Direnir Ardıç Ağaçları

Köyün birinde eski bir konağın büyük odasında misafir olarak oturanlardan son gelen, komşu köydeki acı bir haberi anlatır:

‒ Falanın kerpiç evi yıkılmış, evin horantasının hepsi altında kalıp ölmüş

Tam o sırada oturdukları konağın yükünü sırtlayan ardıç ağaçlarından biri dile gelip sormuş:

‒ Bizim uşaklardan (cinsimizden) kimse yok muymuş?

Ardıç ağacı çok sağlamdır, dayanıklıdır, suyun içinde bile asırlarca çürümeden kalabilir. Bu özelliklerinden dolayı eskiden durumu iyi olanlar, toprak evlerin ve binaların merteklerini, merteklerin bindirildiği hezenleri ve hezenleri tutan direkleri ardıç ağacından yaptırırlardı. Ayrıca soyulmuş ardıç ağacının rengi kızıla çalar ve çok güzel kokar…

&

Daha önce Binboğa dağlarına yaslanmış Güvek yaylasında kazan kapağı yapılmak üzere kesilen asırlık ağacın hikâyesini anlatmıştım. Bu da aynı yayladaki bir ardıç ağacının hazin hikâyesidir. Bana da orada, o yaylaların çocuğu şair dostum Haşim Kalender anlattı…

Yaylalarında beş altı kişi el ele tutuşsa çevresini saramayacağı kadar kalın, gelişmiş, çok yüksek ve en az üç asırlık bir ardıç ağacı varmış. Gölgesinde insanlar ve koyun sürüleri duldalanır, kuruyan dalları her yıl bir iki aileye yetecek odun olur, dallarına konan sayısız kuşlar avlanmasa bile çevreyi şenlendirirmiş… Kısaca tabiata ve insana iyilikten güzellikten başka şey vermeyen bir ardıç ağacıymış…

Yaylaya gelenlerden beş altı kişini akıllarına ne düşmüşse düşmüş ve aralarında konuşup anlaştıktan sonra ardıç ağacını devirmeye karar vermişler. Hepsi de kendi baltasını alıp gelmişler ve her biri bir tarafından boğnamaya/aynı hizadan kertmeye, boğum yaparak inceltmeye başlamışlar. Kabuğunu geçtikten sonra o kadar sert bir gövde ile karşılaşmışlar ki vurdukları balta saplanmak şöyle dursun yay gibi geri sıçrıyormuş. Şaşırmışlar. Biri Durun ben şöyle vurayım… demiş, denemiş başaramamış; öteki Ben daha iyi vururum, bakın hele… diyerek bütün gücüyle savurmuş baltayı o da başaramamış. Ne kadar denedilerse hiç biri de baltasını saplayamamış; ancak ince bir iz edebilmişler.

Gelip gidip İnce bir iz, bir iz daha… açarak birkaç gün çabalamışlar ama boğnamak şöyle dursun kabuğundan sonra iki üç santim ilerleyememişler. İnat etmişler, işlerini güçlerini bırakıp devirmeye çabalamışlar; ama yedinci günün sonunda ortasına bile gelememişler. Ardıç adeta meydan okurcasına ayakta dimdik durmaya devam eder. Onlar da herhalde bilirler ki bir ağacın, hele de ardıç ağaçlarının ortası/ özü kesilmeden devrilmesi mümkün olmaz.

Zavallı ardıç, ne bilsin ki düşmanı insan! Kötülüğün bin çeşidini icat eden, uygulayan yine de doymak bilmeyen insan… Kafadarlar, toplanmışlar, düşünmüşler ve “Ardıcı bu haliyle bırakmak da doğru değil…” diyerek yakmaya karar vermişler. Gerçi aldığı yaralarla yaşaması mümkün mü değil mi bilinmez, ama kaderinde canlı iken yakılmak da varmış. Bir akşamüzeri yakarlar…

Nedense bazı insanlara yakmak, alev aldırmak, yükselen alevlerin dans eder gibi salınması, etrafı aydınlatması hoş gelir. Yakmak bulaşıcı hastalık gibi grup halinde iseler diğerlerine de sıçrar; onlar da bir şeyler yakmak isterler. Sararmış otları yakmak, şuradaki fidanları yakmak, hatta ekini bile yakmak onlar için oyundan başka bir şey değildir…

Kafadarlar da aynı kafanın adamı olduklarından, yakmışlar. Zavallı Ardıç, rivayetlere göre sekiz gün boyunca gece ve gündüz yanmış. Geceler boyu tüm yaylayı, çevre dağları aydınlatmış. Çok uzaklarda yaşayanlar, gelip geçenler ışığını gördükçe Orası Güvek yaylası değil mi? Hani şu asırlık ağaçları kazanlarına kapak yapanların yaylası… Onlar güzelim ağaçları keserler de yakarlarda… diyerek kırgın bakmışlar, küskün bakmışlar…

Yakan kafadarlar ise geceleri yanan ardıca baktıkça Koca yaylayı günlerdir ışıttık, daha bitmedi la… diye sevinmişler.

Arif BİLGİN

2 Yorum

    1. Arif Bilgin Cevapla

      Maalesef Gökhan Bey, insanoğlu melek ile şeytan arasındaki her çizgide bulunabilecek bir varlık.. Allah bizleri meleklere yakın olan kullarından eylesin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir