Düşle Gerçek Arasında

Salon camından dışarıyı izlemek için tül perdeyi araladı. Sokağın başındaki aydınlatma direğinin dibini mesken tutan seyyarın tezgâhını gördü.

Bu gün sokakta her telden insan bulmak olanaklı:

“Telaşla işe yetişmeye çalışanlar, kafası güzel adamlar, tere banmış hamallar, nöbetçi olduğu halde derse geç kalmış apartman topuklu Ayşe Öğretmenler, halk ekmek büfesinden ucuz ekmek kapmak için sırada bekleyenler, sabahçı kahvelerini mekân tutan işçiler, ATM diplerini mesken eylemiş dilenciler, yol kenarlarındaki yosmalar, ölümden uzak yaşayan seksen-doksan yaşındaki bunak suratlar, top sakallı yeni yetmeler ve daha niceleri…”   

Hiçbiri az ötedeki, otuz-otuz beş yaşlarında bir kadın kadar dikkatini çekmedi. Pudra pembesi bluzun altına siyah parlak bir etek giymişti. Eteğin boyu diz üstündeydi. Kalçaları eteğe zorla sokulmuş gibiydi. Bilerek mi giymişti? Bilemiyorum! Yakışmıştı doğrusu. Siyah dalgalı saçları, eşek gözleri ve küçücük burnu vardı.

Öyle ki bakan sadece perde arkasındakiler değil, çarşı sokağında ne kadar esnaf varsa ya doğrudan bakıyor ya da bakmanın yollarını arıyor. Usta bakışlar bir mazeretten aralanıp kadının üstünde geziniyor. Kadın bakışlardan rahatsız olmamış olacak ki, yürüyüşüne afili edalar ekliyor. Siyah etek bir o yana bir bu yana elips hareketlerle yoluna devam ediyor. Kim bilir tül perdenin arkasındaki nice gözler, kadını süzüp yüreğinin abislerinden ne ahlar çekiyor.

“Ah Gülseren ah!” diye devam ediyor. Perdeyi kapatıyor. Tekrar evin sükûn havası esiyor dört duvar arasında. Ev sessizlikten boğuluyor. Her oda yaşanmışlığın sancısıyla kıvranırken bir de şahadet parmağına Bafra sigarası iliştiriyor.

Ertan, içeriden dışarıya bakarken yalnızlığın sonsuz tenhalığına dalıyor. Ansızın Gülseren’le karşılaştığı o ana gidiyor düşleri. O benzersiz, tuhaf ve tarifsiz zamana…

Soğuktu o gün. Kirpiklere kırağı düşürecek kadar ciddi bir soğuk. Ertan, kabanının içine büzülmüş bekliyordu Eminönü Sahili’nde. Arabalı vapur dedikleri vesaitin bekleme kuyruğunun herhangi bir yerinde. Hemen önünde siyah saçlı bir bayan vardı. Çok güzeldi. Dalgalı saçları, küçük burnu vardı. İstemsiz dalıverdi kadındaki güzelliğe. Sonra silkinip kendine geldi. Başını önüne eğdi. Utandı biraz.

Bindiler vapura. Tesadüf o ki güvertede kadınla karşılıklı oturdular. Uzun uzun bakıp karşısındaki güzelliğin tadını çıkardı. Sonra utanıp başını eğdi. Tekrar baktı ama kadın yoktu. Şaşkın şakın etrafına bakındı. Bulamadı. Hayal mi görmüştü? Ne zaman varmışlardı karşıya? Anlayamadı, üzüldü!

İndi vapurdan. Taksimin arka sokaklarından bir ruh gibi geçip okula vardı. Öğretmenler odasının kapısını açar açmaz kocaman bir çift gözle karşılaştı. Şaşırdı!

“Şey, siz… Sizi vapurda gördüm.” dedi, “Ben yeni Edebiyat öğretmeni Gülseren.” dedi siyah gözler. Afalladı önce, “Memnun oldum. Ben de Ertan. Felsefe öğretmeniyim.” dedi.

***

Ertan o günden sonra mutluluktan uçuyordu. Varı yoğu Gülseren olmuştu. Sabah kalk Gülseren, akşam yat Gülseren. Her yerde Gülseren, her şeyde Gülseren. Öyle ki artık hayatının odak noktası sadece Gülseren’di. Mesela sabah Gülseren doğunca kalkardı. Saat Gülseren’i Gülseren geçe, yola Gülseren’le revan olurdu. Sadece Gülseren’le konuşur, sırada Gülseren’le bekleşirdi. Gülseren’le dertleşir, yalnızca onunla otururdu. Okulda en sevdiği arkadaşı, sırdaşı Gülseren’di.

Kısacası Gülseren her şeyiydi. Nefes alışı, kalp atışı, uyku saati, çalar saati…

Hayat eşitti Gülseren, Gülseren eşitti her şey!

***

Soğuk bir günde Ertan’ın hayatına giren Gülseren, cemrenin toprağa düştüğü bir vakitte Ertan’la beraber uyanıp uzun uzun tatlı sohbetlere tutuştu. Arabalı vapur sırasında beklerken taze, gevrek simit yediler. Yan yana oturdular. Ertan hiç olmadığı kadar mesuttu. Ve farkına varmadan karşıya varmışlardı. Bir anlık dalgınlıktan sıyrılan Ertan yanında Gülseren’i görmeyince bu kez meraklandı, haklı olarak biraz da sinirlendi. Taksim’in arka sokaklarından rüzgâr gibi geçti. Öğretmenler odasını kapısını açınca sinirli bir çift gözle karşılaştı. Müdür muavini Necati Bey:

“Hocam bu böyle olmaz. Yirmi beş dakikadır derse genç kaldınız. Üstelik bahçede nöbetçisiniz.”

Şaşırdı. İnce dudaklarından: “Gülseren nerede?” diye cılız bir cümle çıktı.

“Hocam biraz ciddi olun lütfen! Örnek bir muallimdiniz ne oldu size? Hem Gülseren de kim?” 

“Edebiyat öğretmenimiz.”

“Gülseren Hanım’ı asıl sizin tanımanız olanaksız. Ataması yapıldığı gün vefat etmişti. Garipsemiştik olayı. Arabalı vapur sırasında beklerken kalp krizi geçirmiş garibim. Anlayacağınız ölüm haberi atama kararnamesinden önce gelmişti okula. Şimdi işinizin başına. Lütfen!”

Ertan, o gün histerik duygularla anlamsız davranışlar gösterdi. Giderek tuhaflaştı. Ufak tefek geç kalmaların yerini uzun süreli rapor aldı. Okula geldiği vakitler tuhaf davranışlar göstermeye başladı. Şikâyetler sınıflardan, öğretmenler odasından ve okulun herhangi bir noktasından yükselip Milli Eğitim Müdürlüğünün Teftiş Kurulu’nda aksetti.

Teftiş için iki müfettiş görevlendirildi. Gerekçeli karara sağlık raporunu da ekleyerek Ertan’ı geçici süre okuldan uzaklaştırmayı uygun buldular.

Ertan ise zamanının çoğunu Eminönü İskelesi’nde Gülseren’i beklemekle geçirdi. Bulamayınca eve gelip perde arkasında yol gözlemeye koyuldu. Kapı zillerine olmadık anlamlar yükledi. Prangalar eskitti, eridi. Bekledi, bekledi, bekledi…

Gelen olmadı, hem de hiç!

***

Zaman her şeyin ilacıdır. Kocaman bir yalan! Hâlbuki insan hiç unutmuyor. Mecburen unutmuş gibi yapıyor.

Belli bir süre sonra Ertan, perdenin arkasından sokaklara bakmaktan nefret eder hale geldi. Gülseren’i unutmaya, normale dönmeye başladı. Artık çalan her zili Gülseren’in habercisi görmüyordu. Kapıcı da olabilirdi, komşular da, seyyar satıcılar da. Ve giderek okulunu, arkadaşlarını, sabahçı kahvesini, Eminönü İskelesi’ni, gevrek simitleri, martıları ve özellikle öğrencileri özledi.

Milli Eğitim Müdürlüğü’ne uğrayıp kendisini iyi hissettiğini ve okula devam etmek istediğini anlattı. Müdürlük, rapor için kendisini doktora sevk etti. Tüm aşamalardan sağlıklı geçen Ertan nihayet okula başlayacaktı.

Tıpkı eski günlerdeki gibi erkenden uyandı. Kıyafetlerini ütüleyip giydi. Kunduralarını boyadı. Demli bir çay içip yola koyuldu.

Denizden taze kopmuş yelin kokusunu genzine çekti. “Oh dünya varmış!” dedi. İki simit aldı. Birini martılara. Arabalı vapurun öttüğü bir sırada önündeki siyah etekli, dalgalı saçlı bir kadın gördü. Görmezden geldi. Martılara koştu. Farkına varmadan simitlerin ikisini de martılara atmıştı.

Nihayet vapurdan inip müdavimi olduğu arka sokakların sessiz kalabalığında ilerleyip okula vardı.  Bahçedeki öğrencilerle hasret giderdi. Müdür muaviniyle ayaküstü hoş sohbetler etti. Öğretmenler odasına girip selam verdi. Karşı koltuğunda birkaç öğretmenle sohbet halinde olan aşina bir güzellik sezdi. İnadına görmezden geldi.

Az sonra bir bayan ona doğru gelip: “Hocam hoş geldiniz. Ben yeni Edebiyat Öğretmeni Gülseren.” dedi. Ertan, düş sandı. Hem düşle gerçek iç içe girmişti artık. En iyi yaptığı şeyi tekrar etti: Görmezden geldi. Bekledi, beklemeliydi.

Araya müdür muavini karışıp:

“Ertan Bey, duymadınız galiba Gülseren Hanım’ı. Kendisi sizden sonra okulumuza edebiyat öğretmeni olarak atandı. Tesadüf o ki ölen hocamızın adı da Gülseren’di. Eee hayat bu; bir Gülseren gider, bir Gülseren gelir.” dedi.

Çok şaşıran Ertan, göz ucuyla çevresindekileri süzdükten sonra mahcup ve biraz da tedirgin bir edayla: “Memnun oldum!” dedi.

***

Zihninin dehlizlerinden yükselip Taksim’in arka sokaklarındaki kaldırım taşlarının sert yüzeylerine vuran bir poyraz gibi uçuştu düşünceleri. Olmakla olmamak arasında ince, keskin bir çizgide gidip geldi. Hayatı bir film sahnesi gibi canlandı gözlerinde:

“Simit satan çocuklar, işe yetişmeye çalışanlar, dilenciler, yosmalar, çay içenler, dedikodu yapanlar, afili yürüyen gençler, kırıtan siyah etekli güzeller…”

Ansızın durup tıpkı sizler gibi çözmeye çalıştı hayatı: “Sahi hangisi düş, hangisi gerçek bunların!” rengi sararmış, içi çökmüş koltuğa yaslanırken “Çırrr.” diye tül perdeyi yana çekip tüm çıplaklığıyla sokağı izlemeye koyuldu.

Hadi buyurun siz çözün? Hangisi düş, hangisi gerçek, hangisi…

Recep TURAN

1 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir