Eve Gelen Tanrı Misafirleri

Yetmişli yılların başlarında, köyümüzdeki evlere misafirler randevusuz gelirdi. Deyim yerinde ise tam bir Tanrı misafiri olarak ağırlanırlardı. Şimdi randevusuz eve misafir alınmıyor, randevulu olunca da bir sürü hazırlık yapmak gerekiyor; bu da ev sahiplerini külfete sokuyor, dolayısıyla kimse evine misafir kabul etmek istemiyor. Oysa o yıllarda insanlar hayatı daha doğal yaşar, “misafir umduğunu değil bulduğunu yer” diyerek köye gelen bir kimsesizi veya camiden çıkan bir yabancıyı rahatlıkla tutup evine getirebilirdi.

Çocukluğumda, evimize yatılı veya yatısız çokça Tanrı misafiri gelirdi. Genellikle, önce camiye gelen bu Tanrı misafirlerinin bazısı tanıdık bazısı hiç tanımadığımız ama iyi niyetli olduğunu hissettiğimiz kişiler olurdu. Ancak yatılı gelen misafirlerin en yakını ve en tanınmışı, “Berber Hoca” lakabıyla anılan bir şahsiyetti. Berber Hoca, aslen Konya’nın Doğanhisar kazasındandı. O, istiklal madalyası sahibi bir kahraman gazi idi. Dolayısıyla trenlere ücretsiz biner, memleketin değişik yerlerindeki dostlarını düzenli olarak ziyaret ederdi. Her yıl ramazan ayında da bizim köye gelir, evimizde en az bir en fazla üç gün kalırdı. Babamın anlattığına göre o, dedemin dostlarından, büyük ihtimalle savaş arkadaşlarındandı. Yani babamın baba dostuydu. Dahası dedemin vefatından sonra da evimize gelip gitmeye devam eden bir vefalı insandı.

Hatırlayabildiğim kadarıyla yetmiş beş-seksen yaşlarında, uzun boylu, oldukça vakarlı, hafif kumral sakallı, aydın çehreli, eli yüzü nurlu bir insandı Berber Hoca. Onun her köye gelişi akşam ezanına yakın olurdu. Doğruca babamın imamlık yaptığı köy camiinin önüne gelir, ellerini iki dizinin üzerine koyar, akşam ezanının okunmasını beklerdi. Abimle ikimiz “hoş geldiniz” deyip elini öpünce, hemen o köstekli saatinin gümüş zincirleriyle süslü ceketinin iç cebinden ağzı iple büzülmüş siyah bir para kesesi çıkarır, ikimize de yirmi beşer veya ellişer kuruş para verirdi. Biz de mahcubiyet ve mutluluk karışımı bir duyguyla bize uzatılan bu paraları çekine çekine alır, en küçük bir fırsat bulduğumuzda doğruca köy bakkalına koşar, birer tane gazoz içerdik.

Berber Hoca, iki üç günlük misafirliği süresince beş vakit namazı babamla birlikte camide kılardı. Camiden eve döndüklerinde de babamla uzun uzun sohbet ederlerdi. Çok bilgili, dürüst, temiz, zarafet sahibi bir eski zaman adamıydı Berber Hoca. Hiçbir zaman ağzından kötü söz çıkmaz, dedikodu yapmaz, kaba bir ifade kullanmazdı. Onun yüzüne baktıkça, insanın içinde çok derin bir saygı hissi oluşurdu. Beş vakit namazın yanında evvabin ve teheccüt gibi nafile ibadetleri de hiç aksatmazdı. Galiba en son bize, yetmiş bir yılı ramazanında konuk olmuştu. Ertesi yıl ramazana doğru babama, Berber Hoca’nın “bir daha ziyarete gelemeyeceği ve bütün dostlarından helallik istediği”ne dair bir mesaj ulaşmıştı. O mesajdan kısa süre sonra da Berber Hoca’nın vefat ettiği haberini almış ve onu bir daha hiç misafir edememiştik.

Sonraki yıllarda Berber Hoca’nın bir daha evimize konuk olmaması hepimizi üzmüş, yüreğimizi burkmuştu. Onun, gönül dünyamızda bıraktığı iz sanki hiç silinmemişti. Onu çok özlüyor ama bir türlü göremiyorduk. Nihayet daha sonraları, ortaokulda okumuş olduğumuz Sosyal Bilgiler kitabındaki bir resim, bana hep Berber Hoca’yı hatırlatır olmuştu. Aynı resmi anneme gösterdiğimde, o da bu benzerliğe hep hayret eder, her insanın kendine tıpa tıp benzeyen bir eşi olurmuş derdi. Hâsılı ortaokul yıllarımdan beri ne zaman Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın birçok kişinin belleğinde yer eden o bilindik, klasik, sakallı resmine baksam, Berber Hoca’yı görmüş gibi olurum.

***

Evimize konuk olan bir diğer Tanrı misafiri de, aslen Nazilli’nin köylerinden birinde oturan kırk beş elli yaşlarında biriydi. Adını sanını bilmiyordum bu kişinin. Babama da hiç sormamıştım. Ancak bizim nesil, yetmişli yıllarda onu bir şekilde Nazilli’de görmüş olmalıydı. O, özellikle perşembe ve cuma günleri Nazilli’nin ortasında, Koca Cami’nin batı avlusunun duvar diplerinde sessizce bekler dururdu. Sima olarak da, tarihteki ünlü güreşçimiz Koca Yusuf’un görüntüsünü andırırdı. Görme engelli olduğu, gözkapaklarının yapışmışçasına kapalı durmasından rahatlıkla fark edilirdi. Bu şahıs da arada bir ramazan ayında bizim köyü ziyaret eder, akşam namazından sonra babamla birlikte evimize gelerek misafir olurdu.

***

Birkaç gün de, evimize Ali Görgülü adında bir vaiz konuk olmuştu. Bu vaiz, köyümüze Antalya’dan gelmişti. Bildiğim kadarıyla onu, bizim köyün muhtarı; yetmiş bir yılı ramazanında biraz değişiklik olsun, köylü iyi Arapça bilen bir vaizle dinî konularda aydınlansın diye Nazilli Müftülüğü ile iletişime geçerek bir aylığına köye davet etmişti. İşte Ali Görgülü adındaki bu vaiz de, ilk geldiğinde birkaç gün bizde kalmıştı. Daha sonra sırayla bazı köylülerin de birer ikişer gün evlerine konuk ettiği bu vaiz, bir ay boyunca teravih öncesi camimizde etkileyici konuşmalar yapmış, babamın ve köylülerin hayranlığını kazanmıştı. Hatta köyden ayrıldıktan birkaç ay sonra babam küçük bir sandığın içerisine beş on kilo kadar kuru incir ve üzüm doldurmuş; bir de kendisine “Muhterem Ali Efendi” hitabıyla başlayan bir mektup yazıp bu sandığa koymuş, bir perşembe günü Nazilli Postanesi’nden Antalya’daki adresine göndermişti. Ancak babam, aylarca merak edip beklemesine karşın bu mektubun cevabını alamamıştı.

***

Bir gün köyümüzde keşkekli bir mevlit merasimi yapılmıştı. Bu merasime, keşkek yapması için Samailli köyünden Çıldır Osman lakabıyla anılan bir adam çağrılmıştı. Bildiğim kadarıyla o, iyi bir keşkek ustasıydı. Belki babamla iyi tanıştıkları için, mevlit keşkeğini yaptığı günün akşamı evimize misafir olmuştu. Çıldır Osman; orta boylu, biraz kemikli, kırmızı yüzlü, hafif sarışın, kırçıl sakallı, çevik bir Anadolu insanıydı. Onun hoşsohbet biri olduğunu, babamla uzun uzun muhabbet etmelerinden fark etmiştim. Hatta küçük kız kardeşim o günlerde beş altı aylık bir bebekti. Onu ak kundağın içerisinde kımıldarken görünce “Maşallah, ipek böceği bu, ipek böceği…” şeklinde iltifatlar etmişti.

Mesut ÖZÜNLÜ

Not: Bu anısal öykü, 2022 yılı Eylül ayında yayınlanan “Bir Köy Yaşamından Masalsı Anılar (Hayatımın İlk On Yılı 1964-1974)” adlı kitabımdan alıntılanmıştır.

1 Yorum

  1. Muzo Cevapla

    Misafir odalarinin kalkmasi ile basladi bu donusum.Dalga gecilen, bizden degerli misafir mi var denilerek el konulan bu odalar habersiz gelebilecek misafirlere karsi temiz ve tertipli olarak tutulurdu.Evler genisledikce yurekler daraldi.Salgin da son darbeyi indirdi.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir