Urfa’da fırıncı olmak, sadece hamurla değil, insanla da uğraşmak demektir. Ve inanın bana, bu topraklarda fırıncılık bir meslekten çok daha fazlası… Bazen denk geliyorum, ağzım açık kalıyor. O fırıncı, o sıcaklığın, o telaşın, o tahammülsüzlüğün içinde hâlâ ayakta. Hayran kalmamak elde değil. Urfa sıcağında ekmek pişiren değil, sabır pişiren insanlar onlar.
Sabah ezanıyla açılan kepenkler, gün doğmadan yoğrulan hamurlar, tandıra verilen emek… ama en zoru: tezgâhın diğer tarafı. Çünkü müşteri, çoğu zaman ne sıcağı görüyor ne emeği. “Benimki pişti mi?” diye başlıyor, “Senden sonra gelen aldı, ben hâlâ bekliyorum!” diye devam ediyor. Fırıncının alnındaki terle müşterinin sesi yarışıyor. Bu şehirde ekmek kavgası, bazen kelimenin tam anlamıyla “kavga”ya dönüşüyor.
Urfa’nın sıcağı malum. Gölgesiz yolda iki dakika yürüyünce insan kendinden geçiyor. Sık sık kesilen elektrik kesintisinden dolayı herkes zaten sinir küpüyse… O fırının önünde sabır tükeniyor, tahammül sıfırlanıyor. Bir de herkes kendi ekmeğinin “öncelikli” olduğunu düşünüyor. Sırayı beklemek mi? O da ne! “Ben tandırlık demiştim,” diyor biri. “Bana sıcak ver,” diyor öteki. “Yoksa çocuklar yemez!” diye dert yanan da var. Herkesin ekmeği derdiyle kabarıyor.
Ben bazen dışarıdan izliyorum. Fırıncının bakışları çok şey anlatıyor. Sessiz bir isyan, içten bir ‘yeter artık’… Ama o yine hamura dönüyor, bir sonraki lavaşı çeviriyor. Kimse duymuyor onun iç sesiyle konuşmasını. Belki akşam eve vardığında eşi “bugün nasıldı?” diye sorduğunda o sadece, “yoğundu” diyor. Ama o ‘yoğun’ kelimesinin içinde kaç öfke, kaç bağırış, kaç kırılmış sabır var; kimse bilmiyor.
Urfa’nın havasından mı, suyundan mı bilmiyorum ama insanlar gerçekten gergin. Asık surat, yüksek ses, sabırsız bekleyiş… Belki de her birimiz biraz pişsek iyi olur. Fırıncı gibi, içten içe. Sabırla, ateşle, alın teriyle.
Ve bu yüzden diyorum: Urfa’da fırıncı olmak yürek ister. Hamura değil, insana yoğrulan bir yürek.
Aysel ÖZDEMİR
Son Yorumlar