Kendi yaşını bilmeyen insan var mıdır bilmem ama ben kesin olarak bilmiyorum. At kuyruklu küçücük bir kız mıyım her duyduğuna inanan, yoksa genç bir hanım mıyım hayatın her anından haz alan yoksa yaşlılığa hazırlık yapan bir hanımanne miyim unumu eledim deyip duvarına elek asan?
Tamam artık olgun bir hanım oldum diyeceğim ama aman Allah’ım o da ne. Bir papatya, bir unutma beni çiçeği, bir ballı baba veya hercai ya da karahindiba beni alıp çocukluğuma götürüveriyor. Çocukluğumun bahçelerine atıyor beni yalın ayak. Sanki elimi cebime daldırsam topladığım beş taşlar çıkacak içinden. İnsan her bahar yeniden çıkacağını bildirdiği kır çiçeklerine bu kadar da sevinir mi? Çocuk sevinçleri duruyorsa yüreciğinin kuytu bir köşesinde seviniyor demek. Unuttuğu bir oyuncağa tekrar kavuşunca sevinen çocuk gibi. Kış boyu giymediği bir elbiseye yaz gelince kavuşan çocuk sevinci gibi. Evet evet belli ki küçücük bir kızım, büyümenin sancılarını geciktirmeye çalışan ya da zor ulaşılan mutlulukların peşinde koşmak istemeyen.
Cicero’nun Stoa’cıları anlattığı gibi doğa ve akıl denkliği mi, kendimi koruma güdüsü mü bilmiyorum ama doğa ile barışık olmak yaşamın en kolay ulaşılabilen kaynaklarından bolca haz almak benim için bir şans. Belki mayıs ayında bu kadar mutlu etmeyecek beni yıldız çiçekleri, papatyalar. Daha geçen hafta tomurcukları kar altında kaldı diye üzülmeseydim belki de mimozalar bugün beni bu kadar mutlu etmeyecekti.
Neydi mutluluk? Demokritos’a göre insanın hayatta yapabileceği en güzel şey hayatı mümkün olduğunca neşeyle ve az sıkıntıyla geçirmektir. Bunun için önce duygulanımları yenmeyi önerir. Duygulanımlar kişinin yaşadıkları karşısında içine düştüğü duygu durumlarıdır. İkinci olarak da ruhta hiçbir korkuya, kaygıya, boş kuruntuya, tutkuya yer vermemektir. Üçüncü olarak ölçülü ve dingin yaşamayı başarmaktır. En son ise aklı ve düşünme gücünü geliştirmektir.
Güzel olur belki öyle yapıp hep mutlu olmak. Dingin, huzurlu, verimli bir hayat yaşamak. Ama bilmem neden bana hiç cazip gelmiyor. Emrah gibi acıların çocuğu olmak istemesem de sanırım hüznü seviyorum. Öyle olmasa kocaman korunun içinde gidip o gonca gülün başına dikilir miydim? Sevip okşar mıydım onun pembeden kahveye dönen taç yapraklarını? Açmadan solan bir gül… Hadi bakalım gelsin şimdi hüzünler!
Açtım tabi hemencecik o şarkıyı. Gönül Söyler var mikrofonda. Hayalimde, Senede Bir Gün filminden son sahne. Hülya Koçyiğit her yıl sevgilisi Kartal Tibet’le buluşacağı yerde bekliyor. Ama gelen yok. Koca bir ömür geçiyor gözlerinin önünden. Hasret, özlem dolu koca bir ömür. Seve sevile tükenen ama nefsin peşinden koşmayan, erdem, ahlak timsali iki güzel insan.
Oysa şimdilerde ne kadar da değişti aşklar. Tüketim sektörü; reklamlar, promosyonlar derken aşk anlayışımızı da etkiledi. Teknolojik çöplerimizle yarış edecek durumda aşk çöplerimiz de. Bohçalara sarıp sarmalayıp da kaldıracak bir işli mendilimiz, bir tutam saç, iki satır mektup bile yok. Olsa nereye koyacağız, sandık mı bıraktık evlerimizde. Nerede kaldı o naftalin kokulu canım ceviz sandıklar?
Şimdi elimizde bir flashdisk, aşk anısı diye saklayabildiğimiz. Belki bolca fotoğraf, öpüp koklayamadığımız. Sarılamadığımız sesten bir kaç şarkı belki, bizim için söylenmiş .Belki de bize yazılmış üç beş şiir.
İşte tam da bunları düşünürken yeter mi tek şarkı? Hüzün dediğin püsküllü bela yakaladı mı bırakır mı insanı? Tamam, teslimim; severim ben hüznün tütsü gibi genzime dolan yanık nefesini. Perihan Altındağ söylüyor şimdi de, Kapıldım Gidiyorum Bahtımın Rüzgarına…
Hasret, özlemek, aşk, ayrılık derken sanırım kavramları yerli yerine oturtmak, her birinin tadına varmak gerekiyor. Duygular bizi yüceltir mi, süründürür mü bu da akıl işi. Kavuşmak kadar güzel değil mi ayrılık? İçinde aşk olup da yabana atılacak tek duygu var mı?
Çocuk sevinçlerime kattığım aşk sancıları, bana aşkın kanlı canlı bir şey olduğunu haykırıyor. Biliyorum o duvara asla elek asmayacağımı. Aşk nasıl da hazırlıyor bizi hayatın her evresine. Bazen şarkılar eşlik ediyor bize, bazen bir papatya, bazen kelebek.
Reyhan Karagöz ÇETİN
“Dingin, verimli, huzurlu bir hayat yaşamak….” Aşklardan sonra hep acı kalıyor nedense geride…
Ellerinize sağlık….Acı da olsa bir kez dönüp geriye bakmak da güzel.
O acı ki bizde aşkı ölümsüz kılan. Varlığını hiç unutturmayan. Teşekkürler Orhan bey. Sevgilerimle