatımızın geçiş döneminde dili, tekniği ve romantik İstanbullu kişiliği ile de olsa, Anadolu gerçeğine açıldı. Türkçenin gelişmesine büyük katkı sağladı. Millî Edebiyat Akımına verdiği güçle kendisinden sonra gelen kuşaktaki birçok şâiri etkiledi. Yahya Kemâl Beyatlı ve Ahmet Hâşim şiirinin yanında üçüncü bir kümenin oluşmasına neden oldu.

Dârülfûnun [1] Tıp Fakültesindeki eğitimini yarım bıraktı. Kayseri, İstanbul ve Ankara’da liselerde ve öğretmen okullarında edebiyat dersleri verdi. 1946-1960 arasında Demokrat Partiden İstanbul’dan milletvekili seçildi. 27 Mayıs 1960 tarihinden sonra bir süre Yassıada’da tutuklu kaldı. Biraz Cenap Şahâbettin’den, büyük ölçüde de Yahya Kemâl Beyatlı’dan etkilenerek ilk şiirlerini aruz vezniyle yazdı, sonra hece veznine döndü.

Anadolu insanının duygularını işleyerek Millî Edebiyat Akımının yurtçu duyarlılığını zenginleştirdi. Erkek bencilliğini yücelten aşk şiirleri de yazdı. Anayurt adlı dergiyi sekiz sayı çıkardı. “Çam-deviren”, “Deli Ozan” gibi takma isimlerle mizah şiirleri yazdı. Fıkra, manzum oyun, roman türünde de eserleri bulunmaktadır.

 HAN DUVARLARI

Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar…
Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı…
Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler…

Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına,
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar.
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.

Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir rüzgâr ince ince,
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine
Yol, hep yol, dâima yol… bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali
Sonunda ademdir diyor insana yolun hâli,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor…
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine

Bir sarsıntı… Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu;
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı,
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor,
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı,
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler…
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fânî bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler…
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı
Ben garip çizgilerle uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şâir arkadaşa;
On yıl ayrıyım Kına dağı’ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben
Altında da bir tarih. Sekiz mart otuz yedi. [2]

Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün ne askerlik ne savaş;
“Araya gitti” [3] diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına!

Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk
Soğuk bir mart sabahı… Buz tutuyor her soluk
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor…
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu
Burada son fırtına son dalı kırıyordu
Yaylımız tükenirken yolları aynı hızla
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü…
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı “İşte Araplıbeli” [4]
Tanrı yardımcı olsun gayri yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.

Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor.
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor:

Gönlümü çekse de yârin hayali
Asmaya kudretim yetmez cibâli [5]
Yolcuyum bir kuru yaprak misâli
Rüzgârın önüne katılmışım ben

Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu’daydık. [6]
Bir han, yorgun argın tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım.
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım! [7]

Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı’mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben.

On yıl var ayrıyım Kına dağından
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben…

Gönlümü çekse de yârin hayâli
Aşmaya kudretim yetmez cibâli
Yolcuyum bir kuru yaprak misâli
Rüzgârın önüne katılmışım ben

Bir kitâbe kokusu duyuluyor yazında
Korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lânet olsun aşmadıysan bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna
Post verenler yabanın hayduduna, kurduna!
Arabamız tutarken Erciyes’in yolunu
Hancı dedim “bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu’nu?”
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,

Dedi
“Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!”
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti

Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti…
Gönlümü Maraşlı’nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar!
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları!
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!

Şiiri dinlemek isteyen okuyucuların https://www.youtube.com/watch?v=Si6IrPg5qEo uzanımından faydalanmaları mümkündür.

ŞİİRDEN KESİTLER VE TAHLİLLERİ

Arka arkaya okunduğu zaman müstakil bir halk şiiri teşkil eden Maraşlı Şeyhoğlu’nun koşması Çamlıbel’in “Han Duvarları” isimli bu uzun şiirinin aralarına serpiştirilmiş olup Şair onların her birine, konakladığı bir han odasında rastlamıştır. Birbirlerini tanımayan insanların sert tabiat şartlarını dışarda bırakarak sığındıkları han odalarındaki dostlukları ürperticidir.

 “Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir parıltı gördü mü gözler hemen dalıyor
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüze çiziyordu bir hüzün kırışıklığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler.

Şair, odasına girdiği zaman duvarda “şair arkadaşa” rastlar.  “Bu dört mısra değildi sanki dört damla kandı” diye bu dörtlüğün üzerinde bıraktığı tesiri anlatırken,

“On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan
Baba ocağından, yâr kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben”

mısralannın çizdiği tablonun hüznünü verir. Ama artık savaş bitmiştir. Bu şair arkadaşın da evine – yurduna kavuştuğunu düşünür.

İkinci handaki mısralarda yeni bir ümitsizlik gizlidir.

“Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misâli
Rüzgârın önüne katılmışım ben”

Bu mısralar da şairin kalbine “ateş gibi” girer.

Son handa rastladığı mısralar ise sevgilisini kaybetmiş, hasta ve ölüme yakın halk şairinin sonunu anlatır:

“Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslımı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben.”

Bu mısralarda bir kitâbe kokusu duyan şair, hancıya “Maraşlı Şeyhoğlu’nu bilip bilmediğini” sorar: “Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!” cevabını alır. Artık şair bundan sonra bu garip arkadaşından da mahrumdur. Hanlar ve hanları birbirine bağlayan yollar Şairin gözünde değişir. Onların dış görünüşlerinin örttüğü hüznü, kederi ve ıstırabı anlamıştır.

Memleket edebiyatının en önemli yönü birbirinden çok ayrı görünen halk ile aydının birbirlerine yaklaşmalarıdır. Aydın, aydın olduğu için halka yaklaşmak, onu tanımak mecburiyetindedir. Yakup Kadri’nin büyük akisler uyandıran romanı Yaban’da, aydın en acı şekilde, görevlerini yerine getirmediği için suçlanmıştır. Bu temayı, tabiîdir ki sanatkârlarımız kendi mizaçlarına ve dünya görüşlerine göre çok değişik şekillerde işlemişlerdir.

ŞİİRİN ARKA PLANI VE ÖZNESİ OLAN MARAŞLI ŞEYHOĞLU HAKKINDA

Çamlıbel’in bu şiiri, Şâirin de bir bakıma vâkıf olduğu yaşanmış acıklı bir hikâyenin kendisinde bıraktığı bir acının ve etkinin edebî bir ürünüdür. Şiirin hikâyesini Kahramanmaraş’lı araştırmacı Ali Angın’ın “Han Duvarlarındaki Maraşlı Şeyh Oğlu” başlıklı makâlesinden öğreniyoruz.

Şâirin “Han Duvarları” şiiri içerisinde “Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış”ın da dörtlükleri yer alır. Bu dörtlükler aynı zamanda Han Duvarları şiirinin özünü oluşturur. Bu şiir Türk Edebiyatının güzel bir şiiri olduğu kadar aynı zamanda bir belgesel niteliği de taşır. Han Duvarları, Faruk Nâfiz’in, umutsuz aşkı Şükûfe Nihal’den ayrılmak için 1922 yılında Kayseri Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayinini isteyip atama gerçekleştiğinde soğuk bir Mart sabahında başlayan ve trenle geldiği Ulukışla’dan, Niğde, Araplıbeli ve İncesu (Yeşilhisar) güzergâhından Kayseri’ye ‘yaylı’ denilen at arabasıyla yaptığı üç günlük bir yolculuk esnasında yazdığı bir şiirdir. Genç öğretmen, bu yolculuğu sırasında kaldığı hanların duvarlarındaki dörtlükler yoluyla, kendinden bir süre önce savaştan dönerken aynı yolculuğu yapmış Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın izini sürer. Konuyu makâlesinde ele alan Ali Angın da Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın izini sürer. Bu sualin cevabını da Kahramanmaraşlı gazeteci ve yazar Coşkun Çokyiğit’ten öğrenir. Angın, Çokyiğit’ten naklen şiirde geçen Maraşlı Şeyhin, Maraş Mevlevîhânesinin son şeyhi Selim Dede olduğunu, Çokyiğit’in de Selim Dedenin torunlarından biri olduğunu belirtir. Angın makâlesinde, Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın acı dolu hikâyesini Çokyiğit’in “Büyük Annâne ve Gelenek” başlıklı makâlesinden yaptığı alıntılarla anlatır. Angın’ın anlatısına kaynak olması bakımından Çokyiğit’in bahse konu makalesi ile konuya devam edecek olursak, Çok yiğit bu konuda şu hususları ifade eder:

“Bir akşam vakti, Ulu Câmî ve Maraş Kalesi manzarası karşısında, çocukluğumun en asude zamanlarını yaşadığım Ali dedemin evinde, Şiir Tahlilleri kitabındaki Faruk Nâfiz Çamlıbel’in Han Duvarları şiirini okurken bir keşif yapmıştım. Böyle bir atmosferde, birdenbire, Maraş’lı Şeyhoğlu Satılmış’ın acıklı hikâyesi ile karşılaşmam, hayatımın en ilginç tesadüflerindendir.

… 

İşte böyle bir akşamüstü hayata, tarihe ve geleceğe   bakışımızı değiştiren ruh hâli içinde Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, yani “Büyük Dayı” ile karşılaşmam elbette ki beni derinden etkilemişti. Nasıl bir heyecan fırtınası estirdiysem aile biraraya toplandı ve Han Duvarları şiirini baştan sonra dinlemek zorunda kaldı. Şiir bittikten sonra çocukluğumu annemden çok yanından yanında geçirdiğim annênem Hatice Hanım, Han Duvarları şiirinde hikâyesel anlatılan Satılmış’ın yani Mehmet’in, üvey ağabeyi olduğunu, ilk gençliğinde Şıh Turan Mahâllesi’nde bir kıza âşık olduğu için babası Selim Dede tarafından Şam’a okumaya gönderildiğini, daha sonra Maraş’a geri dönemeden Birinci. Dünya Harbi’ne katıldığını, geri döndüğünde ise ‘ince ağrıya’ yanivereme yakalandığını anlattı. Üstelik (1946-1948, 1963-1967 ve 1974-1977 dönemlerinde Kahramanmaraş Belediye Başkanlığı görevinde bulunan) Dr. Said Emirmahmutoğlu, [8] Mehmed Yaman’ı, yani Maraş’ın son Mevlevî Şeyhi Selim Dedenin üvey oğlu Satılmış’ı, İstanbul’da Gurebâ Hastanesi’nde görmüşmüş…. Ama ne yazık ki, hikâyenin Millî Edebiyat akımının en büyük şairlerinden biri tarafından ebedîleştirildiğini ne Şeyh Selim Dede ne eşi Ayşe Hanım (yani Büyük Anneannem) ne de Şeyhoğlu Satılmış görebilmişti!

O akşam yemek vaktinin sarkmasına sebep olan bu acıklı hikâyenin peşini bir süre hiç bırakmadım. Dr. Said Emirmahmutoğlu Bey’e bir keç kere gidip annênemin söylediklerini doğrulattım.

(Dr.) Said Bey, “Şeyhm’in oğlu” şeklinde andığı ettiği Mehmed’i, İstanbul’daki) Gurebâ Hastânesi’nde [9] gerçekten de görmüş ve onun verem olduğunu kendi ağzından dinlemiş…”

Angın makalesinde “Han Duvarları”ndaki Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’a atfedilen şiirin, Bestekâr İsmet Nedim tarafından Hüseynî Fantezi makamında da bestelendiğini belirtmektedir. 

Maraşlı Şeyhoğlu’nun Mart 1921 ayında memleketine dönerken yolda vefat ettiği dikkate alınırsa I. Dünya Savaşı’ndan sonra İstiklâl Harbi’ne katıldığı, üstelik Büyük Zafer’den altı ay sonra tezkere aldığı anlaşılmaktadır.

Şiirde eğik olarak yazılı olan satırlar, Şâirin öğretmen olarak atandığı Kayseri’ye giderken konakladığı hanlarda Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış tarafından duvara yazıldığını ve tarafından da okunmuş olduğunu belirttiği ifadelerdir.

Bir edebî tür olan şiir için edebiyatçılar; “duygudan yoksun olma-yan düşünce ve düşünceden yoksun olmayan duygu’’ derler. İşte bu tanım tam da bu şiir için geçerlidir. Türk edebiyatının kilometre taşlarından birisi olan ‘’Han Duvarları’’ şiiri, aslında şiirin yolculuğa bürünmüş hâlidir.

Çamlıbel’in Ulukışla’dan Kayseri’ye ata arabası ile olan yolculuğu üç gün sürer ama şiirde birkaç mevsim birden anlatılır… Aylardan Marttır. Ulukışla ve Niğde, Araplıbeli’ne kadar bu ay hâlâ kış ayı gibidir, soğuk ve karlıdır… Şiirde de belirtildiği gibi Niğde’den Kayseri’ye giderken Araplıbeli geçildi mi Yeşilhisar ovası gelir. İşte bu ayda da Yeşilhisar ovası uçsuz bucaksız yeşillikleri ve çiçekleriyle bahar mevsimindedir. Bu mevsimler şiirde net olarak -Yeşilhisar’ın ismi zikredilmeden –  anlatılır.

Şiirin içinde parça parça Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın hüzünlü hikâyesi de koşma şeklinde anlatılır. Şiire adını veren de “Han Duvarları”ndaki bu yazılardır. Aslında iki şiir iç içedir. Biri koşma diğeri modern şiir türünde yazılan iki şiir bir şiirde buluşur. “Han Duvarları” şiirinin en önemli özelliği de budur. İstanbul ile Anadolu’yu birleştirir, aydın ile halkı kaynaştırır.  Şiirin akışına göre Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış ile Çamlıbel Mart ayında ve bir yıl arayla arka arkaya bu hanlarda konaklayarak seyahat etmişlerdir.

Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın hikâyesi hüzünlüdür, gamlıdır, kederlidir. Kezâ bu hikâyede tam olarak da Anadolu’nun o zamanki insanının hikâyesi anlatılır… Şiirde savaşların ne denli gaddar ne denli vahşi ne denli kötü olduğu Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın şahsında anlatılır. Türküler, ağıtlar, feryâdlar, figânlar boşuna yakılmamıştır.

Faruk Nâfiz’in bu yolculukta konakladığı ilk han Ulukışla’daki (şimdiki adı Kervansarayı olan) Öküz Mehmet Paşa Hanı’dır. Şiirde bu handan bahsedilmez. Faruk Nâfiz’in konakladığı ikinci han ise Niğde’deki handır. Faruk Nâfiz, Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın bu han duvarına yazdığı koşmayı 1921 yılına tarihlendiğini bilir.  Çünkü Faruk Nâfiz şiirinde şöyle demektedir: “Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi…”’ Bu şu demektir: koşmanın yazıldığı tarih (Rumî Takvime göre) 8 Mart 1337’dir. Bu tarih Milâdî Takvime göre ise 21 Mart 1921’dir. “10 yıldır ayrıyım Kına Dağı’ndan” diye başlayan mısra ile Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın 1911 yılından beri beri evine dönemediğini anlar. Bunun nedeni ise Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve İstiklâl Savaşı’dır… Aslında Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, savaştan savaşa koşan Anadolu inşanının sembolüdür. Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın en büyük derdi ve en büyük acısı ayrılıktır, evden, aileden veyârdan ayrı kalmaktır, rüzgârın önüne katılmış kuru bir yaprak misâli huduttan hududa sürüklenmektir.

“’Han Duvarları’’ şiiri Ulukışla’dan Kayseri’ye doğru iklimi ve coğrafyayı anlatırken Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın dizeleri ise tarihi ve bütün bir hayatı anlatır. Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın dizelerinde hüzün vardır, ayrılık vardır ve gurbet vardır. Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın dizeleri Faruk Nâfiz’in yolculuğunun Kayseri’den önce son durağı olan İncesu’daki Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın yaptırdığı handa son bulur.

Faruk Nâfiz’in konakladığı üçüncü han Niğde’den sonraki Araplıbeli’ndeki handır. Bu handaki duvarda da şu dizeleri okur:

Gönlümü çekse de yârin hayali    
Aşmaya kudretim yetmez cibali    
Yolcuyum bir kuru yaprak misâli    
Rüzgârın önüne katılmışım ben.

Faruk Nâfiz, Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın, Araplıbeli’nden sonraki İncesu’daki handa duvarda son dizelerini görünce bu son dizelere yer vermeden önce şiirinde söyle ifade eder: “Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!’

Garibim namıma Kerem diyorlar    
Aslı’mı el almış haram diyorlar    
Hastayım derdime verem diyorlar    
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben

Anlaşılmaktadır ki on yıldır baba ocağından, yâr kucağından ayrı kalmış, gönlü çekse de yârin hayali aşmaya kudreti yetmemiş cibali (dağları), bir çiçek dermeden sevgi bağından, rüzgârın önüne katılmış bir kuru yaprak misâli huduttan hududa atılmış, gidemediği memleketinde Aslı’sını da eller almış ve bu nedenle kendisine Kerem, derdine de verem denilen Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, terhisinden sonra memleketi Maraş’a ulaşamadan Hakk’ın rahmetine kavuşmuş… İşte Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın bu hikâyesi, bu derdi, bu sıla hasreti ve bu çaresizliği insanın yüreğini dağlar, burnunun direğini sızlatır, ruhunu incitir…

İrfan PAKSOY

© 2022. Bu makalenin / yazının içeriğinin telif hakları yazarına ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereği kaynak gösterilerek yapılacak kısa alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.

DİPNOTLAR

[1] 1933 yılında çıkartılan 2252 Sayılı Kanun öncesinde İstanbul Üniversitesinin eski ismi Dârülfûnun idi.
[2] “Sekiz Mart Otuzyedi” ifadesi ile o dönemde kullanımda olan Rûmî Takvime göre 8 Mart 1337 tarihini ifade etmekte olup bu tarihin Miladî Takvime göre karşılığı da 21 Mart 1921’dir. Bu bilgiden hareketle Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış ile Faruk Nafiz Çamlıbel’in bu handa ve odada kalması arasında bir yıllık bir süre vardır.
[3] Araya gitti: Zâyî oldu, hebâ oldu anlamında yerel bir ifade.
[4] Arapeli, Nide’de Kayseri yolu üzerinde bir mevki.
[5] Cibâl: Dağlar.
[6] İncesu, Kayseri’nin ilçlerinden biridir.
[7] Şâir bu ifadeleri ile Araplıbeli mevkiinde kaldığı hanın odasında da başucunda–duvarda Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’a ait yazılar gördüğünü ifade etmektedir.
[8] Dr. Sait Emirmahmutoğlu (1902-2001), Türk siyasetçi.  1946-1948, 1963-1967 ve 1974-1977 yılları arasında üç dönem Kahramanmaraş Belediye Başkanlığı yapmıştır.
[9] İstanbul’daki Gurebâ Hastanesi ya da tam adıyla Bezm-i Âlem Valide Sultan Vakıf Gurebâ Eğitim ve Araştırma Hastanesinin adı 2010 yılında Bezmiâlem Vakıf Üniversitesinin kurulmasıyla değişmiş, bahse konu hastane adı geçen üniversiteye devredilerek Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi olarak hizmet vermeye başlamıştır.

KAYNAKLAR

—; Han Duvarları – Faruk Nafiz Çamlıbel, https://www.youtube.com/watch?v=Si6IrPg5qEo, Erişim Tarihi: 12.04.2022.
—; Han Duvarları,  https://www.eskiraflar.com/u/1991/han-duvarlari, Erişim Tarihi: 12.04.2022.
Angın, Ali; Han Duvarlarındaki Maraşlı Şeyh Oğlu”, https://www. marasgundem.com.tr/makale/han-duvarlarindaki-marasli-seyh-oglu-13842, Erişim Tarihi: 28.11.2014.
Aydoğan, Osman; Han Duvarları, http://www.sehriyar.info, Erişim Tarihi: 22.10.2020. 1921 Hindistan Ordusundan emekli olmuştur. Nisan 1921 ayında mareşalliğe terfi ettirilmiştir.
Banarlı, Nihad Sami; “Faruk Nafiz Çamlıbel ve Han Duvarları”, https://www.tarihistan.org/faruk-nafiz-camlibel-ve-han-duvarlari-nihad-sami-banarli/16994/, Erişim Tarihi: 12.04.2020.
Çamlıbel, Faruk Nafiz; Han Duvarları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1969.
Çokyiğit, Coşkun Çokyiğit, “Büyük Annâne ve Gelenek”, Türk Edebiyatı Dergisi, Temmuz 1996, Sayı: 273.
Enginün, İnci; “Faruk Nafiz Çamlıbel”, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/692931, Erişim Tarihi: 10.03.2022.
Oğuz, Mehmet; “Faruk Nafiz Çamlıbel’in ‘’Han Duvarları’’ Şiirinde Betimleme Unsurları”, https:// www.academia.edu/22613157/Faruk_Nafiz_Camlibel’in_Han_DuvarlarıŞiirinde_Betimleme_Unsurları, Erişim Tarihi: 10.04.2022.
Polat, Nâzım H.; “Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ı Gördüm!”, Türk Yurdu, Kasım 2009, S. 267, https:// www.turkyurdu.com.tr/yazar-yazi.php?id=2483, Erişim Tarihi: 16.01.2020.

2 Comments

  1. ede Reply

    Rumi takvim ile Miladi takvim arasındaki 13 günlük gün farkı 1917 yılında kaldırıldı. Dolayısıyla Rumi 8 Mart 1337 tarihi Miladî olarak 8 Mart 1921 olur

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *